“Tün-aydın..!”
Bir dilin gelişmesi tabi seyri içinde olmalı.
Gelişen teknoloji çerçevesinde milletin ihtiyaçlarını karşılamak için yeni kelimeler dile kazandırılır, kazandırılmalı.
Fakat dilin tabi kuralları da zorlanmamalı.
Böyle ihtiyaçtan doğan ve dilin kurallarını zorlamadan yapılan eklemeler olursa elbette güzel olur.
Ancak zorlama, dayatma çabalar dilin bozulmasına yol açar.
Kuşaklar arası derin uçurumlar oluşur.
Millet; yakın geçmişteki üretimleri bile anlamaz olur.
Dil yozlaşır.
Maalesef Türkçemiz bu saldırı ile karşı karşıya.
Gelişen teknoloji çerçevesinde milletin ihtiyaçlarını karşılamak için yeni kelimeler dile kazandırılır, kazandırılmalı.
Fakat dilin tabi kuralları da zorlanmamalı.
Böyle ihtiyaçtan doğan ve dilin kurallarını zorlamadan yapılan eklemeler olursa elbette güzel olur.
Ancak zorlama, dayatma çabalar dilin bozulmasına yol açar.
Kuşaklar arası derin uçurumlar oluşur.
Millet; yakın geçmişteki üretimleri bile anlamaz olur.
Dil yozlaşır.
Maalesef Türkçemiz bu saldırı ile karşı karşıya.
Milletin irfanından ve bağlı olduğu kültür değerlerinden üretilen, bin yıldır kullanılan kelimeler yerine “dayatma” kelimeler üretildi. Bunlar millete dikte edildi.
Hayırlı sabahlar yerine “günaydın”
İyi akşamlar anlamına “tünaydın”.
“Hayat” yerine bilmem ne edepsizliği…
……….
Kimi türedi kelimeler, ilerilik ölçüsü diye sunuldu.
Aşağılık kompleksine kapılanlarda bu tuzağa düştü.
Angara’dan köyüne giden genç, kendini “şeherli”, ilerici gösterecek güya “köylü”, geri olan ebesiyle aradaki farkı ortaya koyacak ya..
Sabahleyin karşılaştığı ebesine, “Günaydın”der.
Ebesi de o tertemiz Anadolu insanı saflığında torun; atı, eşeği ya da buzağıyı soruyor diye
“Yavrum Vallahi hiç görmedim. Belki dama girmiştir. Oraya bakıver “der..
O türedi kelimeler; ilericilik, gericilik, çağdaşlık vs ölçüsü olarak kuşak çatışmasının aracı olarak sunuldu. Toplumda ayrışma ve üzüntü aracı olarak kullanıldı.
……
Hayırlı sabahlar yerine “günaydın”
İyi akşamlar anlamına “tünaydın”.
“Hayat” yerine bilmem ne edepsizliği…
……….
Kimi türedi kelimeler, ilerilik ölçüsü diye sunuldu.
Aşağılık kompleksine kapılanlarda bu tuzağa düştü.
Angara’dan köyüne giden genç, kendini “şeherli”, ilerici gösterecek güya “köylü”, geri olan ebesiyle aradaki farkı ortaya koyacak ya..
Sabahleyin karşılaştığı ebesine, “Günaydın”der.
Ebesi de o tertemiz Anadolu insanı saflığında torun; atı, eşeği ya da buzağıyı soruyor diye
“Yavrum Vallahi hiç görmedim. Belki dama girmiştir. Oraya bakıver “der..
O türedi kelimeler; ilericilik, gericilik, çağdaşlık vs ölçüsü olarak kuşak çatışmasının aracı olarak sunuldu. Toplumda ayrışma ve üzüntü aracı olarak kullanıldı.
……
Millet, uzunca bir zaman Agop Dilaçarların resmen, kimilerinin de ne işe yaradığını bilmeden yaptıkları bu dayatmalara karşı durdu.
Ancak bu dayatılanlar; millete kendine yakın bulduğu önderler ağzı ile yaygın hale getirilip, sunulunca tehlikenin boyu uzadı, uzuyor..
Kendi değer ölçüsüne uygun strateji oluşturamayan “sağ iktidarlar”; maalesef millet iradesiyle iktidara gelememiş, kaynağını milli değerlerden almayan ama her zaman kültür ve sanatta iktidarını koruyan “sol iktidara” teslim oluyor. Sözde “sağın” siyaset önderleri, kültür ve sanata iktidar olan solun ağzı ile konuşmayı marifet sayıyorlar.
Evet, sonradan dikte edilen “yoz” kelimeleri ilk bakışta zararı yok gibi… Gayet masum görünüyor
Oysa milleti kendi irfanından koparıyor.. Kısır bir dile karşı karşıya bırakıyor.
Milletin irfanında yer etmiş “yaşatan, diri “olan Allah’ın sıfatını çağrıştıran “hayat” yerine başka bir şey.
Zaten “aydınlanmış olan ” sabahı aynen tekrar anlamına “gün aydın” niye ?
Oysa “hayırlı sabahlar”da bir iyi dilek temennisi, duası var. “Gün aydın “ da ise sadece durum tespiti söz konusu. Gün, zaten çoktan aydınlık olmuş. Söylesen ne söylemesen ne, günün doğuşunu sana mı soracaklar?
Ya da gün; senden izinle mi aydınlanacak?
Hele hele “tünaydın “ maskaralığı.
İspat yerine kullanılan “kanıt”,
Cevap karşılığı “yanıt”
Olanak- olasılık rezilliği..
Ancak bu dayatılanlar; millete kendine yakın bulduğu önderler ağzı ile yaygın hale getirilip, sunulunca tehlikenin boyu uzadı, uzuyor..
Kendi değer ölçüsüne uygun strateji oluşturamayan “sağ iktidarlar”; maalesef millet iradesiyle iktidara gelememiş, kaynağını milli değerlerden almayan ama her zaman kültür ve sanatta iktidarını koruyan “sol iktidara” teslim oluyor. Sözde “sağın” siyaset önderleri, kültür ve sanata iktidar olan solun ağzı ile konuşmayı marifet sayıyorlar.
Evet, sonradan dikte edilen “yoz” kelimeleri ilk bakışta zararı yok gibi… Gayet masum görünüyor
Oysa milleti kendi irfanından koparıyor.. Kısır bir dile karşı karşıya bırakıyor.
Milletin irfanında yer etmiş “yaşatan, diri “olan Allah’ın sıfatını çağrıştıran “hayat” yerine başka bir şey.
Zaten “aydınlanmış olan ” sabahı aynen tekrar anlamına “gün aydın” niye ?
Oysa “hayırlı sabahlar”da bir iyi dilek temennisi, duası var. “Gün aydın “ da ise sadece durum tespiti söz konusu. Gün, zaten çoktan aydınlık olmuş. Söylesen ne söylemesen ne, günün doğuşunu sana mı soracaklar?
Ya da gün; senden izinle mi aydınlanacak?
Hele hele “tünaydın “ maskaralığı.
İspat yerine kullanılan “kanıt”,
Cevap karşılığı “yanıt”
Olanak- olasılık rezilliği..
Zorlama ve de horlama dilin oluşturduğu sonuç.
Büyük milletler; dilerini koruyan milletlerdir.
Rusya…
İngiltere..
Almanya ..
Fransa yüz yıllar öncesini okur, yazar ve anlar.
Benim milletim otuz sen öncesini “anlayabilmez”.
Milleti değerlerinden uzaklaştırmak, kültüründen kopuk, kuşaklar arası çatışma alanı oluşturmak için dili kullanırlar.
…
Geçtiğiz hafta Angara’ya gitmiştim. İlgi alanı kültür, milli değerler olan ve bu alanda öncü olmayı iddia eden bir vakıfa uğradım.
İçlerinde İstanbul’dan geldiğini öğrendiğim Kur’an tefsiri yapan bir zatında olduğu topluluğa “Selam” verdikten sonra eskiden “ağbi” diyen bir arkadaş, her nedense “sayın Çavdar “diye hitap ederek araya resmiyet koydu.
Bunun üzerine “sizin gibi milletin değerlerine sahip çıkan birinin üstelik de iddialı olan bir vakıfta böyle uy-duruk kelime ile hitap etmesi hoş değil” dedim.
Muhatabım kötü niyet taşımadığını ve herkesin bu kelimeyi kullandığını belirterek savunmaya geçti. Tabii destek çıkanlarda oldu.
İyi niyetinden şüphe etmediğimi ancak milletin irfanında “ kıymetli, değerli, muhterem” gibi kelimeler yerine hiçbir anlamı olmayan “sayın “kelimesinin kullanılmasının doğru olmadığını söyleyince,
“Yanlış olsa devletin en zirvesi, devlet büyükleri kullanmazlar.. ‘Hatta geçenlerde yapılan din şurasında Diyanet İşleri Başkanı bile “sayın” diye hitap etti. Yanlış bi şey olsa onlar; bu yanlışı yaparlar mı?’ dedi.
Tefsirciye de danıştılar. Oda dile yeni kelimeler giriyor. Sayında saygı değer anlamında kullanıyorlar, mahsuru da yok gibi fetva verdi.
Bunun üzerine tefsirciye “tefsirlerinizde Allah’ı yüceltmek ve saygı göstermek için - haşa – “Sayın Allah”mı diyorsunuz. Ya da Firavunla karşılaşan Hz, Musa’nın dilinden “Sayın Firavun mu” diye hitap ettiriyorsunuz” diye sorunca Bu defada yok öyle demiyoruz. Aslında milletin irfanı ile üretip söylediği kelimelerle hitap edilip, yazılsa iyi olur demeye başladı.
Siyasete yanılmaz önder kabul ettiklerinin de kullandığı için “Sayın” da ısrarcı olan kişi, millet 30 –40 yıol önce bu kelimeyi kullanmıyordu diyorsun ama .Zaten onlar emmi, dayı vs derdi.ihtiyaçda yoktu”demesine karşılık..
İhtiyaç vardı ve o ihtiyacı karşılayan kelimelerde vardı. Zira senin emin –dayın o yıllarda karşılaştığı kaymakama, valiye başbakana “sayın “diye hitap etmiyordu, diyerek “sayının “bir ihtiyaç değil uydurma olduğunu ifade etmeye çalıştık.
Fakat muhataplarımızda , siyasal ,sosyal önderlerinin yanlış yapmayacaklarını dolayısıyla onları taklit eden kendilerinin de doğru yolda olduklarını belirttiler.
………
Kim hangi sıfatla ne derse desin, hayatı boyu millete ve değerlerine ters uygulamalar içinde olan Tagorcu Evevit ‘in yaygınlaştırdığı, moda diye sunulan kimi kelimeleri bizim kullanmak zorunda olmadığımızı, çoğunluluk da yapsa yanlışlarını bile bile onların arkasından gitmeyip yalnız başımıza da kalsak bildiğimiz yolda ilerleyeceğimizi belirttim.
Ancak esas tehlike de şu:
Milletin değerlerinin millet önderleri eliyle yozlaştırılmasıdır.
Büyük milletler; dilerini koruyan milletlerdir.
Rusya…
İngiltere..
Almanya ..
Fransa yüz yıllar öncesini okur, yazar ve anlar.
Benim milletim otuz sen öncesini “anlayabilmez”.
Milleti değerlerinden uzaklaştırmak, kültüründen kopuk, kuşaklar arası çatışma alanı oluşturmak için dili kullanırlar.
…
Geçtiğiz hafta Angara’ya gitmiştim. İlgi alanı kültür, milli değerler olan ve bu alanda öncü olmayı iddia eden bir vakıfa uğradım.
İçlerinde İstanbul’dan geldiğini öğrendiğim Kur’an tefsiri yapan bir zatında olduğu topluluğa “Selam” verdikten sonra eskiden “ağbi” diyen bir arkadaş, her nedense “sayın Çavdar “diye hitap ederek araya resmiyet koydu.
Bunun üzerine “sizin gibi milletin değerlerine sahip çıkan birinin üstelik de iddialı olan bir vakıfta böyle uy-duruk kelime ile hitap etmesi hoş değil” dedim.
Muhatabım kötü niyet taşımadığını ve herkesin bu kelimeyi kullandığını belirterek savunmaya geçti. Tabii destek çıkanlarda oldu.
İyi niyetinden şüphe etmediğimi ancak milletin irfanında “ kıymetli, değerli, muhterem” gibi kelimeler yerine hiçbir anlamı olmayan “sayın “kelimesinin kullanılmasının doğru olmadığını söyleyince,
“Yanlış olsa devletin en zirvesi, devlet büyükleri kullanmazlar.. ‘Hatta geçenlerde yapılan din şurasında Diyanet İşleri Başkanı bile “sayın” diye hitap etti. Yanlış bi şey olsa onlar; bu yanlışı yaparlar mı?’ dedi.
Tefsirciye de danıştılar. Oda dile yeni kelimeler giriyor. Sayında saygı değer anlamında kullanıyorlar, mahsuru da yok gibi fetva verdi.
Bunun üzerine tefsirciye “tefsirlerinizde Allah’ı yüceltmek ve saygı göstermek için - haşa – “Sayın Allah”mı diyorsunuz. Ya da Firavunla karşılaşan Hz, Musa’nın dilinden “Sayın Firavun mu” diye hitap ettiriyorsunuz” diye sorunca Bu defada yok öyle demiyoruz. Aslında milletin irfanı ile üretip söylediği kelimelerle hitap edilip, yazılsa iyi olur demeye başladı.
Siyasete yanılmaz önder kabul ettiklerinin de kullandığı için “Sayın” da ısrarcı olan kişi, millet 30 –40 yıol önce bu kelimeyi kullanmıyordu diyorsun ama .Zaten onlar emmi, dayı vs derdi.ihtiyaçda yoktu”demesine karşılık..
İhtiyaç vardı ve o ihtiyacı karşılayan kelimelerde vardı. Zira senin emin –dayın o yıllarda karşılaştığı kaymakama, valiye başbakana “sayın “diye hitap etmiyordu, diyerek “sayının “bir ihtiyaç değil uydurma olduğunu ifade etmeye çalıştık.
Fakat muhataplarımızda , siyasal ,sosyal önderlerinin yanlış yapmayacaklarını dolayısıyla onları taklit eden kendilerinin de doğru yolda olduklarını belirttiler.
………
Kim hangi sıfatla ne derse desin, hayatı boyu millete ve değerlerine ters uygulamalar içinde olan Tagorcu Evevit ‘in yaygınlaştırdığı, moda diye sunulan kimi kelimeleri bizim kullanmak zorunda olmadığımızı, çoğunluluk da yapsa yanlışlarını bile bile onların arkasından gitmeyip yalnız başımıza da kalsak bildiğimiz yolda ilerleyeceğimizi belirttim.
Ancak esas tehlike de şu:
Milletin değerlerinin millet önderleri eliyle yozlaştırılmasıdır.
Zira millet çoğunluğu önderlerini sorgulamıyor. Yanlış yapacakları akıllarına bile gelmiyor. Her hareketlerinde bir “hikmet” arıyor. Yanlışın üstü kapatılıyor.
Oysa her alanda “şeriat” denen ölçüden, kurallardan vaz geçmemek gerek
Hukuk mu ?
Siyaset mi, tarikat, cemaat mi?
Tümü tabii ölçülerine vurulmalı
O işin şeriatına, ana kurallarına uyuyorsa ne ala. Uymuyorsa yanlıştır.
Filanca lider, önder, şeyh, parti şefi yaptı, bir bildiği var dememeli.
O yanlışı kim yaparsa yapsın yanlıştır..
Oysa her alanda “şeriat” denen ölçüden, kurallardan vaz geçmemek gerek
Hukuk mu ?
Siyaset mi, tarikat, cemaat mi?
Tümü tabii ölçülerine vurulmalı
O işin şeriatına, ana kurallarına uyuyorsa ne ala. Uymuyorsa yanlıştır.
Filanca lider, önder, şeyh, parti şefi yaptı, bir bildiği var dememeli.
O yanlışı kim yaparsa yapsın yanlıştır..
İşte gelinen nokta.
Kimi eşkıya ve çapulcuların milletin ellerine verdiği, namuslarına emanet ettiği silahları; millete karşı kullanarak darbe yapmaya kalkmasıyla görüldü.
Şayet akıl kullanılıp; önder saydıkları sorgulanmış, hal ve hareketleri tahlil edilerek kurallar ölçüsüne vurulsaydı , sonuç böyle mi olurdu?
Akıl birilerine kiraya verilmeseydi, Millete bu kâbus yaşatılmazdı.
Şerî ölçülere, işin ana kurallarına bakılarak meseleler değerlendirilmiş olsa, o guruba, cemaate, partiye bağlı olanlar; hadiseleri bilinen ana ölçülere vurup murakabe etse kimse yanlış yapmaya cesaret edemez, hatalarından çar çabuk vaz geçer.
Millete büyük acılar yaşatmaz, yaşatamazlar…
………….
Yanılmaz olan sadece Allah’dır.
İsmet sahibi sadece Peygamberlerdir.
Kullar, yanılan, hata eden, yanlış yapan, yanlışından dönebilen varlıklardır.
Kişinin, kurumun, teşkilatın, cemaatin yanlışlarına yanlış, doğrularına doğru diyebilmeliyiz.
Dünya imtihan dünyası.
Tüm insanlar; imtihana tabi.
İster şeyh..
İster, cemaat önderi.
İsterse parti, şefleri,
Sermaye imparatorları…
Hepsi hata yapabilir.
Her alanda kusursuz saymak kadar yanlış olamaz. Her öne geçeni, hatasız sayar, söyleyip yaptıklarını akıl süzgecinden geçirmeden doğru kabul ederseniz, onlarda siz istediği gibi “kullanır”.
Bedelini de millet öder.
Bütün mesele aklı kiraya vermemek..Her meseleyi kendi tabi ölçülerinde değerlendirerek karara varabilmektir.
Dilde de böyle
Dinde de böyle …
Toplumu ilgilendiren her hadisede böyle..
Aksi halde iş işten geçer de insana “tün aydın “derler..
Derler de kimse anlamaz bile.
…………
Önceki Cuma, Diyanetin hazırladığı hutbede benzer konu işlenerek esas olanın kişilerin söz ve davranışı değil; kurallar olduğu belirtilerek insanların hata yapabilecekleri…
İnsanların, önderlerin açıkça bilinen hatalarını “ bir hikmeti vardır “ kılıfıyla meşrulaştırmanın zararlarını anlatıyordu..
Keşke bunu darbeden önce yapsalar, hatta her zaman canlı tutsalardı iyi olmaz mıydı?
Dini kuralara, şeriata uymayan hareketlerin yanlış olacağı, bu kurallara uymayan “tariklerin” doğru yol olmadığı millete anlatılsa idi.
Kim bilir bir çok insan, yaptıklarını akıl ve kural, ölçü süzgecinden geçirerek “onun bir bildiği var, hikmetini biz bilemeyiz” demeyerek birilerinin gazına gelip kendi insanına kurşun sıkmaz, millete kast etmezdi/edemezdi.
NECATİ ÇAVDAR
Kimi eşkıya ve çapulcuların milletin ellerine verdiği, namuslarına emanet ettiği silahları; millete karşı kullanarak darbe yapmaya kalkmasıyla görüldü.
Şayet akıl kullanılıp; önder saydıkları sorgulanmış, hal ve hareketleri tahlil edilerek kurallar ölçüsüne vurulsaydı , sonuç böyle mi olurdu?
Akıl birilerine kiraya verilmeseydi, Millete bu kâbus yaşatılmazdı.
Şerî ölçülere, işin ana kurallarına bakılarak meseleler değerlendirilmiş olsa, o guruba, cemaate, partiye bağlı olanlar; hadiseleri bilinen ana ölçülere vurup murakabe etse kimse yanlış yapmaya cesaret edemez, hatalarından çar çabuk vaz geçer.
Millete büyük acılar yaşatmaz, yaşatamazlar…
………….
Yanılmaz olan sadece Allah’dır.
İsmet sahibi sadece Peygamberlerdir.
Kullar, yanılan, hata eden, yanlış yapan, yanlışından dönebilen varlıklardır.
Kişinin, kurumun, teşkilatın, cemaatin yanlışlarına yanlış, doğrularına doğru diyebilmeliyiz.
Dünya imtihan dünyası.
Tüm insanlar; imtihana tabi.
İster şeyh..
İster, cemaat önderi.
İsterse parti, şefleri,
Sermaye imparatorları…
Hepsi hata yapabilir.
Her alanda kusursuz saymak kadar yanlış olamaz. Her öne geçeni, hatasız sayar, söyleyip yaptıklarını akıl süzgecinden geçirmeden doğru kabul ederseniz, onlarda siz istediği gibi “kullanır”.
Bedelini de millet öder.
Bütün mesele aklı kiraya vermemek..Her meseleyi kendi tabi ölçülerinde değerlendirerek karara varabilmektir.
Dilde de böyle
Dinde de böyle …
Toplumu ilgilendiren her hadisede böyle..
Aksi halde iş işten geçer de insana “tün aydın “derler..
Derler de kimse anlamaz bile.
…………
Önceki Cuma, Diyanetin hazırladığı hutbede benzer konu işlenerek esas olanın kişilerin söz ve davranışı değil; kurallar olduğu belirtilerek insanların hata yapabilecekleri…
İnsanların, önderlerin açıkça bilinen hatalarını “ bir hikmeti vardır “ kılıfıyla meşrulaştırmanın zararlarını anlatıyordu..
Keşke bunu darbeden önce yapsalar, hatta her zaman canlı tutsalardı iyi olmaz mıydı?
Dini kuralara, şeriata uymayan hareketlerin yanlış olacağı, bu kurallara uymayan “tariklerin” doğru yol olmadığı millete anlatılsa idi.
Kim bilir bir çok insan, yaptıklarını akıl ve kural, ölçü süzgecinden geçirerek “onun bir bildiği var, hikmetini biz bilemeyiz” demeyerek birilerinin gazına gelip kendi insanına kurşun sıkmaz, millete kast etmezdi/edemezdi.
NECATİ ÇAVDAR
15 Ağustos 2016 Pazertesi /Alsancak- Ahimesud.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder