Bir video sahtekarlık..
Ve
Dezenfarmasyon..
Sahtesi :
Gerçeğ.:
ve
Erol Özkaznak: “Bu ülkeyi batırırsa bu medya batırır”
DEZENFERMASYON
28 şubat sürecinin "parlayan/yükselen/ışıldayan
yıldızı", 28 Şubat’în “medya yüzü”
dönemin Genelkurmay Genel Sekreterliğini yapanb tümgeneral Erol
Özkaznak dün (16 Şubat 2018) son
savunması için Hakim önüne geçti.
Genelkurmay adına basına
demeç,bilgi veren üç kişiden birinin kendiis olduğunu söyleyerek üzerine basa basa “D e z e
n f a r ma s y o n. .” diyerek 28 şubat’da ki medya manşetleri ve tv
yayınlarının “doğru “olmadığını iddia
edti ve “bu “Bu ülkeyi batırırsa bu medya batırır” dedi.
Oysa o dönem hakiki
haberleri yalanlıyor, yalan haberlerede
ses çıkarmayıp toplumda istedikleri algının oluşmasına yol açıyorlardı.
O gün “medya bülbülü “ konumundaki kişiş bu gün mahkeme
önünde sanık olunca Medya’dan şikayet ediyor..
İbretle; seyredip
dinledim..
Keşke şerfli milletin şerefli ordusu; kimi çıkarcı ve güç
odaklarının gazına gelerek hareket eden
millete onca sıkıntı ve zulum yaşatan bir avuç çete mensubunun hareketiyle bu
duruma düşürülmese, o günün kuvetli kişileri zalimler de ahir ömürlerinde mahkeme önüne çıkma durumunda kalınmasaydı..
Yukarda verdiğim linklerde ki görüntüler kasıtlı medyanın
hakikati nasıl da çarpıttığını göz önüne seriyor.
Keşke Özkasnak ve diğerleri buna çanak tutmasa, kimi medya
yalanlarına karşı hemen hakikati o gün
haykırsalardı.
///////////////////////////////////
28 Şubat Davası
ANKARA (AA)
- 28 Şubat dönemine ilişkin aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı emekli
Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral
Çevik Bir'in de aralarında bulunduğu 103 sanığın, "Türkiye Cumhuriyeti
hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı
davaya, sanıkların esas hakkındaki savunmalarının alınması ile devam edildi.
Ankara 5.
Ağır Ceza Mahkemesinde görülen ve sanıklar ile müştekilerle tarafların
avukatlarının katıldığı duruşmanın öğleden sonraki bölümünde savunmasını yapan
emekli Tuğgeneral Ünal Akbulut, üzerine atılı suçları reddetti, yasa dışı
hiçbir faaliyette bulunmadığını söyledi.
1994-1997
yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı İç Güvenlik Harekat Dairesinde plan
proje subayı olarak görev yaptığını ve bu göreve teamüllere göre atandığını
anlatan Akbulut, "Göreve başladığım 1994 yılında ne Refahyol vardı ne de
28 Şubat kararları. Görevden ayrıldığım dönemde de 54. hükümet görevinin
başındaydı. Dolayısıyla atanmama farklı anlamlar yüklenmesi beyhude bir
çabadır." dedi.
Batı Çalışma
Grubu (BÇG) faaliyetleri kapsamında tarikat ve ibadet yerlerini takiple
görevlendirildiği iddiasını kabul etmeyen Akbulut, 10 Nisan 1997 tarihli emirle
kurulan BÇG'nin, görev yaptığı plan şubeyle ilgisinin bulunmadığını, şubesinin
PKK ile ilgilendiğini, BÇG'nin ise irtica iç tehdidine karşı kurulduğunu
söyledi.
BÇG'nin
kurulduğu tarihlerde Genelkurmay Başkanlığındaki görevinden başka bir yere
atandığını dile getiren Akbulut, BÇG'nin görev yaptığı yere giriş yetkisi
bulunan personele ilişkin dosyada bulunan belgenin düzmece olduğunu savundu.
28 Şubat
davasının FETÖ kumpası olduğunu öne süren Akbulut, iddianameyi hazırlayan FETÖ
sanığı eski savcı Mustafa Bilgili'nin kendileri gibi düşük rütbeli subayları,
komuta kademesine ulaşmak için araç olarak kullanıldığını savundu.
28 Şubat
davası da dahil FETÖ'nün kumpas davalarında büyük benzerlikler bulunduğunu anlatan
Akbulut, örgütün kendi mensuplarını ordu içine yerleştirmek için bu davaları
kurguladığını, nihayetinde ordu içine yerleştirilip önü açılarak hızla
yükseltilen FETÖ mensuplarının 15 Temmuz'da darbe girişiminde bulunduklarını
ifade etti.
-
"İrticayla ilgili brifinglere katılmadım"
Sanıklardan
emekli Albay Ruşen Bozkurt, BÇG içinde yer alıp bu yolla hükümeti cebir ve
şiddet kullanarak devirdiği iddiasını kabul etmediğini söyledi.
Genelkurmay
Başkanlığı İç Güvenlik Harekat Dairesine atanma sürecini anlatan Bozkurt, harp
okulundan mezun olduktan sonra gönüllü olarak Şırnak'a gittiğini, bu sürede
yurt içi ve yurt dışında birçok operasyonu planladığını, başarılı
çalışmalarından dolayı 1996'da Genelkurmay karargahına tayin edildiğini
belirtti.
Genelkurmay'da
PKK ve bu örgütle bağlantılı diğer örgütlerle ilgili görevlendirildiğini
söyleyen Bozkurt, irticayla mücadele konusunda bir bilgisinin olmadığını,
dolayısıyla bu alanda görevlendirilmesinin söz konusu olamayacağını öne sürdü.
BÇG'nin
görev yaptığı yere giriş yetkisi bulunan kişilere ilişkin listenin sahte
olduğunu öne süren Bozkurt, 28 Şubat döneminde irticayla ilgili brifinglere
katılmadığını, Irak'ın kuzeyine düzenlenen operasyonu da hatırlatarak,
kendisinin terörle mücadeleyle ilgili aralarında yabancıların da olduğu
heyetlere brifingler sunduğunu dile getirdi.
-
"Kimin mürteci olduğuna devlet mi karar verir?"
Sanıklar
Akbulut ve Bozkurt'un avukatı Avukat Coşkun Özbudak, savunma sırasında, Nazi
Almanyası döneminden örnekler verip "Kimin Yahudi olduğuna ben karar
veririm." sözünü kullanınca, savcı Mehmet Hanifi Yıldırım, "Kimin
mürteci olduğuna devlet mi karar verir?" diye sordu.
Bunun
üzerine avukatla savcı arasında tartışma oldu. Savcının, Mehmet Akif Ersoy'un
konuyla ilgili şiirini de okumasını istediği avukat, "Takdir, ödüller
kime, neye göre suç, kime, neye göre değil? Kimin Yahudi olduğuna kim karar
verdi? Ben burada kimseyi rencide etmek istemiyorum, savunmamı renklendirmek
istiyorum." dedi.
Mahkeme
Başkanı Mustafa Yiğitsoy araya girerek, "Burası tartışma programı değil.
Şimdi savcılık size cevap verirse tartışma programına döner. Savcı kamu görevi
yapıyor, babasının hayrına burada durmuyor. Mütalaasını verdi, beğen
beğenme." diye konuştu.
Daha sonra
söz alan savcı Yıldırım, "Cumhuriyetin savcısı olmaktan gerçekten iftihar
ediyorum. Ayrıca şunu söylemek isterim. Şerefli Türk ordusunun Mete Han'dan
beri Türk benliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olduğuna tüm benliğimle
inanıyorum." dedi.
- "19
yıl önce söyledik"
Daha sonra
savunma yapan sanıklardan dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral
Erol Özkasnak, iddianamenin bütünüyle FETÖ'cüler tarafından hazırlandığını,
FETÖ sanığı eski savcı Bilgili'nin iddianameyi yazdığı dönemde "Fetullah
Gülen cemaatinin" el üstünde tutulduğunu, bu nedenle Genelkurmay'ın,
brifing ve bilgi notlarında "Gülen cemaatinin" ülkenin başına ileride
nasıl belalar açacağından bahsetmesinin savcı tarafından iddianameye suç delili
olarak konulduğunu söyledi.
Genelkurmay
Başkanlığının FETÖ yapılanmasına ilişkin raporlarından iddianameye delil olarak
konulan bölümleri okuyan Özkasnak, şunları ifade etti:
"Bu
örgütün ne kadar tehlikeli olduğu 15 Temmuz darbe girişiminden 19 yıl önce
Genelkurmay tarafından tespit edilip ortaya konuldu. Geldiğimiz nihai aşamada
her şey apaçık ortadayken süreç, BÇG üzerinden sözde darbe suçu haline
getirildi. Duruşmaların sadece son dördüne katılan savcı, eski savcı
Bilgili'nin her yanı kumpas olan iddianamesinin özetini çıkararak 60 sanığa
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep etti. Savcının hazır bulunmadığı
diğer duruşmalarda ortaya çıkan gerçekleri dikkate almadığı anlaşılıyor."
İddianameyi
düzenleyen Bilgili'nin, Genelkurmay'ın bu çabalarını irticayla değil, hükümetle
mücadele olarak gösterebilmek için sahte deliller ürettiğini savunan Özkasnak,
bu yapının gerçek yüzünün daha sonra görüldüğünü, TSK'nın o dönemde
gerçekleştirdiklerini hükümetin bugün yaptığını söyledi.
28 Şubat
dönemini postmodern darbe olarak nitelendirdiği iddiasına değinen Özkasnak,
sözlerini şöyle sürdürdü:
"2001’de
bir televizyon programına bağlanıp açıklamada geçen postmodern sözü benim icat
ettiğim bir kelime değildir, isim babası ben değilim. Daha önce bazı
gazeteciler de bu ifadeyi kullanmıştı. Ben bunun bir darbe olmadığını ifade
etmeye çalıştım ama zaman kısıtlı olduğu için meramımı anlatamadım. Ben
'Postmodern darbedir.' demedim. 'Bu postmodern darbedir.' diyenlere bunun darbe
olmadığını, toplumun, çağdaş değerlerini yok edilmesine yönelik bir tepkisi
olduğunu dile getirmeye çalıştım ama bunun darbe olduğuna inananlar hemen bu
sözün üzerine atladı ve söylediklerimi çarpıttı."
Özkasnak,
dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e hakaret ettiğinin öne sürüldüğünü,
böyle olmadığının mahkemede ortaya çıktığını, Sincan'da yürütülen tankları
komuta ettiği iddiasının da aynı şekilde gerçek dışı olduğunu söyledi.
Erol
Özkasnak, "Başbakana söyle istifa etsin." sözünü söylediği iddiasını
kabul etmedi ve "Böyle bir laf söylemiş olsam merhum Erbakan bundan en
azından yakın arkadaşlarına bahsetmez miydi?" dedi.
Özkasnak,
ABD kongresine başvurarak darbe için izin istedikleri iddiasını da
"gülünç" olarak nitelendirdi.
Duruşma,
sanık savunmalarıyla devam etti.
////////////////////////////////////////////////////////
28 Şubat Davası 2
Mart 2018'E Ertelendi
IHA
Ankara 5. Ağır Ceza
Mahkemesi'nde görülen davanın 101. celsesine sanıklar, taraf avukatları ve o
dönemde mağdur olan çok sayıda vatandaş katıldı. Davanın bugünkü celsesinde
sanıkların esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalarının alınmasına devam
edildi. Savunma yapan dönemin Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Erol
Özkasnak, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini söyledi. İddianamenin
bütünüyle FETÖ'cüler tarafından hazırlandığını öne süren Özkasnak,
"Genelkurmay'ın FETÖ'cülerin ileride ülkeye tehdit olacağına dair
çalışmaları iddianameyi suç delili olarak konmuştur. Ancak 17-25 Aralık'tan
sonra biz sanıklara yöneltilen bu suçlamalar Genelkurmay Karargahı'nın ne kadar
haklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Genelkurmay Başkanlığı 15 Temmuz'dan 19 yıl
önce bu örgütün tehdit olduğunu tespit ederken, Mustafa Bilgili'nin de dahil
olduğu örgüt maalesef el üstünde tutuluyordu. Bu davanının sadece 4 celsesine katılan
savcı, Mustafa Bilgili'nin iddianamesi üzerinden bizler için müebbet
istemektedir" diye konuştu.
Özkasnak, 2001
yılında bir televizyon programında 28 Şubat dönemi için "postmodern
darbe" ifadesini kullandığı iddiasını yalanladı. Bu ifadenin isim babasının
kendisi olmadığını söyleyen Özkasnak, bu ifadeyi basından duyduğunu kaydetti.
Özkasnak, katıldığı programda aksine bunun bir darbe olmadığını anlatmak
istediğini, zaman kısıtlılığından dolayı düşüncelerini anlatamadığını
savunarak, "Bu benim şahsi değerlendirmemdi. Bunun darbe olduğuna
inananlar hemen söylediklerimin üzerine atlamış ve çarpıtmışlardır" dedi.
"Kamuoyunda, 'Sincan'da tankları yürüten komutan'
olarak tanınıyorum"
Sanık Kara
Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Erdal Ceylanoğlu, kamuoyunda
"Sincan'da tankları yürüten komutan" önyargısı oluştuğunu, bunun
gerçeği yansıtmadığını belirtti. İddianameyi hazırlayan savcı Mustafa
Bilgili'nin FETÖ mensubu olduğunu sonradan öğrendiğini kaydeden Ceylanoğlu,
Bilgili'nin tutuklama talebiyle kendisini hakimliğe sevk ettiğini, bu
doğrultuda tutuklandığını, Ağustos 2013'de de tahliye edildiğini anlattı.
"Tankların çıkışına emir veren komutanlıklar", "güzergah ve
zamanı" ile "izinde bulunması" gibi unsurların tahliye edilmesine
dayanak oluşturduğunu ifade eden Ceylanoğlu, Sincan'da tankların yürütülmesinde
bir etkisinin olmadığını, kendisinin o tarihte yıllık izinde olduğunu öne
sürdü. Ceylanoğlu, yılda birkaç kez eğitim çalışmalarının yapıldığını iddia
ederek, "Bu kapsamda da önceden bir eğitim programı düzenlenmişti. İzinli
olduğum tarihte bu eğitim programının öne alındığını öğrendim. İzinli olmama
rağmen tankların geri dönmesini sağlamak için görevimin başına geçtim. Akşam
vakti yaklaşırken tankları orada, arazide mi bırakacaktım? Davanın başından itibaren
adım zorlama ile bu sözde suça bulaştırılmaya çalışıldığının en somut kanıtı
olan bu haklı soruma hiçbir cevap alamadım" şeklinde konuştu.
"Batı Çalışma Grubu'nun çalışmalarına
katılmadım"
Ceylanoğlu, alnının
ak olduğunu, cumhuriyete, devlete ve millete zarar verecek hiçbir davranışının
olmadığını söyledi. Ceylanoğlu, Batı Çalışma Grubu ile kendisinin ve birliğinin
hiçbir ilişkisinin olmadığını iddia ederek şunları kaydetti: "Batı Çalışma
Grubu, Genelkurmay Başkanlığı'nda kurulmuş normal çalışan bir gruptur. Batı
Çalışma Grubu'nun çalışmalarına katılmadım. Tümenimin hiçbir personeli de
kesinlikle Batı Çalışma Grubu faaliyetleriyle görevli veya irtibatlı değildir.
Bunu ima eden bir emare bile yoktur. Ağustos 1996'da planlanmış eğitim
tatbikatının uygulama zamanının öne alınmasından bilgim ve haberim yoktur.
Olması da mümkün değildir. Ayrıca bu süreçte ben izinliyim. İlgili olaydaki en
alt rütbede olan şahsımın komuta katının verebileceği bir emirden emir
verilmeden önce haberdar olmam mümkün değildir. İcra edilen askeri birlik
eğitim tatbikatı bir art niyete dayandırılmamalıdır. 4 Şubat'ta
gerçekleştirilen faaliyet 1960'lı yıllardan itibaren farklı aralıklarla rutin
bir şekilde yapılan eğitim tatbikatıdır. 51 yıl boyunca şerefli üniformamla
görev yaptım. Bu süre içerisinde kanunsuz bir emir almadım, emir vermedim.
Beraatimi talep ediyorum."
Ceylanoğlu'nun savunmasının tamamlanmasının ardından duruşmaya kısa bir ara verildi. Aranın tamamlanmasının ardından ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, davaya katılma talebinde bulunan iki kişinin talebini kabul etti. Esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapacak 16 sanığın kaldığını bildiren mahkeme, duruşmayı 2 Mart 2018'e erteledi.
Ceylanoğlu'nun savunmasının tamamlanmasının ardından duruşmaya kısa bir ara verildi. Aranın tamamlanmasının ardından ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, davaya katılma talebinde bulunan iki kişinin talebini kabul etti. Esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapacak 16 sanığın kaldığını bildiren mahkeme, duruşmayı 2 Mart 2018'e erteledi.
Abdullah Sarica
/////////////////////////////////////////////////////
“4 sene Genelkurmay Başkanlığı yaptım BÇG'yi duymadım”
28 Şubat davasının 101'inci
celsesi, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın esas hakkındaki
mütalaaya karşı savunmasıyla başladı...
16.02.2018
Ankara
5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve karar aşamasına gelen 28 Şubat davasının
101'inci celsesi, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın esas
hakkındaki mütalaaya karşı savunmasıyla başladı.
Hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen Karadayı,
heyete saygılarını sunduktan sonra, sağlık durumu sebebiyle oturarak savunma
yapmak için izin istedi. Başkan Mustafa Yiğitsoy'un "buyurun" demesinden
sonra savunmasına başlayan Karadayı, 28 Şubat'ın bazı siyasi partilerin iktidar
olma hırsıyla yaşanan, dini referans olarak kullanarak ülkeyi çağdışı bir
yaşama götürme amacı nedeniyle ortaya çıkan bir olay olduğunu söyledi.
İsmail Hakkı Karadayı’nın konuşmasının satırbaşları şöyle:
"-
28 Şubat'taki gerginliğin kaynağı TSK değildir.
-
Bu mütalaa ile ağır ve haksız bir iftiraya muhatap oluyorum.
-
Bu dava neden Erbakan'ın vefatından sonra açıldı. Çünkü taşıdığı vicdani
sorumluluk nedeniyle asla TSK'nın karşısında olmayacaktı. Zira o siyasi
gerçeklerin farkında olduğu gibi, silahlı kuvvetlerimizin bu gelişmelerde
hiçbir rolünün olmadığını gayet iyi biliyordu.
- Demirel'in söylediği
gibi bugünün çamaşırı dünün güneşiyle kurutulamaz.
- Bu mütalaayı halkımız
affetmeyeceği gibi tarihe bir hukuk rezaleti olarak geçecektir.
"BAŞA
GEÇME İHTİASIM OLSA CUMHURBAŞKANI'NIN TEKLİFİNİ KABUL EDERDİM"
- Başa geçme ihtirasım
olsa bırakın darbeyi, görevimin 1 yıl uzatılması hem de iki kez Cumhurbaşkanı
teklif ettiğinde olumlu bakardım.
- 54’üncü hükümet de, bir
koalisyon hükümeti olarak kurulmuş, ülkeyi yönetmeye başlamıştır.
Erbakan-Çiller koalisyonu (54’üncü hükümet) kuruluşundan bir süre sonra
maalesef, biraz önce arz edilen bu temel anayasal prensipleri zaman zaman
dışına kaymak sureti ile, özellikle dini siyasete alet ederek, irticai
gelişmelere kucak açmak, laik rejimi yıpratırcasına tavırlar takınmak, bazı
çevreleri bu hususta teşvik ve tahrik etmek, ayrıca basına yansıyan
yolsuzlukları gibi bir takım olumsuz tavır ve hareketler ile kamuoyunda ciddi
huzursuzluk yaratmıştı.
O
DÖNEMDE NELER OLMUŞTU
- O günleri iyi
hatırlamak ve konuya buradan girmek gerekir. Bu süreci siyasi gerginlik
başlatmıştır. Kışkırtma tamamen siyasi boyuttadır, toplumsal boyutta planlı bir
süreç hazırlama olgusu asla yoktur. Toplumda huzursuzluk yaratan bu tavır ve
hareketlerin bir kısmını hatırlatmak bakımından birer cümle ile kısaca
özetlersek:
*Merhum Erbakan’ın
kürsüye çıkıp, şeriat gelecek, kanlı mı olacak kansız mı olacak?
*Bir milletvekilinin,
iğne yapacağız uyanınca şeriatçı olacaklar,
*Atatürk’e, onun devrim
ve ilkelerine karşı açık saldırılar,
*Ayrıca Cumhuriyet
değerlerini tahrip edecek tutum ve davranışlar,
*Başbakan’ın, son derece
lüks araçlarla Başbakanlığa gelen takkeli, sarıklı, şalvarlı, sakallı bir kısım
tarikat mensuplarına verdiği iftar yemeği, (11 Ocak 1997)
*Yine kişisel olarak
Erbakan’ın ve ülkemizin itibarını düşüren bazı yurtdışı geziler (Libya, Mısır,
Cezayir, İran, Endonezya, Malezya), (2-7 Ekim 1996)
*Yine bir vekilin,
Cezayir’deki gibi kan akacak, fıstık gibi olacak, mantık dışı sözleri,
*Cihat çağrıları, ayrıca
ana caddelerde trafiği durduran toplu gösteri namazları,
*Sakallı, cübbeli ve
sarıklı Aczmendilerin, Ankara Kocatepe camiindeki şeriat çağrılar,
*Fatih camiinde, öğle
namazına müteakip, bir grubun ellerinde yeşil bayraklarla “şeriat isteriz,
yaşasın Hizbullah” çağrıları ile yürüyüşleri, (23 Şubat 1997)
*Sincan’da irticai
faaliyetler üzerine kurgulanmış Kudüs gecesi olayı (Belediye Başkanı Bekir
Yıldız 10 Ocak 1997)
*3 Kasım 1996’da Susurluk
kazasının ortaya çıkardığı karışık tablo,
*Güneydoğu’da başlayan
bazı illegal örgüt cinayetleri; domuz bağıyla bağlanmış şekilde öldürülerek
evlerin bodrum katına gömülen insan cesetleri
*İsimlerini saymak
istemediğim dönemin 3-4 milletvekilinin Cumhuriyet karşıtı söylemleri (Hasan
Hüseyin Ceylanlar, Hasan Mezarcı, Şevki Yılmaz, İbrahim Halil Çelik gibi
bazı isimler)
*11 Şubat 1997 Ankara’da
şeriata karşı kadın yürüyüşü
*Ayrıca daha önce
söylediğim, önemli yolsuzluk iddiaları…
“ÇİLLER
BAŞBAKAN OLARAK GÖREVİ TESLİM ALSA İDİ, BUGÜN BİZLERİ HEDEF ALAN BÖYLE BİR DAVA
AÇILACAK MI İDİ”
- Ben 50 yılı aşkın
meslek hayatımda ilk defa, temelsiz ve uydurma bir iddianame ile mahkeme
karşısına çıkmış bulunuyorum.
- Bu suçlama neye göre ve
hangi maddi delillere göre yapılmıştır? Onu anlamak mümkün değildir. Hala da ne
için yargılandığımızı anlamış da değiliz. Teşhis yanlış olursa tedavi doğru
olabilir mi? Elbetteki olamaz, mümkünde değildir.
- Acaba merhum Erbakan’ın
dilekçesi aynen kabul edilip, Sn Çiller Başbakan olarak görevi teslim alsa idi,
bugün bizleri hedef alan böyle bir dava açılacak mı idi?
"BU
ÜLKEMİZE YAPILAN EN BÜYÜK KÖTÜLÜK VE VATANA İHANETTİR"
- 28 Şubat’ı bu açıdan da
değerlendirmek gerekir. O günlerde her şey normal bir siyasi akış içinde
giderken, bu huzursuzluğun ortaya çıkış sebepleri nelerdir, neden ortaya çıkmış
ve ülkemize sıkıntılar yaratarak bizleri neden bu hale getirmiştir. Bu
gerginliğin sebepleri nelerdir? Sebep olanlar kimlerdir, ülkemizde huzursuzluk
yaratacak neler yapmışlardır? Öncelikle onu görmek ve değerlendirmek gerekir.
Oysa o günlerdeki
huzursuzluğu yaratanlar, sebep olanlar unutuluyor ve bunlar bugün, derleme,
toplama ve baskılarla yaratılan, toplu kronik mağdurlar görüntüsüne bürünerek,
kendilerine göre, olmayan bir darbeyi olmuş gibi göstererek, yüce yargıdan ordu
aleyhine çıkacağını düşündükleri, mutlu sonuçlara odaklanıyorlar. Bu insanlığa
yakışmayacak bir duruştur.
Aslında bugünün gerçek
mağdurları, yasalara uygun olarak ülkesine her kademede, şerefle hizmet etmeye
gayret eden asker ve sivil vatandaşlardır.
- Burada, dün ve bugün,
içeriden ve dışarıdan ordu aleyhine kampanya açanların esas maksatları, Türk
Silahlı Kuvvetlerini yıpratma sürecine destek vermektir. Bu da ülkemize yapılan
en büyük kötülüktür ve vatana ihanettir. Bölgesel tehdit her gün gittikçe
artmaktadır. Dünya coğrafyasında ülkemizin jeopolitik ve jeostratejik yapısı
dikkate alındığında, her zaman siyaset dışında kalmış güçlü bir orduya olan
ihtiyacımız varlığımızın temel unsurudur. Tarihimizi iyi bilmek zorundayız.
Ordumuzu korumak varlığımızın temelini korumaktır. Bizim bizden başka dostumuz
yoktur. Bu bilinçle yaşayan silah arkadaşlarımızın aklından, yukarıda
uydurulduğu gibi yasa dışı bir eylem asla geçmemiştir.
- Hizmetle ilgili olarak
54’üncü hükümetle ilişkimizde hiçbir problem olmadığı gibi, hükümetinde
gerektiğinde silahlı kuvvetlerimize vermiş olduğu her türlü desteği de inkar
etmemiz mümkün değildir. Kişisel düzeyde de, hiyerarşik yapı içindeki sağlıklı
ilişkiler her zaman aynen devam etmiştir, bunlara herkes şahittir, aksini kimse
söyleyemez.
- 30 Ağustos 1998’de
Ordudan ayrıldım. Ayrılırken Cumhuriyet tarihinde ilk defa Devlet Şeref
Madalyası ile taltif edilen kişi ben oldum. Bu madalyanın veriliş sebebi, Sayın
Cumhurbaşkanı’nın imzaladığı belgede açıklanmaktadır. Bunu hizmetlerimi daima
yasalar çerçevesinde yaptığımın bir belgesi olarak kabul ediyor ve onur
duyuyorum.
- Hayatın cilvesine
bakınız ki, bugün, 21 yıl sonra, gazete kupürlerine ve bir takım medya
yorumlarına dayanan, garip bir hayali darbe iddianamesi ve mütalaası karşısında,
burada sanık olarak savunma durumunda bulunmaktayım."
“4
SENE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI YAPTIM BÇG'Yİ DUYMADIM”
Karadayı'nın savunmasını
tamamlamasından sonra Başkan Mustafa Yiğitsoy, Tansu Çiller'in Sincan'da
tankların yürütülmesi konusunda kendine bilgi verilmediği şeklindeki ifadesini
hatırlattı. Karadayı şu karşılığı verdi:
"Bana
Sayın Cumhurbaşkanı sordu. Ben bilmiyordum, 'öğrenip size bilgi vereyim' dedim.
Çiller'le bir ilişkim olmadı. Çünkü çok afedersiniz... Neyse... Bazı şeyleri
farklı da... Ertesi gün Genelkurmay açıklama yaptı. Bu konuyla ilgili fazla
bilgim yok."
Başkan Yiğitsoy'un ikinci
sorusu BÇG'ye ilişkin oldu. Başkan, Başbakanlık genelgesinin dağıtımında
Genelkurmay'ın bulunmadığını hatırlatarak, irticayla mücadele için bir çalışma
grubu kurulması konusunda kendisinin sözlü veya yazılı talimat verip
vermediğini sordu. Karadayı, Karargah çalışmalarını 2. Başkanın yürüttüğünü,
yapılan çalışmaların sonucunun komutana arz edildiğini anlattı. Bunun üzerine
Başkan Yiğitsoy, şunları söyledi:
"Biz karargah
çalışmalarının şeklini bilmiyoruz. Pek çok çalışma grubu var. O dönem sizin
bilginiz, onayınız olmadan kendi kafalarına göre grup kurar mıydı? Size bilgi
vermezler miydi?"
Karadayı,
"Kendi aralarında değerlendirirler, sonucu arz ederler. Bunları 2. Başkan
takdir eder. Grubun adı Genelkurmay Başkanına lazım değildir. Lazım olan
bilgidir. 4 sene Genelkurmay Başkanlığı yaptım. BÇG'yi duymadım,
söylenmedi."
Karadayı'nın bu beyanları
üzerine Çetin Doğan açıklama yapmak istedi, ama Başkan duruşmaya ara verdi.
DURUŞMADAN NOTLAR
- AKP Genel Başkan Yardımcısı Ravza Kavakçı
başkanlığındaki bir heyet Karadayı’nın savunmasını dinledi.
- İlk defa CHP’den bir İSİM 28 Şubat davasına geldi.
Bu isim; Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen’di.
- Başkan Mustafa Yiğitsoy yoğunluk nedeniyle duruşma
başladıktan sonra giriş çıkışları yasakladı. Bu nedenle kapı kilitlendi.
- Herkesin yoğun bir şekilde takip ettiği Karadayı’nın
savunması sırasında dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir
gelmedi. Daha önceki ifadelerinde BÇG konusunda benzer şeyler söyleyen
Karadayı’ya kırgın olduğu öne sürülen Çevik Bir’in salona gelmeyerek tepki
gösterdiği yorumları yapıldı.
- Verilen aradan sonra duruşma yeniden başladığında
Çetin Doğan’ın da salonda olmadığı görüldü.
"EFENDİ
EFENDİ EMEKLİLİĞİMİZİ YAŞAYAMADIK"
Duruşmanın öğleden
sonraki bölümü Ünal Akbulut'un savunmasıyla başladı. Tutukluluğun 400'üncü
gününde hakim karşısına çıkıp, dertlerini anlatma fırsatı bulduklarını, ancak
tutukluluğa devam kararı verildiğini belirten Akbulut, şunları anlattı:
"Bir avukatın
itirazı üzerine hakime hanım, 'Beğenmiyorsanız itiraz edin. Benim
kararım olduğunu mu sanıyorsunuz' deyip, arkasını dönüp gidince
adalete inancımı yitirdim. Bir süre sonra tahliye edildim. Hayata tutunmaya çalışırken,
bu sefer de savcı mütalaası çıktı. Efendi efendi emekliliğimizi
yaşayamadık. Kim, kimler öldürülmüş? Kimin üzerine bombalar atılmış ki,
ağırlaştırılmış müebbet isteniyor? Bu, suyumu bulandırdın diyerek, kurdun
kuzuyu yemesine benziyor."
“BIRAKIN
BÇG'DE ÇALIŞMAYI…”
Sanıklardan Ruşen Bozkurt
da uzmanlık alanının irticai örgütler değil PKK ve bölücü örgütler olduğunu
kaydederek, şunları söyledi:
"BÇG İç Güvenlik
Harekat Dairesi içinde yer aldığı için burada görev yaptığım varsayılmış.
BÇG'de yer almadım, hiçbir toplantısına katılmadım, hiçbir belgeden haberim
yok. Basın temsilcilerine verilen brifingde görev almakla suçlanıyorum. Kolluk
ve savcılıkta bana bu konuda soru sorulmadığı halde ben anlattım. Evet, 29
Nisan 1997'de verilen PKK terör örgütüyle mücadele konulu brifingde görev
aldım. Sunum odasında durdum, Kıbrıs ve Yunan konulu ikinci brifing
başlayınca ayrıldım. Soru ve beyanlardan haberdar değilim. Aynı konuda yerli ve
yabancı basın mensuplarına 100 civarında brifing hazırladım. Bırakın BÇG'de
çalışmayı, orada görevlendirilen personelden destek, yardım aldık. Brifing suç
isnadını değil takdiri gerektirir."
“DÜZMECE
BELGELERE RAĞMEN ÜZERİME SUÇ BULAŞMIYOR”
Bozkurt, "insani
iki cümle söylemek istiyorum" diyerek, savunmasını şu ilginç
ifadelerle tamamladı:
"Hiçbir
belgenin sahte, düzmece olduğunu ifade etmedim. Çünkü düzmece belgelere rağmen
üzerime suç bulaşmıyor. İkincisi, adalet mülkün temelinden şunu anlıyorum, ben
devletin memuruyum. Maddi gerçeğe ulaşılabilmesi için bildiklerimi anlattım. Genelkurmay
Başkanı’ndan komutanlar, binlerce evrak oluşturanlar konuşmuyor, 7-8 kişilik
BÇG'nin hükümeti devirdiği algısı oluşuyor BÇG'de görev alan arkadaşlarımızın
vicdani ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünüyorum."
SAVCI
VE AVUKAT ARASINDA TARTIŞMA
Akbulut ve Bozkurt'un
Avukatı Coşkun Özbudak savunmasında, "Mütalaayı veren sayın savcıya
soruyorum, İrticayla mücadeleyi suç sayan sabık savcıyla aynı fikirde
misiniz?" ve "Kimin Yahudi olduğuna ben karar veririm
gibi" ifadelerini kullanınca duruşmada şu tartışma yaşandı:
Savcı
M. Hanifi Yıldırım: Kimin
mürteci olduğuna bu beyler mi mi karar verir?
Başkan
Yiğitsoy: Bana bakın.
Av.
Özbudak: Takdir, ödüller
kime, neye göre suç, kime, neye göre değil? Kimin Yahudi olduğuna kim karar
verdi? Ben burada kimseyi rencide etmek istemiyorum, savunmamı renklendirmek
istiyorum.
Başkan
Yiğitsoy: Burası mahkeme.
İşte soruyorum falan, cevap verirse... Burası tartışma programı değil.
Savcı
Yıldırım: Mehmet Akif'in
irtica şiirini de oku.
Başkan
Yiğitsoy: Lütfen sayın
savcı!.. Şimdi savcılık size cevap verirse tartışma programına döner. Savcı
kamu görevi yapıyor, babasının hayrına burada durmuyor. Mütalaasını verdi,
beğen beğenme...
Savcı
Yıldırım: Cumhuriyetin
savcısı olmaktan gerçekten iftihar ediyorum. Ayrıca şunu söylemek isterim,
şerefli Türk Ordusunun Mete Han'dan beri Türk benliğinin çelikleşmiş bir
ifadesi olduğuna tüm benliğimle inanıyorum.
Av. Özbudak, savunmasını
tamamladıktan sonra, "Kastımı aştıysam, özür dilerim" dedi.
Savcı Yıldırım da, "Özüre gerek yok. Savunma hakkı kutsaldır"karşılığını
verdi.
“GENELKURMAY
15 TEMMUZ'DAN 19 YIL ÖNCE BU ÖRGÜTÜN TEHDİT OLDUĞUNU TESPİT EDERKEN…”
Dönemin Genelkurmay
Başkanlığı Genel Sekreteri Erol Özkasnak da savunmasına, "İddianame
bütünüyle FETÖ'cüler tarafından hazırlanmıştır"sözleriyle başladı ve
şöyle devam etti:
"Mustafa Bilgili'nin
iddianameyi hazırladığı dönemde Fetullah Gülen ve cemaat el üstünde, yüksek
konumda tutuluyordu. Genelkurmay'ın FETÖ'cülerin ileride ülkeye tehdit
olacağına dair çalışmaları iddianameye suç delili olarak konmuş, ama 17/25
Aralık'tan sonra biz sanıklara yöneltilen bu suçlamalar Genelkurmay
Karargahı’nın ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Genelkurmay
Başkanlığı 15 Temmuz'dan 19 yıl önce bu örgütün tehdit olduğunu tespit ederken,
Mustafa Bilgili'nin de dahil olduğu cemaat maalesef el üstünde tutuluyordu. Bu
davanın sadece 4 celsesine katılan sayın savcı, Bilgili'nin iddianamesi
üzerinden bizler için müebbet istemektedir."
Özkasnak, dava açılmadan
önce büyük bir algı operasyonu yürütüldüğüne dikkat çekerken, bu operasyonu
yapanların başında Nazlı Ilıcak, Ahmet-Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Mümtazer
Türköne ve Mehmet Ali Birand'ın geldiğini söyledi.
“BUNUN
İSİM BABASI BEN DEĞİLİM”
Özkasnak, 2001 yılında
bir televizyon programında 28 Şubat için "postmodern
darbe" ifadesini kullandığı iddiasını ise şöyle yalanladı:
"Bu
ifadeyi icat eden, bunun isim babası ben değilim. Gazeteler yazıyordu, Cengiz
Çandar kullandı. Aksine bunun bir darbe olmadığını anlatmak istemiştim, ama
zaman kısıtlı olduğundan meramımı anlatamadığım anlaşılıyor. Şahsi
değerlendirmemdi. Bunun darbe olduğuna inanlar söylediklerimin üzerine atlamış
ve çarpıtmışlardır."
Sincan'da yürütülen
tankların komutanının kendisinin olduğunun, dönemin İçişleri Bakanına
kendisinin hakaret ettiğinin öne sürüldüğünü hatırlatan Özkasnak, "Çok
şükür duruşmalarda gerçekler ortaya çıktı. Yoksa durumum çok kötüydü. Bu kadar
yalan dolan, dünyada böyle bir medya yok. Bu ülkeyi batırırsa bu medya
batırır" dedi. Özkasnak, davanın tanıklarından Cumhurbaşkanlığı
Başdanışmanı İlnur Çevik'i eleştirirken de, "Hakkında söylenecek
çok şey var da burada söylemek uygun olmaz" ifadelerini kullandı.
Özkasnak'tan sonra
konuşan Avukatı Ömer Çelikkesen, Çetin Doğan'ın Erbakan'ın basın toplantısını
izletme talebinin kabul edilmemesini yanlış bulduğunu ve ihsas-ı rey olarak
değerlendirdiğini söyledi. Mahkemede izlettirilmemesinden sonra o videonun
izlenme rekoru kırdığını da kaydeden Av. Çelikkesen, davanın sonuna gelindiği
halde hala suç tarihinin belli olmadığına dikkat çekince şu diyaloglar yaşandı:
Başkan Yiğitsoy: Kararda
açıklarız!.. Aslında geçen duruşmada söyledik, hükümetin düştüğü tarih belli.
Savcı
Yıldırım: Davanın adından
belli değil mi? Suç da belli, adı da belli. 23 Haziran.
Başkan
Yiğitsoy: Tamam, devam edin.
Av.
Çelikkesen: Tarihte bir ilk
yaşandı, onu da belirteyim.
Dönemin Zırhlı Birlikler
Okulu ve Eğitim Tümen Komutanı Erdal Ceylanoğlu savunmasında, "Sincan'da
tankları yürüten komutan" algısının gerçekle ilgisinin
bulunmadığını belirterek, tankların Sincan'dan geçiş tarihine tutuklanıp Sincan
Cezaevine konulduğunu vurguladı. Ceylanoğlu şöyle devam etti:
"Tarihlerin
çakışması bir tesadüf müdür, yoksa sözde savcı ve hakimlerin önceden
planlamalarının gereği midir? 28'e 28... O gün izinliydim. Olayı duyunca iznimi
kestim ve yapmam gerekenleri yaptım. Ne yapmam gerekiyordu da yapmadım? İsmimin
son anda sembol olarak mütalaaya dahil edildiği anlaşılmaktadır. BÇG ile benim
ve birliğimin hiçbir ilgisi kurulamaz ve yoktur."
Davanın neticelenmesine
yakın hakkindaki algı operasyonlarının arttığına dikkat çeken Ceylanoğlu,
Kasım'daki duruşmada katılan Abdurrahman Dilipak'ın nasıl yalan ifade verdiğini
o celsenin tutanaklarından aktarıp, "Dehşete düştüm. Bunu birileri
getiriyor" dedi.
Ceylanoğlu tankların
yürüdüğü gün iznini kesip, neler yaptığını yeniden anlatırken, Savcı Mehmet
Hanifi Yıldırım soru sormak istedi. Ancak Başkan Mustafa Yiğitsoy, "Durun!..
Bitirsin ondan sonra sorarsın" diye müdahale etti. Ceylanoğlu,
izinden dönüp, tankları kışlaya döndürdüğünü söylerken de Savcı Yıldırım, "Senin
komutanın vardı. O döndürürdü Erdal Paşa" dedi. Ceylanoğlu
devamında şöyle konuştu:
"Tankları
kışlasına döndürmek suç mudur? Dışarıda mı kalacaktı. 20 yıl önceki bu olaydan
2 yıl sonra orgeneral oldum ve KKK'na atandım. Bu, davaya dahil edilmemden 2
yıl önce olmuştur ve biliyorsunuz istifayla ayrıldım. Suç işlemiş biri bu
göreve getirilir mi?"
Başkan Yiğitsoy'un isteği
üzerine Ceylanoğlu'nun Avukatı Erol Aras savunmasını daha sonra yapabileceğini
söyleyince mahkeme ara verdi.
Pazartesi gününden beri
devam eden duruşmada haklarında ağırlaştırılmış müebbet istenen sanıklardan
30'u savunma yaptı.
Ceylanoğlu'nun
savunmasının ardından saat 22.45'te ara kararını açıklayan mahkeme kalan 16
sanığın da savunmasını almak üzere duruşmayı 2 Mart'a erteledi.
.............................
///////////////////////////////////////////////
//////////////////////////////////////////////
Erbakan hayatta olsa, FETÖ'cülere en güzel cevabı
verecekti
28 Şubat davasının 100'üncü
celsesi yapıldı...
15.02.2018
https://odatv.com/erbakan-hayatta-olsa-fetoculere-en-guzel-cevabi-verecekti-15021819.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder