17 Şubat 2018 Cumartesi

DEZ-ENFERMASYON ve Erol Özkaznak: “Ülkeyi batırırsa medya batırır

Bir video sahtekarlık..
Ve
Dezenfarmasyon..
Sahtesi :
Gerçeğ.:

ve
Erol Özkaznak: “Bu ülkeyi batırırsa bu medya batırır”
Görüntünün olası içeriği: yazı
DEZENFERMASYON
28 şubat sürecinin "parlayan/yükselen/ışıldayan yıldızı", 28 Şubat’în “medya yüzü”    dönemin Genelkurmay Genel Sekreterliğini yapanb tümgeneral Erol Özkaznak  dün (16 Şubat 2018) son savunması için Hakim önüne geçti.
Genelkurmay adına basına  demeç,bilgi veren üç kişiden birinin kendiis olduğunu  söyleyerek üzerine basa basa “D e z e n f a r ma s y o n. .” diyerek 28 şubat’da ki medya manşetleri ve tv yayınlarının  “doğru “olmadığını iddia edti ve “bu “Bu ülkeyi batırırsa bu medya batırır” dedi.
Oysa  o dönem hakiki haberleri yalanlıyor, yalan haberlerede  ses çıkarmayıp toplumda istedikleri algının oluşmasına yol açıyorlardı.
O gün “medya bülbülü “ konumundaki kişiş bu gün mahkeme önünde sanık olunca Medya’dan şikayet ediyor..
İbretle; seyredip  dinledim..
Keşke şerfli milletin şerefli ordusu; kimi çıkarcı ve güç odaklarının gazına gelerek  hareket eden millete onca sıkıntı ve zulum yaşatan bir avuç çete mensubunun hareketiyle bu duruma düşürülmese, o günün kuvetli kişileri zalimler de   ahir ömürlerinde mahkeme önüne  çıkma durumunda kalınmasaydı..
Yukarda verdiğim linklerde ki görüntüler kasıtlı medyanın hakikati nasıl da çarpıttığını göz önüne seriyor.
Keşke Özkasnak ve diğerleri buna çanak tutmasa, kimi medya yalanlarına karşı hemen  hakikati o gün haykırsalardı.
 Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, şapka ve yakın çekim

///////////////////////////////////

28 Şubat Davası


ANKARA (AA) - 28 Şubat dönemine ilişkin aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir'in de aralarında bulunduğu 103 sanığın, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı davaya, sanıkların esas hakkındaki savunmalarının alınması ile devam edildi.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen ve sanıklar ile müştekilerle tarafların avukatlarının katıldığı duruşmanın öğleden sonraki bölümünde savunmasını yapan emekli Tuğgeneral Ünal Akbulut, üzerine atılı suçları reddetti, yasa dışı hiçbir faaliyette bulunmadığını söyledi.
1994-1997 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı İç Güvenlik Harekat Dairesinde plan proje subayı olarak görev yaptığını ve bu göreve teamüllere göre atandığını anlatan Akbulut, "Göreve başladığım 1994 yılında ne Refahyol vardı ne de 28 Şubat kararları. Görevden ayrıldığım dönemde de 54. hükümet görevinin başındaydı. Dolayısıyla atanmama farklı anlamlar yüklenmesi beyhude bir çabadır." dedi.
Batı Çalışma Grubu (BÇG) faaliyetleri kapsamında tarikat ve ibadet yerlerini takiple görevlendirildiği iddiasını kabul etmeyen Akbulut, 10 Nisan 1997 tarihli emirle kurulan BÇG'nin, görev yaptığı plan şubeyle ilgisinin bulunmadığını, şubesinin PKK ile ilgilendiğini, BÇG'nin ise irtica iç tehdidine karşı kurulduğunu söyledi.
BÇG'nin kurulduğu tarihlerde Genelkurmay Başkanlığındaki görevinden başka bir yere atandığını dile getiren Akbulut, BÇG'nin görev yaptığı yere giriş yetkisi bulunan personele ilişkin dosyada bulunan belgenin düzmece olduğunu savundu.
28 Şubat davasının FETÖ kumpası olduğunu öne süren Akbulut, iddianameyi hazırlayan FETÖ sanığı eski savcı Mustafa Bilgili'nin kendileri gibi düşük rütbeli subayları, komuta kademesine ulaşmak için araç olarak kullanıldığını savundu.
28 Şubat davası da dahil FETÖ'nün kumpas davalarında büyük benzerlikler bulunduğunu anlatan Akbulut, örgütün kendi mensuplarını ordu içine yerleştirmek için bu davaları kurguladığını, nihayetinde ordu içine yerleştirilip önü açılarak hızla yükseltilen FETÖ mensuplarının 15 Temmuz'da darbe girişiminde bulunduklarını ifade etti.
- "İrticayla ilgili brifinglere katılmadım"
Sanıklardan emekli Albay Ruşen Bozkurt, BÇG içinde yer alıp bu yolla hükümeti cebir ve şiddet kullanarak devirdiği iddiasını kabul etmediğini söyledi.
Genelkurmay Başkanlığı İç Güvenlik Harekat Dairesine atanma sürecini anlatan Bozkurt, harp okulundan mezun olduktan sonra gönüllü olarak Şırnak'a gittiğini, bu sürede yurt içi ve yurt dışında birçok operasyonu planladığını, başarılı çalışmalarından dolayı 1996'da Genelkurmay karargahına tayin edildiğini belirtti.
Genelkurmay'da PKK ve bu örgütle bağlantılı diğer örgütlerle ilgili görevlendirildiğini söyleyen Bozkurt, irticayla mücadele konusunda bir bilgisinin olmadığını, dolayısıyla bu alanda görevlendirilmesinin söz konusu olamayacağını öne sürdü.
BÇG'nin görev yaptığı yere giriş yetkisi bulunan kişilere ilişkin listenin sahte olduğunu öne süren Bozkurt, 28 Şubat döneminde irticayla ilgili brifinglere katılmadığını, Irak'ın kuzeyine düzenlenen operasyonu da hatırlatarak, kendisinin terörle mücadeleyle ilgili aralarında yabancıların da olduğu heyetlere brifingler sunduğunu dile getirdi.
- "Kimin mürteci olduğuna devlet mi karar verir?"
Sanıklar Akbulut ve Bozkurt'un avukatı Avukat Coşkun Özbudak, savunma sırasında, Nazi Almanyası döneminden örnekler verip "Kimin Yahudi olduğuna ben karar veririm." sözünü kullanınca, savcı Mehmet Hanifi Yıldırım, "Kimin mürteci olduğuna devlet mi karar verir?" diye sordu.
Bunun üzerine avukatla savcı arasında tartışma oldu. Savcının, Mehmet Akif Ersoy'un konuyla ilgili şiirini de okumasını istediği avukat, "Takdir, ödüller kime, neye göre suç, kime, neye göre değil? Kimin Yahudi olduğuna kim karar verdi? Ben burada kimseyi rencide etmek istemiyorum, savunmamı renklendirmek istiyorum." dedi.
Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy araya girerek, "Burası tartışma programı değil. Şimdi savcılık size cevap verirse tartışma programına döner. Savcı kamu görevi yapıyor, babasının hayrına burada durmuyor. Mütalaasını verdi, beğen beğenme." diye konuştu.
Daha sonra söz alan savcı Yıldırım, "Cumhuriyetin savcısı olmaktan gerçekten iftihar ediyorum. Ayrıca şunu söylemek isterim. Şerefli Türk ordusunun Mete Han'dan beri Türk benliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olduğuna tüm benliğimle inanıyorum." dedi.
- "19 yıl önce söyledik"
Daha sonra savunma yapan sanıklardan dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, iddianamenin bütünüyle FETÖ'cüler tarafından hazırlandığını, FETÖ sanığı eski savcı Bilgili'nin iddianameyi yazdığı dönemde "Fetullah Gülen cemaatinin" el üstünde tutulduğunu, bu nedenle Genelkurmay'ın, brifing ve bilgi notlarında "Gülen cemaatinin" ülkenin başına ileride nasıl belalar açacağından bahsetmesinin savcı tarafından iddianameye suç delili olarak konulduğunu söyledi.
Genelkurmay Başkanlığının FETÖ yapılanmasına ilişkin raporlarından iddianameye delil olarak konulan bölümleri okuyan Özkasnak, şunları ifade etti:
"Bu örgütün ne kadar tehlikeli olduğu 15 Temmuz darbe girişiminden 19 yıl önce Genelkurmay tarafından tespit edilip ortaya konuldu. Geldiğimiz nihai aşamada her şey apaçık ortadayken süreç, BÇG üzerinden sözde darbe suçu haline getirildi. Duruşmaların sadece son dördüne katılan savcı, eski savcı Bilgili'nin her yanı kumpas olan iddianamesinin özetini çıkararak 60 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep etti. Savcının hazır bulunmadığı diğer duruşmalarda ortaya çıkan gerçekleri dikkate almadığı anlaşılıyor."
İddianameyi düzenleyen Bilgili'nin, Genelkurmay'ın bu çabalarını irticayla değil, hükümetle mücadele olarak gösterebilmek için sahte deliller ürettiğini savunan Özkasnak, bu yapının gerçek yüzünün daha sonra görüldüğünü, TSK'nın o dönemde gerçekleştirdiklerini hükümetin bugün yaptığını söyledi.
28 Şubat dönemini postmodern darbe olarak nitelendirdiği iddiasına değinen Özkasnak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"2001’de bir televizyon programına bağlanıp açıklamada geçen postmodern sözü benim icat ettiğim bir kelime değildir, isim babası ben değilim. Daha önce bazı gazeteciler de bu ifadeyi kullanmıştı. Ben bunun bir darbe olmadığını ifade etmeye çalıştım ama zaman kısıtlı olduğu için meramımı anlatamadım. Ben 'Postmodern darbedir.' demedim. 'Bu postmodern darbedir.' diyenlere bunun darbe olmadığını, toplumun, çağdaş değerlerini yok edilmesine yönelik bir tepkisi olduğunu dile getirmeye çalıştım ama bunun darbe olduğuna inananlar hemen bu sözün üzerine atladı ve söylediklerimi çarpıttı."
Özkasnak, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e hakaret ettiğinin öne sürüldüğünü, böyle olmadığının mahkemede ortaya çıktığını, Sincan'da yürütülen tankları komuta ettiği iddiasının da aynı şekilde gerçek dışı olduğunu söyledi.
Erol Özkasnak, "Başbakana söyle istifa etsin." sözünü söylediği iddiasını kabul etmedi ve "Böyle bir laf söylemiş olsam merhum Erbakan bundan en azından yakın arkadaşlarına bahsetmez miydi?" dedi.
Özkasnak, ABD kongresine başvurarak darbe için izin istedikleri iddiasını da "gülünç" olarak nitelendirdi.
Duruşma, sanık savunmalarıyla devam etti.
////////////////////////////////////////////////////////

28 Şubat Davası 2 Mart 2018'E Ertelendi

IHA
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 101. celsesine sanıklar, taraf avukatları ve o dönemde mağdur olan çok sayıda vatandaş katıldı. Davanın bugünkü celsesinde sanıkların esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalarının alınmasına devam edildi. Savunma yapan dönemin Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Erol Özkasnak, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini söyledi. İddianamenin bütünüyle FETÖ'cüler tarafından hazırlandığını öne süren Özkasnak, "Genelkurmay'ın FETÖ'cülerin ileride ülkeye tehdit olacağına dair çalışmaları iddianameyi suç delili olarak konmuştur. Ancak 17-25 Aralık'tan sonra biz sanıklara yöneltilen bu suçlamalar Genelkurmay Karargahı'nın ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Genelkurmay Başkanlığı 15 Temmuz'dan 19 yıl önce bu örgütün tehdit olduğunu tespit ederken, Mustafa Bilgili'nin de dahil olduğu örgüt maalesef el üstünde tutuluyordu. Bu davanının sadece 4 celsesine katılan savcı, Mustafa Bilgili'nin iddianamesi üzerinden bizler için müebbet istemektedir" diye konuştu.
Özkasnak, 2001 yılında bir televizyon programında 28 Şubat dönemi için "postmodern darbe" ifadesini kullandığı iddiasını yalanladı. Bu ifadenin isim babasının kendisi olmadığını söyleyen Özkasnak, bu ifadeyi basından duyduğunu kaydetti. Özkasnak, katıldığı programda aksine bunun bir darbe olmadığını anlatmak istediğini, zaman kısıtlılığından dolayı düşüncelerini anlatamadığını savunarak, "Bu benim şahsi değerlendirmemdi. Bunun darbe olduğuna inananlar hemen söylediklerimin üzerine atlamış ve çarpıtmışlardır" dedi.
"Kamuoyunda, 'Sincan'da tankları yürüten komutan' olarak tanınıyorum"
Sanık Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Erdal Ceylanoğlu, kamuoyunda "Sincan'da tankları yürüten komutan" önyargısı oluştuğunu, bunun gerçeği yansıtmadığını belirtti. İddianameyi hazırlayan savcı Mustafa Bilgili'nin FETÖ mensubu olduğunu sonradan öğrendiğini kaydeden Ceylanoğlu, Bilgili'nin tutuklama talebiyle kendisini hakimliğe sevk ettiğini, bu doğrultuda tutuklandığını, Ağustos 2013'de de tahliye edildiğini anlattı. "Tankların çıkışına emir veren komutanlıklar", "güzergah ve zamanı" ile "izinde bulunması" gibi unsurların tahliye edilmesine dayanak oluşturduğunu ifade eden Ceylanoğlu, Sincan'da tankların yürütülmesinde bir etkisinin olmadığını, kendisinin o tarihte yıllık izinde olduğunu öne sürdü. Ceylanoğlu, yılda birkaç kez eğitim çalışmalarının yapıldığını iddia ederek, "Bu kapsamda da önceden bir eğitim programı düzenlenmişti. İzinli olduğum tarihte bu eğitim programının öne alındığını öğrendim. İzinli olmama rağmen tankların geri dönmesini sağlamak için görevimin başına geçtim. Akşam vakti yaklaşırken tankları orada, arazide mi bırakacaktım? Davanın başından itibaren adım zorlama ile bu sözde suça bulaştırılmaya çalışıldığının en somut kanıtı olan bu haklı soruma hiçbir cevap alamadım" şeklinde konuştu.
"Batı Çalışma Grubu'nun çalışmalarına katılmadım"
Ceylanoğlu, alnının ak olduğunu, cumhuriyete, devlete ve millete zarar verecek hiçbir davranışının olmadığını söyledi. Ceylanoğlu, Batı Çalışma Grubu ile kendisinin ve birliğinin hiçbir ilişkisinin olmadığını iddia ederek şunları kaydetti: "Batı Çalışma Grubu, Genelkurmay Başkanlığı'nda kurulmuş normal çalışan bir gruptur. Batı Çalışma Grubu'nun çalışmalarına katılmadım. Tümenimin hiçbir personeli de kesinlikle Batı Çalışma Grubu faaliyetleriyle görevli veya irtibatlı değildir. Bunu ima eden bir emare bile yoktur. Ağustos 1996'da planlanmış eğitim tatbikatının uygulama zamanının öne alınmasından bilgim ve haberim yoktur. Olması da mümkün değildir. Ayrıca bu süreçte ben izinliyim. İlgili olaydaki en alt rütbede olan şahsımın komuta katının verebileceği bir emirden emir verilmeden önce haberdar olmam mümkün değildir. İcra edilen askeri birlik eğitim tatbikatı bir art niyete dayandırılmamalıdır. 4 Şubat'ta gerçekleştirilen faaliyet 1960'lı yıllardan itibaren farklı aralıklarla rutin bir şekilde yapılan eğitim tatbikatıdır. 51 yıl boyunca şerefli üniformamla görev yaptım. Bu süre içerisinde kanunsuz bir emir almadım, emir vermedim. Beraatimi talep ediyorum."
Ceylanoğlu'nun savunmasının tamamlanmasının ardından duruşmaya kısa bir ara verildi. Aranın tamamlanmasının ardından ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, davaya katılma talebinde bulunan iki kişinin talebini kabul etti. Esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapacak 16 sanığın kaldığını bildiren mahkeme, duruşmayı 2 Mart 2018'e erteledi. 
Abdullah Sarica
/////////////////////////////////////////////////////
“4 sene Genelkurmay Başkanlığı yaptım BÇG'yi duymadım”
28 Şubat davasının 101'inci celsesi, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasıyla başladı...

16.02.2018 
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve karar aşamasına gelen 28 Şubat davasının 101'inci celsesi, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasıyla başladı.
Hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen Karadayı, heyete saygılarını sunduktan sonra, sağlık durumu sebebiyle oturarak savunma yapmak için izin istedi. Başkan Mustafa Yiğitsoy'un "buyurun" demesinden sonra savunmasına başlayan Karadayı, 28 Şubat'ın bazı siyasi partilerin iktidar olma hırsıyla yaşanan, dini referans olarak kullanarak ülkeyi çağdışı bir yaşama götürme amacı nedeniyle ortaya çıkan bir olay olduğunu söyledi.
İsmail Hakkı Karadayı’nın konuşmasının satırbaşları şöyle:
"- 28 Şubat'taki gerginliğin kaynağı TSK değildir.
- Bu mütalaa ile ağır ve haksız bir iftiraya muhatap oluyorum.
- Bu dava neden Erbakan'ın vefatından sonra açıldı. Çünkü taşıdığı vicdani sorumluluk nedeniyle asla TSK'nın karşısında olmayacaktı. Zira o siyasi gerçeklerin farkında olduğu gibi, silahlı kuvvetlerimizin bu gelişmelerde hiçbir rolünün olmadığını gayet iyi biliyordu.
- Demirel'in söylediği gibi bugünün çamaşırı dünün güneşiyle kurutulamaz.
- Bu mütalaayı halkımız affetmeyeceği gibi tarihe bir hukuk rezaleti olarak geçecektir.
"BAŞA GEÇME İHTİASIM OLSA CUMHURBAŞKANI'NIN TEKLİFİNİ KABUL EDERDİM"
- Başa geçme ihtirasım olsa bırakın darbeyi, görevimin 1 yıl uzatılması hem de iki kez Cumhurbaşkanı teklif ettiğinde olumlu bakardım.
- 54’üncü hükümet de, bir koalisyon hükümeti olarak kurulmuş, ülkeyi yönetmeye başlamıştır. Erbakan-Çiller koalisyonu (54’üncü hükümet) kuruluşundan bir süre sonra maalesef, biraz önce arz edilen bu temel anayasal prensipleri zaman zaman dışına kaymak sureti ile, özellikle dini siyasete alet ederek, irticai gelişmelere kucak açmak, laik rejimi yıpratırcasına tavırlar takınmak, bazı çevreleri bu hususta teşvik ve tahrik etmek, ayrıca basına yansıyan yolsuzlukları gibi bir takım olumsuz tavır ve hareketler ile kamuoyunda ciddi huzursuzluk yaratmıştı.
O DÖNEMDE NELER OLMUŞTU
- O günleri iyi hatırlamak ve konuya buradan girmek gerekir. Bu süreci siyasi gerginlik başlatmıştır. Kışkırtma tamamen siyasi boyuttadır, toplumsal boyutta planlı bir süreç hazırlama olgusu asla yoktur. Toplumda huzursuzluk yaratan bu tavır ve hareketlerin bir kısmını hatırlatmak bakımından birer cümle ile kısaca özetlersek:
*Merhum Erbakan’ın kürsüye çıkıp, şeriat gelecek, kanlı mı olacak kansız mı olacak?
*Bir milletvekilinin, iğne yapacağız uyanınca şeriatçı olacaklar,
*Atatürk’e, onun devrim ve ilkelerine karşı açık saldırılar,
*Ayrıca Cumhuriyet değerlerini tahrip edecek tutum ve davranışlar,
*Başbakan’ın, son derece lüks araçlarla Başbakanlığa gelen takkeli, sarıklı, şalvarlı, sakallı bir kısım tarikat mensuplarına verdiği iftar yemeği, (11 Ocak 1997)
*Yine kişisel olarak Erbakan’ın ve ülkemizin itibarını düşüren bazı yurtdışı geziler (Libya, Mısır, Cezayir, İran, Endonezya, Malezya), (2-7 Ekim 1996)
*Yine bir vekilin, Cezayir’deki gibi kan akacak, fıstık gibi olacak, mantık dışı sözleri,
*Cihat çağrıları, ayrıca ana caddelerde trafiği durduran toplu gösteri namazları,
*Sakallı, cübbeli ve sarıklı Aczmendilerin, Ankara Kocatepe camiindeki şeriat çağrılar,
*Fatih camiinde, öğle namazına müteakip, bir grubun ellerinde yeşil bayraklarla “şeriat isteriz, yaşasın Hizbullah” çağrıları ile yürüyüşleri, (23 Şubat 1997)
*Sincan’da irticai faaliyetler üzerine kurgulanmış Kudüs gecesi olayı (Belediye Başkanı Bekir Yıldız 10 Ocak 1997)
*3 Kasım 1996’da Susurluk kazasının ortaya çıkardığı karışık tablo,
*Güneydoğu’da başlayan bazı illegal örgüt cinayetleri; domuz bağıyla bağlanmış şekilde öldürülerek evlerin bodrum katına gömülen insan cesetleri
*İsimlerini saymak istemediğim dönemin 3-4 milletvekilinin Cumhuriyet karşıtı söylemleri  (Hasan Hüseyin Ceylanlar, Hasan Mezarcı, Şevki Yılmaz,  İbrahim Halil Çelik gibi bazı isimler)
*11 Şubat 1997 Ankara’da şeriata karşı kadın yürüyüşü
*Ayrıca daha önce söylediğim, önemli yolsuzluk iddiaları…
“ÇİLLER BAŞBAKAN OLARAK GÖREVİ TESLİM ALSA İDİ, BUGÜN BİZLERİ HEDEF ALAN BÖYLE BİR DAVA AÇILACAK MI İDİ”
- Ben 50 yılı aşkın meslek hayatımda ilk defa, temelsiz ve uydurma bir iddianame ile mahkeme karşısına çıkmış bulunuyorum.
- Bu suçlama neye göre ve hangi maddi delillere göre yapılmıştır? Onu anlamak mümkün değildir. Hala da ne için yargılandığımızı anlamış da değiliz. Teşhis yanlış olursa tedavi doğru olabilir mi? Elbetteki olamaz, mümkünde değildir.
- Acaba merhum Erbakan’ın dilekçesi aynen kabul edilip, Sn Çiller Başbakan olarak görevi teslim alsa idi, bugün bizleri hedef alan böyle bir dava açılacak mı idi?
"BU ÜLKEMİZE YAPILAN EN BÜYÜK KÖTÜLÜK VE VATANA İHANETTİR"
- 28 Şubat’ı bu açıdan da değerlendirmek gerekir. O günlerde her şey normal bir siyasi akış içinde giderken, bu huzursuzluğun ortaya çıkış sebepleri nelerdir, neden ortaya çıkmış ve ülkemize sıkıntılar yaratarak bizleri neden bu hale getirmiştir. Bu gerginliğin sebepleri nelerdir? Sebep olanlar kimlerdir, ülkemizde huzursuzluk yaratacak neler yapmışlardır? Öncelikle onu görmek ve değerlendirmek gerekir.
Oysa o günlerdeki huzursuzluğu yaratanlar, sebep olanlar unutuluyor ve bunlar bugün, derleme, toplama ve baskılarla yaratılan, toplu kronik mağdurlar görüntüsüne bürünerek, kendilerine göre, olmayan bir darbeyi olmuş gibi göstererek, yüce yargıdan ordu aleyhine çıkacağını düşündükleri, mutlu sonuçlara odaklanıyorlar. Bu insanlığa yakışmayacak bir  duruştur.
Aslında bugünün gerçek mağdurları, yasalara uygun olarak ülkesine her kademede, şerefle hizmet etmeye gayret eden asker ve sivil vatandaşlardır.
- Burada, dün ve bugün, içeriden ve dışarıdan ordu aleyhine kampanya açanların esas maksatları, Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratma sürecine destek vermektir. Bu da ülkemize yapılan en büyük kötülüktür ve vatana ihanettir. Bölgesel tehdit her gün gittikçe artmaktadır. Dünya coğrafyasında ülkemizin jeopolitik ve jeostratejik yapısı dikkate alındığında, her zaman siyaset dışında kalmış güçlü bir orduya olan ihtiyacımız varlığımızın temel unsurudur. Tarihimizi iyi bilmek zorundayız. Ordumuzu korumak varlığımızın temelini korumaktır. Bizim bizden başka dostumuz yoktur. Bu bilinçle yaşayan silah arkadaşlarımızın aklından, yukarıda uydurulduğu gibi yasa dışı bir eylem asla geçmemiştir.
- Hizmetle ilgili olarak 54’üncü hükümetle ilişkimizde hiçbir problem olmadığı gibi, hükümetinde gerektiğinde silahlı kuvvetlerimize vermiş olduğu her türlü desteği de inkar etmemiz mümkün değildir. Kişisel düzeyde de, hiyerarşik yapı içindeki sağlıklı ilişkiler her zaman aynen devam etmiştir, bunlara herkes şahittir, aksini kimse söyleyemez.
- 30 Ağustos 1998’de Ordudan ayrıldım. Ayrılırken Cumhuriyet tarihinde ilk defa Devlet Şeref Madalyası ile taltif edilen kişi ben oldum. Bu madalyanın veriliş sebebi, Sayın Cumhurbaşkanı’nın imzaladığı belgede açıklanmaktadır. Bunu hizmetlerimi daima yasalar çerçevesinde yaptığımın bir belgesi olarak kabul ediyor ve onur duyuyorum.
- Hayatın cilvesine bakınız ki, bugün, 21 yıl sonra, gazete kupürlerine ve bir takım medya yorumlarına dayanan, garip bir hayali darbe iddianamesi ve mütalaası karşısında, burada sanık olarak savunma durumunda bulunmaktayım."
“4 SENE GENELKURMAY BAŞKANLIĞI YAPTIM BÇG'Yİ DUYMADIM”
Karadayı'nın savunmasını tamamlamasından sonra Başkan Mustafa Yiğitsoy, Tansu Çiller'in Sincan'da tankların yürütülmesi konusunda kendine bilgi verilmediği şeklindeki ifadesini hatırlattı. Karadayı şu karşılığı verdi:
"Bana Sayın Cumhurbaşkanı sordu. Ben bilmiyordum, 'öğrenip size bilgi vereyim' dedim. Çiller'le bir ilişkim olmadı. Çünkü çok afedersiniz... Neyse... Bazı şeyleri farklı da... Ertesi gün Genelkurmay açıklama yaptı. Bu konuyla ilgili fazla bilgim yok."
Başkan Yiğitsoy'un ikinci sorusu BÇG'ye ilişkin oldu. Başkan, Başbakanlık genelgesinin dağıtımında Genelkurmay'ın bulunmadığını hatırlatarak, irticayla mücadele için bir çalışma grubu kurulması konusunda kendisinin sözlü veya yazılı talimat verip vermediğini sordu. Karadayı, Karargah çalışmalarını 2. Başkanın yürüttüğünü, yapılan çalışmaların sonucunun komutana arz edildiğini anlattı. Bunun üzerine Başkan Yiğitsoy, şunları söyledi:
"Biz karargah çalışmalarının şeklini bilmiyoruz. Pek çok çalışma grubu var. O dönem sizin bilginiz, onayınız olmadan kendi kafalarına göre grup kurar mıydı? Size bilgi vermezler miydi?" 
 Karadayı, "Kendi aralarında değerlendirirler, sonucu arz ederler. Bunları 2. Başkan takdir eder. Grubun adı Genelkurmay Başkanına lazım değildir. Lazım olan bilgidir. 4 sene Genelkurmay Başkanlığı yaptım. BÇG'yi duymadım, söylenmedi." 
Karadayı'nın bu beyanları üzerine Çetin Doğan açıklama yapmak istedi, ama Başkan duruşmaya ara verdi.
DURUŞMADAN NOTLAR
- AKP Genel Başkan Yardımcısı Ravza Kavakçı başkanlığındaki bir heyet Karadayı’nın savunmasını dinledi.
- İlk defa CHP’den bir İSİM 28 Şubat davasına geldi. Bu isim; Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen’di.
- Başkan Mustafa Yiğitsoy yoğunluk nedeniyle duruşma başladıktan sonra giriş çıkışları yasakladı. Bu nedenle kapı kilitlendi.
- Herkesin yoğun bir şekilde takip ettiği Karadayı’nın savunması sırasında dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir gelmedi. Daha önceki ifadelerinde BÇG konusunda benzer şeyler söyleyen Karadayı’ya kırgın olduğu öne sürülen Çevik Bir’in salona gelmeyerek tepki gösterdiği yorumları yapıldı.
- Verilen aradan sonra duruşma yeniden başladığında Çetin Doğan’ın da salonda olmadığı görüldü.
"EFENDİ EFENDİ EMEKLİLİĞİMİZİ YAŞAYAMADIK"
Duruşmanın öğleden sonraki bölümü Ünal Akbulut'un savunmasıyla başladı. Tutukluluğun 400'üncü gününde hakim karşısına çıkıp, dertlerini anlatma fırsatı bulduklarını, ancak tutukluluğa devam kararı verildiğini belirten Akbulut, şunları anlattı:
"Bir avukatın itirazı üzerine hakime hanım, 'Beğenmiyorsanız itiraz edin. Benim kararım olduğunu mu sanıyorsunuz' deyip, arkasını dönüp gidince adalete inancımı yitirdim. Bir süre sonra tahliye edildim. Hayata tutunmaya çalışırken, bu sefer de savcı mütalaası çıktı. Efendi efendi emekliliğimizi yaşayamadık. Kim, kimler öldürülmüş? Kimin üzerine bombalar atılmış ki, ağırlaştırılmış müebbet isteniyor? Bu, suyumu bulandırdın diyerek, kurdun kuzuyu yemesine benziyor."
“BIRAKIN BÇG'DE ÇALIŞMAYI…”
Sanıklardan Ruşen Bozkurt da uzmanlık alanının irticai örgütler değil PKK ve bölücü örgütler olduğunu kaydederek, şunları söyledi:
"BÇG İç Güvenlik Harekat Dairesi içinde yer aldığı için burada görev yaptığım varsayılmış. BÇG'de yer almadım, hiçbir toplantısına katılmadım, hiçbir belgeden haberim yok. Basın temsilcilerine verilen brifingde görev almakla suçlanıyorum. Kolluk ve savcılıkta bana bu konuda soru sorulmadığı halde ben anlattım. Evet, 29 Nisan 1997'de verilen PKK terör örgütüyle mücadele konulu brifingde görev aldım. Sunum odasında durdum, Kıbrıs ve Yunan konulu ikinci brifing başlayınca ayrıldım. Soru ve beyanlardan haberdar değilim. Aynı konuda yerli ve yabancı basın mensuplarına 100 civarında brifing hazırladım. Bırakın BÇG'de çalışmayı, orada görevlendirilen personelden destek, yardım aldık. Brifing suç isnadını değil takdiri gerektirir."
“DÜZMECE BELGELERE RAĞMEN ÜZERİME SUÇ BULAŞMIYOR”
Bozkurt, "insani iki cümle söylemek istiyorum" diyerek, savunmasını şu ilginç ifadelerle tamamladı:
"Hiçbir belgenin sahte, düzmece olduğunu ifade etmedim. Çünkü düzmece belgelere rağmen üzerime suç bulaşmıyor. İkincisi, adalet mülkün temelinden şunu anlıyorum, ben devletin memuruyum. Maddi gerçeğe ulaşılabilmesi için bildiklerimi anlattım. Genelkurmay Başkanı’ndan komutanlar, binlerce evrak oluşturanlar konuşmuyor, 7-8 kişilik BÇG'nin hükümeti devirdiği algısı oluşuyor BÇG'de görev alan arkadaşlarımızın vicdani ve ahlaki sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünüyorum."
SAVCI VE AVUKAT ARASINDA TARTIŞMA
Akbulut ve Bozkurt'un Avukatı Coşkun Özbudak savunmasında, "Mütalaayı veren sayın savcıya soruyorum, İrticayla mücadeleyi suç sayan sabık savcıyla aynı fikirde misiniz?" ve "Kimin Yahudi olduğuna ben karar veririm gibi" ifadelerini kullanınca duruşmada şu tartışma yaşandı:
Savcı M. Hanifi Yıldırım: Kimin mürteci olduğuna bu beyler mi mi karar verir?
Başkan Yiğitsoy: Bana bakın.
Av. Özbudak: Takdir, ödüller kime, neye göre suç, kime, neye göre değil? Kimin Yahudi olduğuna kim karar verdi? Ben burada kimseyi rencide etmek istemiyorum, savunmamı renklendirmek istiyorum.
Başkan Yiğitsoy: Burası mahkeme. İşte soruyorum falan, cevap verirse... Burası tartışma programı değil. 
Savcı Yıldırım: Mehmet Akif'in irtica şiirini de oku.  
Başkan Yiğitsoy: Lütfen sayın savcı!.. Şimdi savcılık size cevap verirse tartışma programına döner. Savcı kamu görevi yapıyor, babasının hayrına burada durmuyor. Mütalaasını verdi, beğen beğenme...
Savcı Yıldırım: Cumhuriyetin savcısı olmaktan gerçekten iftihar ediyorum. Ayrıca şunu söylemek isterim, şerefli Türk Ordusunun Mete Han'dan beri Türk benliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olduğuna tüm benliğimle inanıyorum.
Av. Özbudak, savunmasını tamamladıktan sonra, "Kastımı aştıysam, özür dilerim" dedi. Savcı Yıldırım da, "Özüre gerek yok. Savunma hakkı kutsaldır"karşılığını verdi.
“GENELKURMAY 15 TEMMUZ'DAN 19 YIL ÖNCE BU ÖRGÜTÜN TEHDİT OLDUĞUNU TESPİT EDERKEN…”
Dönemin Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Erol Özkasnak da savunmasına, "İddianame bütünüyle FETÖ'cüler tarafından hazırlanmıştır"sözleriyle başladı ve şöyle devam etti:
"Mustafa Bilgili'nin iddianameyi hazırladığı dönemde Fetullah Gülen ve cemaat el üstünde, yüksek konumda tutuluyordu. Genelkurmay'ın FETÖ'cülerin ileride ülkeye tehdit olacağına dair çalışmaları iddianameye suç delili olarak konmuş, ama 17/25 Aralık'tan sonra biz sanıklara yöneltilen bu suçlamalar Genelkurmay Karargahı’nın ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Genelkurmay Başkanlığı 15 Temmuz'dan 19 yıl önce bu örgütün tehdit olduğunu tespit ederken, Mustafa Bilgili'nin de dahil olduğu cemaat maalesef el üstünde tutuluyordu. Bu davanın sadece 4 celsesine katılan sayın savcı, Bilgili'nin iddianamesi üzerinden bizler için müebbet istemektedir."
Özkasnak, dava açılmadan önce büyük bir algı operasyonu yürütüldüğüne dikkat çekerken, bu operasyonu yapanların başında Nazlı Ilıcak, Ahmet-Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Mümtazer Türköne ve Mehmet Ali Birand'ın geldiğini söyledi.
“BUNUN İSİM BABASI BEN DEĞİLİM”
Özkasnak, 2001 yılında bir televizyon programında 28 Şubat için "postmodern darbe" ifadesini kullandığı iddiasını ise şöyle yalanladı:
"Bu ifadeyi icat eden, bunun isim babası ben değilim. Gazeteler yazıyordu, Cengiz Çandar kullandı. Aksine bunun bir darbe olmadığını anlatmak istemiştim, ama zaman kısıtlı olduğundan meramımı anlatamadığım anlaşılıyor. Şahsi değerlendirmemdi. Bunun darbe olduğuna inanlar söylediklerimin üzerine atlamış ve çarpıtmışlardır."
Sincan'da yürütülen tankların komutanının kendisinin olduğunun, dönemin İçişleri Bakanına kendisinin hakaret ettiğinin öne sürüldüğünü hatırlatan Özkasnak, "Çok şükür duruşmalarda gerçekler ortaya çıktı. Yoksa durumum çok kötüydü. Bu kadar yalan dolan, dünyada böyle bir medya yok. Bu ülkeyi batırırsa bu medya batırır" dedi. Özkasnak, davanın tanıklarından Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı İlnur Çevik'i eleştirirken de, "Hakkında söylenecek çok şey var da burada söylemek uygun olmaz" ifadelerini kullandı.
Özkasnak'tan sonra konuşan Avukatı Ömer Çelikkesen, Çetin Doğan'ın Erbakan'ın basın toplantısını izletme talebinin kabul edilmemesini yanlış bulduğunu ve ihsas-ı rey olarak değerlendirdiğini söyledi. Mahkemede izlettirilmemesinden sonra o videonun izlenme rekoru kırdığını da kaydeden Av. Çelikkesen, davanın sonuna gelindiği halde hala suç tarihinin belli olmadığına dikkat çekince şu diyaloglar yaşandı:
Başkan Yiğitsoy: Kararda açıklarız!.. Aslında geçen duruşmada söyledik, hükümetin düştüğü tarih belli.
Savcı Yıldırım: Davanın adından belli değil mi? Suç da belli, adı da belli. 23 Haziran.
Başkan Yiğitsoy: Tamam, devam edin.
Av. Çelikkesen: Tarihte bir ilk yaşandı, onu da belirteyim.
Dönemin Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanı Erdal Ceylanoğlu savunmasında, "Sincan'da tankları yürüten komutan" algısının gerçekle ilgisinin bulunmadığını belirterek, tankların Sincan'dan geçiş tarihine tutuklanıp Sincan Cezaevine konulduğunu vurguladı. Ceylanoğlu şöyle devam etti:
"Tarihlerin çakışması bir tesadüf müdür, yoksa sözde savcı ve hakimlerin önceden planlamalarının gereği midir? 28'e 28... O gün izinliydim. Olayı duyunca iznimi kestim ve yapmam gerekenleri yaptım. Ne yapmam gerekiyordu da yapmadım? İsmimin son anda sembol olarak mütalaaya dahil edildiği anlaşılmaktadır. BÇG ile benim ve birliğimin hiçbir ilgisi kurulamaz ve yoktur."
Davanın neticelenmesine yakın hakkindaki algı operasyonlarının arttığına dikkat çeken Ceylanoğlu, Kasım'daki duruşmada katılan Abdurrahman Dilipak'ın nasıl yalan ifade verdiğini o celsenin tutanaklarından aktarıp, "Dehşete düştüm. Bunu birileri getiriyor" dedi.
Ceylanoğlu tankların yürüdüğü gün iznini kesip, neler yaptığını yeniden anlatırken, Savcı Mehmet Hanifi Yıldırım soru sormak istedi. Ancak Başkan Mustafa Yiğitsoy, "Durun!.. Bitirsin ondan sonra sorarsın" diye müdahale etti. Ceylanoğlu, izinden dönüp, tankları kışlaya döndürdüğünü söylerken de Savcı Yıldırım, "Senin komutanın vardı. O döndürürdü Erdal Paşa" dedi. Ceylanoğlu devamında şöyle konuştu:
"Tankları kışlasına döndürmek suç mudur? Dışarıda mı kalacaktı. 20 yıl önceki bu olaydan 2 yıl sonra orgeneral oldum ve KKK'na atandım. Bu, davaya dahil edilmemden 2 yıl önce olmuştur ve biliyorsunuz istifayla ayrıldım. Suç işlemiş biri bu göreve getirilir mi?"  
Başkan Yiğitsoy'un isteği üzerine Ceylanoğlu'nun Avukatı Erol Aras savunmasını daha sonra yapabileceğini söyleyince mahkeme ara verdi.
Pazartesi gününden beri devam eden duruşmada haklarında ağırlaştırılmış müebbet istenen sanıklardan 30'u savunma yaptı.
Ceylanoğlu'nun savunmasının ardından saat 22.45'te ara kararını açıklayan mahkeme kalan 16 sanığın da savunmasını almak üzere duruşmayı 2 Mart'a erteledi.
.............................




///////////////////////////////////////////////
//////////////////////////////////////////////

Erbakan hayatta olsa, FETÖ'cülere en güzel cevabı verecekti
28 Şubat davasının 100'üncü celsesi yapıldı...
15.02.2018
https://odatv.com/erbakan-hayatta-olsa-fetoculere-en-guzel-cevabi-verecekti-15021819.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder