10 Şubat 2018 Cumartesi

KURUMların DANSı

KURUMların DANSı


 
Bu günlerde yine "angara" karıştı.
Angara'nın derin  dehlizlerine İstanbul anaforu ulaştı.
Bakalım sonuç ne olacak?
 
Öncelerin  Teşkilat-ı  Mahsusa'sı ..
Mustafa Kemal döneminde   -galiba arkadaşları Lenin- Stalin anlayışından ilham alarak -  "Milli Amele Hizmet" (MAH) şeklinde teşkilatlanan yapı daha bir milli  menfaatler için çalıştığını düşünürüz.
Fakat, bu günün MİT diye bilinen ancak ne yaptığı millet tarafından bilinmeyen yapının faliyetleri sadece hissediliyor.
1960 gece baskını öncesi, milletin ak oyları ile iktidar yaptığı meşru güce gerekli bilgiyi vermiş midir?
Sonuç ortada.
NATO'ya ve CENTO'ya bağlılık - yemini - anasuyla  başlayan harekat, milletin  menfaatine olmdığı bu gün gün gibi aşikar.
12 Eylül'de keza.
ABD başkanı kulağına "OURBOYS" diye  fısldanarak, onay verilen hareket içinde...  
28 Şubat cinnetinde bu kuruluşun dahli ne idi?
Bu kuruluş bir tarafta CİA.. Diğer tarafta MOSAT ile el ense giderken, nasıl milli menfaatler korunacaktı..?
 Zira memleketi sicimle  bölüp parçalayan İngiltere'nin..Ülkemizi  paylaşma planları içine girip işgal eden Fransa'nın ...   ABD ve İsrail'in  menfaatleri çok kere bizimle  örtüşemez ki..
Hele hele " azınlık oligarşisinin"  çıkarı,  milletin çıkarı ile taban tabana zıtken..
 
......
Malum 34 vatandaşımızı öldürme başarısını gösterdik.
Bunların daha sayısnını bile bilmiyoruz.
Neden mi?
Geçenlerde  bölgeye giden  Meclis İnsan Hakları Komisyonu sayesinde iki vatandaşımızın   bombalardan kurtulup önce Irak'daki  "yönetisiz" bölgeye, sonra bizdeki mahale geldiklerini öğreniyoruz.
Bu insanların ne yaptığını, kim olduklarını, sayılarını..Bölgedeki gel gitlerini bilmesi gereken bir teşkilat olmalı.
Vardır elbet.
Fakat kimse  olayın nasıl geliştiğini,  ölenleri, kurtulup- dönneleri bilmiyor/bilemiyor.
Bilse bilse Katılardan sorumlu bakanlık bilir.
zira bu ülkede  katırların menşeği bilinirde insan kaydı tutulmaz/tutulamaz.
...
 
 Şayet sözde millete hizmet için teşkilatlanan ancak bu ülkenin üzerine abanan KURUMlar,  düzgün olsa...30 yıldır bu kavga niye...?
 
Bunca yerleşmiş KURUMları
Silahlı gücü ve uçak dahil silahı olan..
Kardeşlik gibi MORAL DEĞERi bulunan bir koca ülke nasıl olur da çok zor şartlarda konuşlanabilen KANDİL'le baş edemez..?
 
Biz; MİT mensubu olduğu ve yıllarca bu teşkilattan maaş aldığı  söylenegelen  - Agop Artinyan – "Apo" denen eşkiya Ecevit'e teslim edildiğinde Başbakanlık merdiveninde ;
"Bunca eylemleri böyle bir örgüt yapamaz. Ve bu yapıdaki bir kişilik böyle bir örgütü yönetemez. Siz, devlet içinde bunlara yardım edenleride tespit edip İmralı' da "APO" gibi yargılatacakmısınız?" şeklinde  sorduk.
 
O dönemin BAŞBAKAN koltuğuna oturtulan Ecevit, 20 dakikaya yakın susyuktan sonra tenekeden gelen sese benzer bir sesle "Devlet değil ama. Devlet içinde yardım edenlerin muhasebesini yapacağız...Ve..."diyebildi.
O gün bu gün aynı terane...Yok dağlar engel. Yok ABD yok üçlü mekanizma. Yok şu yok bu...
 
Kimse kimseyi kandırmasın.
O yapının varlığını sürdürmesi millete rağmen devletteki ortaklarının var olmasından ileri gelmektedir.
Olan masum vatan evlatlarına oluyor.. Milletin maddi ve manevi kaynaklarının heba uçup gidiyor..
Sözde millete hizmet için teşkilatlı kurumlar;  ya seyrediyor ya da ucundan kenarından eşkiyaya yardım ediyor..
1980 den buyana 
Bütün MİT,
Genelkurmay ve
Emniyetin üst düzey yöneticileri ile MGK da arzı endam edenler mutlaka ama mutlaka "adil" yargı önünde hesap vermelidirler... 
Millet kesesinden sefa süren ancak kimi ihanet, kimi korkuyla, kimi uyuzluğundan irade kullamayıp milleti sıkıntılara sokanlar hisseleri oranında paylarına düşeni almalılar..
 Masum insanların  akan kan, milletin heba edilen kaynaklarının hesabı sorulmalı/sorulabilmeli..
Bunun için şahsa özel  hele hele tek madelik kanun çıkarılmamalı.. Filancaya uygulanan kanunlar  bir başkası için  bay-pas edilmemeli.Yasalar genel olmalı. Herkesi kapsamalı..
"Devlette kaos " gibi görülen bu hal;  -memleket için fırsata dönüştürülerek-  ilgililer de  gidip yargı önünde " AK"lanmalı... 
İse,  kire bürünmüş KURUMlar temizlenmeli.. Belki kurtlanmış gövdeyi kurtarma adına  bazı "fidanlar" kurban da edilebilir. Fakat, yepyeni filizlenmeler için temizlik şart..Ozaman  feda edilen "fidanlar", çınarlaşacaktır..
Aksi halde hangi mekanizma korumaya alırsa alsın haklarında  doğru-yanlış isnatlar olanlar değil ömürboyu, çocuklarına miras olacak bir tarihi sorumluluktan kurtulamzlar..
Koruyanlarda..
Korunnalarda .
KURUMlarda "AK" kalamaz...Tıpkı büyük denen bazılarının ANITlaşamadığı gibi...
KURUMLlar zevk içinde  DANS eder...
Derdini  millet çeker..                                                                                                  11 Şubat 2012
                                                                                                                                 
 

Kaynak : necaticavdar.blogcu.com
http://necaticavdar.blogcu.com/kurumlarin-dansi/11824904

//////////////////////////////////////////

Hamza Grubu’ndan MAH ve MİT’e
http://www.nasname.com/a/hamza-grubundan-mah-ve-mite


26 Ekim 1994'te Başbakan TansuÇiller, Tunceli'den kendisini ziyarete gelen muhtarlar askerlerin köylerini yaktığından, helikopterlerin de onları desteklediğinden şikâyet edince şöyle demişti: "Devletin köy yaktığını gözümle görsem inanmam. Her gördüğünüz helikopteri bizim sanmayın. PKK helikopteri olabilir. Hatta Rus, Afgan veya Ermeni helikopteri de olabilir.'
Bu konuşmanın üzerinden tam 18 yıl geçti ama devletin uçakları kendi halkını bombalamaya devam ediyor. Bu sefer de istihbaratı verenler, devletin adamları olamaz, PKK'lı olabilir, Amerikalı olabilir diyor büyüklerimiz. Ama eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un nihayet sorgulanması ve tutuklanmasının yarattığı haklı heyecan fırtınası içinde Uludere katliamı unutulmaya başladı bile. Belki de unutulsun diye birileri Başbuğ'u hatırladı, bilemiyorum.Çünkü emir-komuta zinciri içinde hazırlandığı belli olan darbe planları yüzünden, emir kulları yıllardır hapiste yatarken, emir verenlerin başında olması muhtemel İlker Başbuğ'a iki yıldır soru bile sorulmamıştı. Savcının daveti acaba Uludere'den önce mi yoksa sonra mı yaptığını bilmek isterdim. Öte yandan Başbuğ'a gelinceye kadar, Yaşar Büyükanıt,Çevik Bir,Çillerçifti ve Mehmet Ağar gibi önemli aktörler var sorgulanması gereken.

Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'ndan yenikçıkınca, İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ve onun ünlü ve etkili uzantısı Teşkilat-ı Mahsusa kadrolarını, İtilaf Devletleri tarafından yargılanma telaşı sarmıştı. Bu yüzden, İttihatçı önderlerin ülkeden kaçtığı günlerde İTC'nin adı Karakol Cemiyeti, Teşkilat-ı Mahsusa'nın adı da Umum Âlem-i İslam İhtilal Teşkilatı olarak değiştirildi. Değiştirildi ama Mustafa Kemal'in İttihatçı kadrolarla arasına mesafe koyma politikası yüzünden her iki değişiklik de kâğıt üzerinde kaldı.
Hamza ve Mim Mim
Ankara'nın ilk istihbarat örgütü 23 Eylül 1920'de kurulan Hamza Grubu'ydu. TBMM hükümeti ile Hamza Grubu arasındaki haberleşmede kullanılan şifre anahtarı İngilizlerin eline geçince grup 15 Aralık 1920'de ad değiştirdi. Sırasıyla Mücahid Grubu, Muharib Grubu, Felah Grubu diye adlandırıldı ama istihbarat faaliyeti esas olarak, Teşkilat-ı Mahsusa'nın son başkanı Hüsamettin Ertürk ve Fevzi (Çakmak) Paşa tarafından kurulan Müdafaa-i Milliye adlı askerî teşkilatça yürütüldü.
3 Mayıs 1921 tarihinde TBMM tarafından tanınan ve adının baş harflerinin Osmanlıca okunuşundan dolayı "Mim Mim' diye adlandırılan teşkilat, İstanbul'da Topkapı, Beyazıt ve Eminönü'nde kurulan üç şubede faaliyet gösteriyordu. Resmî tarihe göre Muavenet-i Bahriye, Yavuz, İmalat-ı Harbiye, Berzenci, Namık gibi başka küçük gruplarla da işbirliği yapan M.M. grubu Anadolu'ya silah, mühimmat ve subay kaçırdı, düşman karargâhlarından elde ettiği bilgi ve belgeleri Ankara'ya aktardı.
Bu dönemde İngiliz casusu Hintli Mustafa Sagir'in Mustafa Kemal'i öldürmeyeçalıştığının ortayaçıkarılması istihbaratçıların itibarını arttırdığı gibi sarstı da,çünkü Mustafa Sagir'in Anadolu'ya geçmesini sağlayan seyahat belgesinin üzerinde, Yavuz grubundan Yarbay Muğlalı Mustafa'nın vurduğu Karakol mührü vardı. (Mustafa Muğlalı; 1943'te Van'ın Özalp İlçesi'ninÇilli Gediği'nde 33 Kürt köylüsünü öldürme emrini verecek olan kişiydi.)


"Karıştırıcı bir teşkilat': P

Aynı dönemde kurulan bir başka istihbarat örgütü, merkezi Eskişehir'de bulunan Garp (Batı) Cephesi bünyesindeki Askerî Polis Teşkilatı (APT) idi. Resmî yazışmalarda kısaca "P' olarak geçen teşkilatın önemli işlerinden biri Bakü'den Ankara'ya gelmeyeçalışan TKP'li Mustafa Suphi ve arkadaşlarını izlemekti. Bilindiği gibi devletin sıkı takibi altındaki bu grup, 28/29 Ocak 1921 gecesi Trabzon açıklarında yine devletin hizmetindeki katiller tarafından boğulmuştu.
Ordunun sıkı denetimine rağmen, "P' kısa sürede yozlaştı. Örneğin 1921 başında TBMM'de bir konuşma yapan Kastamonu Milletvekili Abdülkadir Kemali (Öğütçü) Bey'e göre "P' elemanları "karıştırıcı idiler', "üretici değil tüketici idiler', "para alıp yiyorlardı'. Resmî makamlara yapılan şikâyetlerde "halka korku saldıkları', "karı oynattıkları', "gürültü yaptıkları' yazılıydı. Cenup (Güney) Cephesi Kumandanı Refet (Bele) Paşa'nın raporuna göre ise, gizli olması gereken "P' elemanları, üzerlerinde levha bulunan evlerde oturuyorlar, koltuklarının altındaçantalarıyla kahvehanelere gidiyorlar, tavla oynarken teşkilatın mührü ile caka yapıyorlardı. Dahası bazı "P' elemanları gece ev basıyor, adam soyuyor, tehditle para sızdırıyor, dolandırıyor, hatta cinayet bile işliyordu. Refet Paşa'ya göre "P' teşkilatı "memleketin uzun müddet lanetle hatırlayacağı' bir oluşumdu. Sonunda Ankara şikâyetleri ciddiye aldı ve "P', kuruluşundan yaklaşık sekiz ay sonra, "yetki aşımı, gizliliğe riayetsizlik (uymama), keyfî uygulamalar, lakaytlık (ilgisizlik), yolsuzluk' gerekçesiyle kapatıldı.


Kısa ömürlü THA'lar ve GT

"P'nin yerine 1 Nisan 1921'de Tedkik Heyeti Amirlikleri (THA) kuruldu, ancak taşradaki "P' elemanları uzun süre yetkilerinden vazgeçmek istemediler. Bunun üzerine THA'lar Genelkurmay bünyesine alındı. Ancak THA'ların ömrü deçok kısa oldu. Batı Cephesi Komutanlığı'nın 2. Ordu Komutanlığı'na gönderdiği 22 Haziran 1922 tarihli yazıda "...yüksek bütçelerine rağmen bu teşkilatların memleketin ihtiyacına tekabül edememesine binaen bilcümle Tedkik Heyetleri'nin lağvı, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye'den emir buyrulmuştur...' deniyordu.
Resmî tarihe göre 1922 Mudanya Mütarekesi ile 1923 Lozan Antlaşması arasındaki dönemde istihbarat faaliyeti Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti tarafından, I. Ordu Komutanlığına bağlı olarak kurulan "Geçit Teşkilatı' (G.T.) tarafından yürütüldü, ancak bu teşkilatın marifetlerini öğrenmek mümkün olmadı.


Mr. Templeton'ın işleri

1923-1926 arasında istihbarat faaliyetlerini Emniyet Müdürlüğü üstlendi. Bu dönemin önemli işlerinden biri, İstanbul Emniyet Müdürlüğü elemanlarından Nizamettin Bey'in, 1924-1925 yıllarında kendisine "İngiltere Hariciye Nezareti görevlisi Mr. Templeton' süsü vererek Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Seyid Abdülkadir'in yakın dostu Palulu Kör Said'le defalarca görüşmesiydi. Ancak Palulu Kör Said, ya tuzağı fark ettiğinden ya da isyan niyeti olmadığından, "Mr. Templeton kılığındaki Nizamettin Bey'in kendisine vermeyeçalıştığı 80 bin lirayı kabul etmedi ve plan suya düştü.
20'ye yakın amatör örgütün yarattığı uzun anarşi döneminden sonra Mustafa Kemal, Cumhuriyet Dönemi'nin ilk modern istihbarat teşkilatını kurma işini has adamı Fevzi Paşa'ya verdi. Mareşal 6 Ocak 1926 tarihli yazı ile yeni teşkilatın kuruluşunu valiliklere şöyle müjdelemişti: "Genel merkezi Ankara'da, şubeleri şimdilik İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars'ta olmak üzere bir (Milli Emniyet Hizmeti) kurulmuştur. Bu şubeler doğrudan doğruya genel merkeze bağlanmıştır. Şimdiye kadar Ordu Müfettişlikleri'nce yürütülen istihbarat hizmetleri bundan böyle bu teşkilat tarafından yürütülecektir.'


MEH ve Walther Nicolai

Bu yazının hemen ardından kısa adıyla MEH'i kurmak ve personelini eğitmek için Birinci Dünya Savaşı öncesi ve esnasında Alman Genelkurmay İstihbarat Servisi başkanlığını yapan, daha sonra da Hitler'in istihbarat teşkilatını örgütleyen Polonya asıllı Albay Walther Nicolai gizlice Türkiye'ye getirildi. İlişki bir süre Türkiye'nin Nikolai'ye söz verdiği parayı ödememesi yüzünden bozulduysa da sonunda ödeme yapıldı ve Nicolai aralarında Kurmay Yarbay Şükrü Âli (Ögel), Kurmay Subay Hüseyin Rahmi (Apak), Sosyo-etnolog Hasan Reşit (Tankut), Kemal (Güçsav) beylerin de bulunduğu küçük biri grubu 16 Haziran-10 Temmuz 1926 arasında Almanya ve Avusturya'ya götürdü. Münih'te açılan Savaş Propagandası Sergisi'ni de gezen Heyet Türkiye'ye döndükten sonra Ankara Hacıbayram'da Şehit Keskin Sokak'ta 14 numaralı binaya yerleşti. Ardından Nicolai ile ilişkiye son verildi.
Kuruluşu sadece yazılı bir emre dayanan MEH, 19 Aralık 1926 tarih ve 4507 sayılı Gizli Kararname ile resmiyet kazandı. (Kararname gizli olduğu için Resmî Gazete'de yayımlanmamıştı.) Bu sefer merkez Işıklar Caddesi'nde Kemal Gedeleç Apartmanı idi. Ardından İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Kars'ta MEH şubeleri kuruldu. İlk MEH Başkanı Albay Ali Şükrü (Ögel) Bey oldu. MEH dört şubeden oluşmuştu. A Şubesi İstihbarattan (Espiyonaj): B Şubesi Müdafaadan (Kontr Espiyonaj): C Şubesi Propagandadan; D Şubesi Teknik Destekten sorumluydu.
MEH kanunla kurulmadığından, giderleri yıllarca örtülü ödenekten karşılandı. Resmî bir kadrosu olmadığından, A Şubesi'nin personeli Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı subaylardan, B Şubesi'nin personeli Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı personelinden, C Şubesi'nin personeli Dışişleri Bakanlığı personelinden, D Şubesi'nin personeli ise asker ve sivil kişilerden temin edildi.


MEH'ten MAH'a

İçişleri Bakanlığı bir yazıyla MEH'in kuruluş tarihini 6 Ocak 1927 olarak açıkladı. Zaman içinde muhtemelen "Milli Emniyet Hizmeti'nin kısaltması olan MEH kulağa hoş gelmediği için, teşkilatın adı "Milli Amele Hizmet'e ("Milli uygulamalara hizmet') dönüştürüldü ve kulağa daha hoş gelen MAH kısaltması kullanılmaya başlandı. Bazen de MEHMAH dendi.
1932-1937 yılları arasında iç istihbarat alanında Emniyet (Polis) Teşkilatı ile görev ve yetki paylaşımına gidildi. 1937'den sonra iç istihbarat genel olarak Emniyet'e devredilirken, MAH dış istihbarat konusuna ağırlık verdi. MİT resmî tarihçilerine göre bu dönemin en büyük başarısı 1937'de Fransız Mandası olan İskenderun Sancağı (daha sonra Hatay) ile ilgili olarak Suriye yönetimine Fransa'dan yazılmış bir belgenin ele geçirilmesiydi. Belgede Fransız Dışişleri Bakanlığı "Sancak için dökülecek tek damla Fransız kanı yoktur. Durumun idaresini sizin eşsiz politik dehanıza bırakıyoruz' yazıyordu. İddialara göre bu bilgi Mustafa Kemal'i, Hatay'ın ilhakı konusunda cesaretlendirmiş, onun ölümünden sonra da Ankara kartlarını doğru oynayarak 29 Haziran 1939'da Hatay anavatana katılmıştı.


Çiçero MAH ajanı mıydı?

İkinci Dünya Savaşı yıllarında MAH Genelkurmay'ın kontrolüne girdi. Almanya ile imzalanan dostluk ve işbirliği anlaşması uyarınca Nazilerle dirsek teması halindeçalışan MAH, Zeplin Harekâtı ile Alman ajanlarının Sovyetler Birliği'ne sızdırılmasına yardım etti. Ancak Sovyetler Birliği durumu fark etti ve Türkiye'ye nota verdi. MAH bundan sonra bu tür operasyonlara hevesli olmadı.
İddialara göre İkinci Dünya Savaşı yıllarının ünlü casusuÇiçero takma adlı Elyasa (İlyas) Bazna'nın MAH'la ilişkisi vardı. İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Sir Hughessen'in oda hizmetçisi olan Bazna, elçilikten edindiği bilgi ve belgeleri Almanlara aktarmış, belgelerin fotoğraflarınınçekiminde kendisine MAH yardımcı olmuştu. Ancak Hitler NormandiyaÇıkartması'nın (Operation Overlord) gizli planlarının da aralarında olduğu bu belgelerin gerçek olduğuna inanmadığından Almanlar Bazna'ya borçlarını sahte para ile ödemişlerdi. Böylece tarihin bu en büyük casusluk olayından hem Almanlar hem de Bazna faydalanamamıştı. Bu olaydaki katkısı güme giden MAH ise, 24 Şubat 1942 günü, Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Von Papen'e yapılan bombalı intihar saldırısının faillerini birkaç gün içinde bularak, Almanya'nın takdirlerini kazanmayı başarmıştı.
Hakkındaki gizlilik kararı 1943 yılında kaldırılan teşkilat, savaş sonrasında CHP tarafından muhalifleri ve özellikle komünistleri sindirmekte kullanıldı. 1947 Marshall Yardımı Programı'ndan sonra MAH-CIA ilişkisi, İsrail'in 6 Mart 1950'de resmen tanımasının hemen ardından MAH-MOSSAD ilişkisi başladı.
1950'de başlayan Demokrat Parti döneminde ise MAH, dışta bu ilişkilere devam ederken, içeride CHP'lilerin ve (yine) komünistlerin peşine düştü. 1956'da ABD'nin MAH'a yılda 100 bin lira yardımda bulunduğu ifşa olunca hem MAH hem hükümet zor durumda kaldı. Yıllardır süren bu durumdan güya Menderes'in haberi yoktu. ABD'liler gücendirilmeden yardım programına son verildi ama, Menderes'in MAH'ın başına getirdiği Hüseyin Avni Göktürk'ün gazeteci Nimet Arzık'a yaptığı uygunsuz teklifle MAH bir kez daha itibar kaybetti.

Kıbrıs'ta TMT'nin kuruluşu

Dış operasyonlar ise bu dönemde Seferberlik Tetkik Dairesi (1965'te adı Özel Harp Dairesi oldu) tarafından yürütülüyordu. Bu kapsamda, 9 Kasım 1957'de, Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Kenan Tanrısevdi tarafından Lefkoşa'nın varoşlarındaki bir evde temelleri atılan Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ileriki yıllarda Türkiye'nin Kıbrıs politikasının şekillenmesinde hayati rol oynayacaktı. İran'ın SAVAK'ıyla ilişki de bu dönemde kuruldu.
Önemli kadroları askerlerden oluştuğu için MAH 27 Mayıs 1960 darbesinin gelişini hükümete rapor etmedi veya hükümet anlatılanlara inanmadı. Darbeden sonra MAH'ın odalarını subaylar doldurdu, geriye kalan az sayıda sivil istihbaratçı bu subayların getir-götür elemanına dönüştü.

MİT Ajanı Mahir Kaynak

1961 Anayasası'nın ürünü olan Milli Güvenlik Kurulu'na bağlanan MAH, 6 Temmuz 1965 tarih ve 644 Sayılı Kanun'la Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) adını aldı. Ad değişimi sırasında elemanların maaşı eksildiği için (yine de askerlerden fazla alıyorlardı) tadı biraz daha kaçan MİT'in 1970'li yıllardaki faaliyetleri esas olarak sol hareketlere yönelikti. Örneğin 12 Mart 1971 Muhtırası öncesinde, başını Cemal Madanoğlu, İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal'ınçektiği ordu içindeki "sol cuntacıların' arasına günümüzün ünlü "istihbarat uzmanı' Mahir Kaynak'ı sokan MİT'in tek yapmadığı, Başbakan Süleyman Demirel'i bu oluşumdan haberdar etmekti.
MİT Muhtıra sonrasında, adeta "gizli polis teşkilatı' gibi davranarak pekçok operasyona katıldı ve pekçok elemanı deşifre oldu. 1973'te dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, MİT'eçekidüzen verilmesini emretti. MİT Müsteşarı Orgeneral Nurettin Ersin kıta görevine gönderilirken, yerine Amiral Bahattin Özülker atandı. Yine de 1974 Kıbrıs Harekâtı öncesinde ve sırasında, istihbarat MİT'ten değil Özel Harp Dairesi'nden alındı. Bu kurumun istihbarat konusundaki zafiyeti de, Kocatepe Muhribi'nin, Türk uçaklarınca batırılmasından anlaşıldı.

Kesire Öcalan MİT'çi miydi

1974 yılında Kesire Yıldırım, Haki Karer, Cemil Bayık ve Kemal Pir'le ilk örgütünü kuran Abdullah Öcalan, daha sonra karısı olan Kesire Yıldırım için "Son derece iyi eğitilmiş veçekiciydi. Büyük ihtimalle objektif olarak da sübjektif olarak da kanıtlayamadığım MİT ajanıydı' demişti. Öcalan'ın bu ifadesi ve Kesire Yıldırım'ın babası Abdullah Yıldırım'ın 1937-1938'de Dersim Valisi General Abdullah Alpdoğan için istihbarat ve milis toplayan biri olması, sonra da MAH ve MİT'eçalıştığı iddialarının inkâr edilmemesi, yıllarca PKK'yi, Barzaniçizgisindeki gizli Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'ni (T-KDP) kontrol etmek için MİT'in kurdurduğu iddiasına dayanak yapıldı. Ancak bugüne kadar bu iddiayı destekleyen somut bir kanıt ortayaçıkmadı.
MİT'in yeniden yapılanması 1976'da oldu. Ankara Kavaklıdere'deki bir evinçatı katında birlikte oturmaya başlayan Hiram Abbas ve Mehmet Eymür'ün ilk başarısı, 1977 yılında MİT'in İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığını yürüten Albay Sabahattin Savaşman'ın ABD (CIA) lehine casusluk yaptığını ortayaçıkarmak oldu. 17 yıl hapse mahkûm olan ve 1985'e kadar askerî cezaevinde yatan Savaşman ileriki yıllarda, casusluk yapmadığını,çünkü söz konusu bilgilerin hepsinin zaten CIA'da olduğunu söyleyecekti.


12 Eylül'de MİT'in suskunluğu

MİT, 1979'da Bülent Ecevit Hükümeti'ni düşürmek için CIA'in yağ ve akaryakıt kriziçıkarmasına yardımcı oldu. Süleyman Demirel'in deyimiyle "Afrika'daki kabilelerin iç işleri hakkında bile bilgi veren, sadece darbeler hakkında bilgi vermeyen' MİT, 12 Eylül darbesine meşruiyet kazandırmak için işlenen siyasi cinayetleri ortayaçıkarmadığı gibi Sivas,Çorum ve Maraş olayları gibi büyük katliamların örgütlenmesinde de rol aldı. Elbette, "Bizimçocukların' yaptığı 12 Eylül darbesini de sivil iktidara haber vermedi.
1983'te "CIA casusluğu' ile suçlanan MİT elemanı Kurmay Albay TurhanÇağlar kendini şöyle savunacaktı: "Nasıl olsa bütün hükümetler ve Genelkurmay başkanları Amerika hesabınaçalışıyor. Ben yapınca mı suçlu oluyor?' 27 Mayıs'ın albaylarından biri olan TurhanÇağlar'ın 15 yıldır casusluk yaptığını açıklaması ve cezaevindeki şüpheli ölümü (intiharı?) MİT'in güvenilirliğinin bir kez daha sorgulanmasına neden oldu.
1990'larda (Çiller döneminde) AbdullahÇatlı gibi kiralık katilleri istihdam eden, Erol Evcil ve AlaaddinÇakıcı gibi mafya babalarıyla ilişki kuran, komşu ülkelerde hükümet devirme işlerine karışan MİT'in hamurunu ve imajını düzeltmek için AKP hükümetinin epey uğraşması gerekiyor. İşe, Uludere'de MİT'in (ve elbette diğer devlet kurumlarının) rolünün ne olduğunu açıklamakla başlaması iyi olur.
Özet Kaynakça: Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Yayınları, 1988; Hamit Pehlivanlı, Kurtuluş Savaşı İstihbaratında Tedkik Heyeti Amirlikleri, Genel Kurmay Yayınları, 1993; Emin Demirel, Teşkilat-ı Mahsusa'dan Günümüze Gizli Servisler, IQ Yayınları, 2005; Kaya Karan, Türk İstihbarat Tarihi Yıldız İstihbarat Teşkilatı ve Teşkilat-ı Mahsusa'dan MİT'e, Truva Yayınları, 2008; Erdal Şimşek, Türkiye'de İstihbaratçılık ve MİT,Kumsaati Yayınları, 2004.
Ayşe Hür/Taraf 
hurayse@hotmail.com

//////////////////////////////
http://blog.milliyet.com.tr/mit--cia-ve---/Blog/?BlogNo=348684
////////////////////////////
Aşağıdaki resimler:
https://mobile.donanimhaber.com/100-yillik-teror-bugun-bitti-silah-birakma-sureci-basladi--103242548-80
den alınmıştır








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder