8 Ağustos 2018 Çarşamba

ANKARA telgraf hanesi - "Eski Ankara"


Karyağdı sultan

Karyağdı Sultan
Cafer Cüyaz :
"resmin sag kösesinde yanı şimdiki piyale iş hanının oldugu yerde o tarihlerde (1880..) mezarlık olması lagzım ve o mezarlık 1980 li yılların ortasına kadar vardı ve etrafı tahta ile cevriliydi.sonea o bilindik eller önce tahtaların aeasını söküp orayı saha yaptı sonra temel kazısı yaptı bende ordaki çıkan insan kafa taslarını görüp kultur bakanlıgı vb yerlere baş vurup bir süre inssatı durdurmuştum sonra o bilindik işler yspılarak orası sıradan bir arsaymış gibi gösterilip üstüne bu gün ki piyale iş hanı yapıldı"
ve benim Sultanın Cuma SELAMLIĞI günü çektiğim resimler...




//////////////////////////











///////////////////////////////////
Raif Kılıç"Eski Ankara" Resimleri Antolojisi
1 Ağustos 

Görüntünün olası içeriği: ev ve açık hava
ANKARA telgraf hanesi

Bugünkü Valilik binasının bulunduğu yerdir. Ankara Sancağının mülki yöneticisi (mutasarrıf), XIX uncu yüzyılın ilk çeyreğine kadar kiralık olarak tutulan büyükçe bir konakta ailesiyle birlikte oturmakta ve valilik görevlileriyle birlikte bu binanın birinci katında görev yapmaktaydı. Ekim sonları 1819 tarihli bir sicilde, Ankara ve Çankırı mutasarrıfı Vezir Seyyid Mehmed Galip Paşa’nın, Tûlice Mahallesindeki (Karaoğlan Çarşısının doğu ucu) böyle bir sarayda oturduğu kayıtlıdır. 15 Ocak 1824 tarihinde, yine aynı mahallede oturan Ümmühan Hanım’dan Hacı Abdi Paşa Konağı adıyla bilinen yapı satın alınarak sürekli bir vilayet binası hizmete sokulmuştur. Binbaşı von Vincke’nin 1838 tarihli haritasında, bu Paşa Sarayı bugünkü Valilik Binası yerinde gösterilmiştir. Bu yapı, Vali Müşir Tevfik Paşa tarafından 1897 yılında yıkılarak ve genişletilerek günümüzdeki bina inşa edilmiştir.
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=2245965192109893&set=g.417730241682638&type=1&theater&ifg=1
/////////////////////////////////




https://www.facebook.com/photo.php?fbid=722942278097736&set=g.417730241682638&type=1&theater&ifg=1







Ankara’nın tarihi binası; Taşhan 



Kurtuluş Savaşı’nın ardından Cumhuriyet dönemine imza atan Ankara, ünlü yapıları ile de tarihimize geçmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti içini yapılan fakat Cumhuriyet tarihimize Birinci Meclis Binası olarak geçen yapının hemen yanındaki meydanda, ona yakın bir üne sahip olan önemli başka bir yapı da ‘Taşhan’dır.


Taşhan’ın inşaa edildiği yerde, 18. yüzyıl sonlarında ahlak dışı faaliyet gösteren yapılar vardır ve Ankara Valisi Abidin Paşa da bunların yıkılmasını emreder, binalar yerle bir olur. Okuryazarın parmakla gösterildiği dönemdir, İsmail Hakkı Bey de Abidin Paşa’nın mektupçusudur ve Vilayet Gazetesini çıkartmaktadır. Abidin Paşa, yeniden yapılanmaya açılan bu alanda, çalışmalarından çok memnun olduğu İsmail Hakkı Bey’e bir arsa verir. Ulus Meydanında, günümüzde LCW mağazasının olduğu, eski Sümerbank Genel Müdürlüğü binasının yerindeki Taşhan, 1800’lü yılların sonlarında, kesme taştan inşa edilir.
Taşhan, görkemli yapısı ve işlevi ile bir anda merkez konumuna geçer, önündeki alan ‘Taşhan Meydanı’ olarak bilinmektedir. 1920 yılında Hâkimiyet-i Milliye adını alan meydan, Atatürk heykeli ile birleşince de Ulus Meydanı olarak anılacaktır. Kurtuluş Savaşı döneminde, birinci meclis mebuslarının kaldığı Taşhan, savaşın en kanlı dönemlerinde de hastane olarak hizmet verir. İsmail Hakkı Bey yaşama veda edince, oğlu yönetime gelir.

Seyfi TAŞHAN
Dedesinin ölümü ile babası Cemal Beye geçen ve onun da ölümü ile tarihe gömülen ‘Taşhan’ın hüzünlü öyküsünü en küçük çocuğu Seyfi Taşhan şöyle anlatıyor:
“Ailemizin kökü Niğde’ye kadar gidiyor ama dedem Ankara’da doğmuş, iyi bir eğitim almış ve valinin mektupçusu olmuş. Babam Cemal Bey, İstanbul’da Mülkiye’yi okumuş, kaymakamlık yapmış aydın birisi. Dedemin borç harçla yaptırdığı binayı ölümünden sonra babam devralıyor, hanı işleterek borçları ödemeye çalışıyor. Babam çevresinde sevilip sayılan birisi, ilim irfan sahibi, ülkemizde ilk defa ‘ Ruhiyat’ adında bir felsefe kitabı yazmış fakat bastıramamış bir aydın. Mebuslar Taşhan’a gelip yazıhanesinde babamla istişare edip, kanun metinlerinin düzgünlüğünü kontrol ettirdikleri birisi.

KARPİÇ BURADA AÇILIYOR

1928 yılında babam büyük bir atılım yapıyor, insanların hayvanları ile konakladığı, geçmiş dönem ihtiyacına göre hizmet sunan hanı, modern büyük bir otele çeviriyor. İki katlı yüz odalı Taşhan Palas Oteli, diğer adıyla ‘Hotel d’Angora’’ ya bir de restoran ekleniyor.

Hanın alt katında girişi arkadan olan yere, ‘İmren Lokantası’ tabelası asılıyor, babam, burayı işletmesi için de Bolşevik İhtilali’nden kaçan Rus Juri Georges Karpovich’i İstanbul’dan getiriyor. Bir süre bu isimle devam eden lokanta daha sonra adını ‘Karpiç’ olarak değiştiriyor. Ankara’nın en modern müzikli restoranı olan Karpiç’in baş garsonu da Rus Sergiyev idi, daha sonra onu ‘Süreyya’ olarak tanıdık, kendi adına restoran açtı. Karpiç, han yıkılana kadar burada kaldı, 1933 yılından sonra da Merkez Bankası yanındaki yere taşındı, bundan sonra da başkentin en önemli mekânı olarak tarihe geçti.

Ben en küçük çocuğum, 1926 yılında Ankara’da doğdum, dört ağabeyim ve iki de ablam vardı, babam 1933 yılında genç yaşta öldü. Babam hanı çalıştırıyordu ama aslında borç ödüyordu, ağır banka kredileri babamın hastalığı döneminde ödenemez oldu. Bazı akrabalar işletmeyi üstlendiyse de çözüm olmadı ve bu tarihi bina ailemin elinden çıktı. İş Bankası binayı haczetti, o günlerde yeni kurulan Sümerbank burayı aldı, Genel Müdürlük ve satış mağazası da olan bu günkü binasını yaptı, şimdi onların da değil ya… Sümerbank sadece bizim arsaya inşa edildi, cami ile aramıza da daha sonra Yeni Sinema yapıldı. Karşımızda heykel arkasındaki çarşının olduğu yerde ahşaptan Milli Eğitim Bakanlığı, onun yanında da Ankara’nın ünlü Hayat Kahvesi vardı, onlar çıkan bir yangında yandı.

Ankara’da hayat şartları bizi zorluyordu, Bursa’ya taşındık. Bursa Erkek Lisesinde Suphi Ağabeyimle ben yatılı okuduk. Celal Ağabeyimiz bu dönemde askerliğinde yakalandığı zatürreden öldü, buradan İstanbul’a naklettik.”

Ankara’nın en önemli yapısının sahipleri, ekonomik sıkıntı içinde olmalarına karşın çocuklarının eğitimine önem vermektedir. Şiire merak salan Suphi Taşhan’ın hukuk fakültesine gidebilmesi için aile İstanbul’a taşınır. Ağabeyinin öğrenciliğinde siyasi suçlu olarak yargılanıp, sonu sürgün cezası ile biten dönemi de Seyfi Taşhan şöyle anlatıyor:
“Suphi Ağabeyim sol görüşlüydü, şiirle ilgileniyordu ve hukuk fakültesinde öğrenciydi. Siyasi Polis bürosu, Sansaryan Han’ın üst katında idi ve biz sürekli buralarda idik. 1940 yılında, Niğde, Bor’a sürgüne yollandı, eğitimi yarım kaldı. Ben Pertevniyal Lisesini bitirdim, ağabeyim de sürgünden döndü ve 1945 yılında Ankara’ya döndük. Bu dönemde elimizde; Dahiliye Vekili Cemil Uybadın ile komşu olduğumuz Dikmen’de benim de doğduğum bağ evi ve İsmet İnönü ile Komşu olduğumuz Hacı Bayramdaki ev kalmıştı. Bu arada soyad kanunu çıkınca ağabeyim, ‘Önol’ olacak diyormuş, çevresinden duyanlarda ‘siz Taşhan sahipleri olarak bilinirsiniz, Taşhan olmalı’ diye uyarmış. Taşhan yıkılmış, yapanları, işletip geliştirenleri bu dünyadan göçmüş ama ailesi o ismi soyad olarak aldı.
Suphi Ağabeyim, Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu, eğitimini tamamladı, avukat oldu. Cahit Sıtkı, Orhan Veli ile bazı yazar ve gazetecilerle birlikte Posta Caddesindeki ünlü meyhanede yaşamaya başladı, 1960 yılında da kalp krizinden vefat etti.”

YOLUNU ÇİZİYOR
Seyfi Taşhan bu gün tam anlamı ile ‘duayen’ olduğu dış politika yayıncılığı ile ilgilenmeye başlamasını da şöyle anlatıyor:

“Ben 1945 yılında Basın Yayın Genel Müdürlüğünde çalışmaya başladım. Çocukluk dönemimde evlerde hanımlara piyano ve Fransızca dersleri veren ‘Matmazel modası’ vardı. Ablalarım için bizim eve de gelen bir matmazel vardı, ben Fransızcayı ondan öğrendim. Ortaokula başladığım zaman okulda Fransızca bölümü olmadığı için İngilizceye yönelmiştim. Dile karşı bir yatkınlığım vardır, lise yıllarımda da bir hayli ilerlettim, bu nedenle de, Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Haber Dairesinde İngilizce bilen eleman olarak çalışmaya başladım. Aynı zamanda Ankara Radyosu uluslararası yayınlarında da çalışıyordum. Dış yayınlardan aldığımız haberleri veriyorduk, İkinci Dünya Savaşı’nı noktalayan Japonya’nın teslim olduğu haberini Türkiye’de ilk ben vermiştim, daha sonra ben 26 yaşımda bu radyonun müdürü oldum.

1950 yılında, Girit kökenli Halim Alyot Bey Basın Yayın Genel Müdürü oldu, beni Özel Kalem Müdürü yaptı, onun yardımcısı gibi bir durumdaydım. 1951 yılında Birleşmiş Milletler toplantısı için Paris’e gittim, üç ay burada kaldım, Birleşmiş Milletler Radyosundan günlük yorumlar veriyordum, Ankara Radyosu da bunları alıp yayınlıyordu. Gazeteci Metin Toker ile dostluğumuz da burada başladı.
1953 yılında, radyo ve televizyon yayınlarını incelemek üzere aldığım davet ile Amerika’ya gittim, dönüşümde izlenimlerimi bir rapor ile ilgili makama sundum. Aynı yıl Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ilk resmi seyahati öncesinde, hazırlık yapmak üzere Genel Müdürüm Halim Alyot ile tekrar Amerika’ya gittik.

DEVAM ETTİREMEDİK!
Bayar’ın ziyareti büyük olay oldu, çok güzel karşılandı. Bize en büyük desteği burada yaşayan Ermeni ve Rumlar verdi, Kaliforniya’daki ağırlanmasını bunlar hazırladı, çok büyük bir dostluk başlamıştı. Hata, bizde de var onlarda da, sıcak ilişkileri sürdürebilseydik bu hadiseler cereyan etmezdi, tarihi hatalar oluyor tabi…
1955 yılında askerlik için ayrıldığım Basın Yayın Genel Müdürlüğüne terhisimden sonra dönmedim, özel çalışmayı tercih ettim, mümessillik işleri, yabancı gazetelerin temsilciliğini yaptım.”

DIŞ POLİTİKA DERGİSİ
Seyfi Taşhan, ülke tanıtımı için maddi, manevi fedakârlıklarla çıkarttığı dergiyi ve bu yola adadığı bir ömrü de şöyle özetliyor:

“Serbest çalıştığım dönemlerde ülke propagandasını nasıl yapalım, dünyada hakkımızdaki yanlış bilgileri nasıl düzeltelim diye çok düşündüm. 1970 yılı sonlarında; Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Prof. Dr. Suat Bilge ve eski dostum Altemur Kılıç ile bizim evde toplandık ve karar verdik.
Dış Politika Dergisinin ilk sayısı, 1971 yılı Mart ayında çıktı. Şirket statüsünde yayıncılık yaptık. Yurt dışından yazı alacaksınız, dergi göndereceksiniz, başka statüler sıkıntı yaratabilirdi. Bu şekilde 1987 yılına kadar geldik, burada da şirketin bir vakfı kuruldu ve işi o üstlendi.
Dergimizle yarısı Türkçe, yarısı İngilizce olarak üç ayda bir yıllarca sesimizi dünyaya duyurmaya çalıştık. Derginin yaptıklarını somut olarak ortaya koymak çok zor. Dış siyasetle ilgilenenler dergimizi alır, okur ya da çöpe atar, ya da arşive kaldırır. Bizim yazdıklarımızın zaman zaman Türk dış politikasına intikal ettiğini gördük.
Tanıtma Fonu bize destek oluyordu, o kalktı, son dönemde benim de finanse edecek durumum kalmayınca Dış İşleri Bakanlığına başvurduk, şimdi oradan destek alıyoruz. Yurtiçi Strateji toplantıları yapabiliyoruz ama yurtdışı zor, bu ortamda faaliyetimiz biraz azaldı.

”DIŞ POLİTİKA ULUSUN ÇIKARIDIR
Ülke adına elini taşın altına koyanlardan Seyfi Taşhan, ‘neden iç siyasetle ilgilenmediniz?’ Sorumuzu da şöyle yanıtladı:
Dış politika ulusun müşterek çıkarları üzerine kurulur. Partiye girerseniz, partide yapmaya kalkarsanız teklersiniz. Parti ideolojisi sizin dış politikanızı bozar. İç siyasetle ilgilenirseniz, dış siyasetle ilgilenemezsiniz. Parti görüşü vardır, o keser. İç siyaseti dış siyasete aksettiremezsiniz, fakat dış siyasetle ilgilenince iç siyasetle de ilgilenebilirsiniz.İç siyaset için bana bir ara teklif geldi, bu nedenlerden dolayı kabul etmedim, benim iç siyasetle alakam yok.”

23 Ocak 2017
Taner DEDEOĞLU
kaynak: http://www.24saatgazetesi.com/ankaranin-tarihi-binasi-tashan/

TAŞ HAN:
/////////////////////////////
Ankara Gureba Hastanesi 
Raif Kılıç"Eski Ankara" Resimleri Antolojisi
1 Ağustos 

1881 yılında Ankara Gureba Hastanesi adıyla yapıldı. 1924 yılından sonra adı Ankara Numune Hastanesi oldu.
Hastanenin Talat Paşa Bulvarı yönünden görünüşü. (Günümüzde B blok olarak kullanılan kısım)

https://www.facebook.com/photo.php?fbid=2245782665461479&set=g.417730241682638&type=1&theater&ifg=1


:
Numune hastanesi Cumhuriyet döneminde yapılmıştır. Numune adı da boşuna verilmemiştir. Tüm ülkeye örnek teşkil edecek bir sağlık kuruluşu olsun istenmiştir. İlk binası 1927'de, 300 yataklı esas bina 1932'de yapılmıştır. Hastane Cumhuriyet yönetimi tarafından Alman uzmanlara yaptırılmış ve 30'lu yıllarda da hastanede Alman hekimler çalışmıştır. Hastanenin mimarisi de tamamen dönemin Alman mimarisidir. 
/////////////////////////////
Kızılbey
Ankara'da Selçuklu dönemi eseri Kızılbey Türbesi ve Kızılbey Camii
(Günümüzde yerinde Ulus Zıraat Bankası Genel Müdürlüğü binası bulunuyor.)
Sinan Özgenç Sadece adı kalmış Kızılbey Vergi Dairesi diye.
Ahmet Türkmen Kızılbey medresesi ve türbesi yıkıldı.. Yerine Ziraat Bankası yapıldı (Burası Hacıbayram Camii gibi önemli bir merkezmiş) Yazık olmuş... Koruyup tamir etmek yerine yıkmak 
////////////////////////////////

KONSERVETUAR:

Mustafa Çalışkan Musiki Muallim Mektebi, orta dereceli okullara müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla 1 Eylül 1924 tarihinde kuruldu ve Cebeci’de bulunan üç kerpiç evden oluşan bir otel binasında 1 Kasım 1924’te hizmete girdi. 1924-25 yılı okulun deneme yılıydı, okulun talimatnamesi 29 Temmuz 1925’te yayınlandı ve 1925-1926 öğretim dönemi başında gerçek anlamda müzik öğretmeni yetiştiren bir kurum haline geldi.

Muski Muallim Mektebi, ilkokul üzerine dört yıllık ve iki yıllık iki devreden oluşan bir eğitim süresine sahip bir okul olarak hizmete girmişti. Okulun ilk kadrosu Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası üyelerinden oluşuyordu. İlk öğrenci kadrosu ise Erkek Muallim Mektebi’nden seçilmiş olan 6 kişiden ibaretti. Öğrenci kadrosu daha sonra İstanbul Balmumcu’daki Öksüz Yurdu’ndan getirilen öğrencilerle arttırıldı. 1927-28 yılından itibaren yatılı öğrenci kabul edilmeye başlandı.

Okul binası, 1928 yılında mimar Ernst Arnold Egli tarafından projelendirildi ve başkentteki rasyonel-modernist akımın en önemli sembollerinden birisi oldu. Bina, sadece eğitim kurumu olarak değil, aynı zamanda bir konser salonu ve fuayesini, idari ofisleri, sınıfları, yemekhaneyi, yurtları, çalışma ve okuma odalarını içeren bir kompleks olarak hizmet verdi. 1938’de Devlet Konservatuvarı, 1985 yılında Mamak Belediyesi Hizmet Binası halini alan bina, günümüzde Mamak Kültür Merkezi olarak kullanılmaktadır. (Wikipedia)

Bu bilgiler ışığında, bence bina yeni görünümde olduğu için (1928 sonrası) 1928-1930 olabilir.


////////////////////////////////////////
Kalaba köyü 1941 en üstte ziraat mektebi arka planda altındağ
Erhan ışık Üst taraftaki bina muhtemelen şimdiki meteorolojinin bulunduğu yer. Zira Kurtuluş savaşında o binanın Karargah olduğu biliniyor. o civara Karargah tepe deniyor.

Murat Keyf Tepedeki bina meteoroloji binası. Ziraat Mektebi aşağı da kalıyor.
İnci Sümer Arslan Ziraat Enstitüsü rahmetli babamın 1946ya kadar çalıştığı yer 1946 yılında Yatgıtaya geçti
Yönet


1h
Şerife Serttaş 35 hane kalaba köyü hepsi birbirine akraba oevlrin hepsi akrabam şu andatek tek sayabilirim hey gidi kalaba hey heygidi gençliğim negüzel günlerdi .
Yönet


1h
Erhan ışık Konuma bakacak olursak Ahmet Vefik Paşa caddesinin olduğu yer. Orta kayalığın olduğu yerde şimdi bir park ve muhtarlık binası var. fotoğrafın çekildiği yer sanırım şelalenin üst kısmı.

Görüntünün olası içeriği: yazı ve açık hava
Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, açık hava ve doğa
///////////////////////////////////

Ankara Türk Ocağı Binası.

Türk Ocağı merkez binası için bir proje yarışması açıldı. Etnografya Müzesi'ni yapan Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu'nun projesi birinci oldu.
Atatürk, binada Türk süslemelerinin kullanılmasını istemiş ve yalnızca Türk işçilerinin çalışmasını emretmişti.
Bunu Arif Hikmet Koyunoğlu kendi ağzından şu şekilde anlatıyor :

'' Türk ocağı inşaatına 21 Eylül 1925 tarihinde başlamış ve 18 ayda tamamlamıştım. Ankara'da ilk betonun kullanıldığı bu binayı Mustafa Kemal 18 ayda tamamlamamı emir buyurmuştu.Ayrıca, ''binanın inşaatının her şeyinde yalnız Türkler çalışacak, yabancılar hiçbir yerde
görev almayacaklar'' dediler. Ne yazık o günlerde teknik elemanların ve ustalarınbüyük bir bölümü yabancı kökenli idiler.
Türk ustaların çoğu Kurtuluş Savaşı'nda görev almış çoğu şehit olmuş yada sakat kalmışlardı. Bende mezar işçiliğinde çalışan ne kadar mermerci,taşçı varsa onları Ankara'da topladım.
Tiyatro salonunda akustik meselesine çok önem vermiştim. Tanıdığım müzisyen arkadaşlarımı çağırıyor, çalgı çaldırıyordum. Bir yerden fena bir akis geliyor mu , ses uğulduyor mu , diye dikkatle tecrübeler yapıyordum. Salon akustiğini kontrol için Avrupa'dan büyük sanatkarlar gelmişti. Paris'ten gelen Mari Bel , böyle güzel bir salon görmediğini söylemişti. Bütün işler bitmişti. Umumi temizlik yapıyorduk. Hamdullah Suphi bey ve bütün sanatsever arkadaşlarını üzen bir durum vardı. Bu da ''Türk Salonu'' idi. Recep Peker ve Hamdullah Suphi Bey çekinerek yanıma gelmiş, '' Hikmet'çiğim hiç paramız kalmadı , sana aylarca Ankara'nın
tarihi evlerinde etüdler yaptırdık onlardan aldığın ilhamla resimler hazırladın, çok yazık ki, paramız kalmadı.
Gazi'ye ne diyeceğiz, bilmiyoruz. Salonun alçı sıvası bitti , öylece bırakalım, '' kendilerine, paraya lüzum yok , ben o salonun bütün süsleme işçiliğini parasız olarak kendim yaparım, yalnız biraz alçı gibi şeyler lazım'' demiştim.

İnşaat yerlerimizi ve atelyelerimizi sevgili Atatürk'ümüz daima şereflendirir, genellikle de bunu habersiz yapardı.
Hiç unutmam birgün inşaat şantiyesinde şu sözleri söylemişlerdi:
'' Eski milletler büyük çalışmalar sonunda kendilerine has birer mimari stil yaratmışlardır. Son asrın sanat çalışma
ve düşüncelerinin sonunda modern bir mimari doğmuştur.Fakat bu modern mimari , her milletin
karakter ve düşünce farklarıyla , birbirinden ayrı görüş ve anlamdadır.Bir İtalyan modern mimarisi ile bir Alman
modern mimarisi arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimariler bütün görünüşleriyle hangi milletin malı olduğunu
anlatmaktadırlar.''
Biz de , asrın bütün düşünce ve ihtiyaçlarına cevap verecek , ruhlarımızı okşayacak bir modern mimari lazımdır.Fakat bu modern mimari, diğer milletlerin taklitçiliğini değil , yurdumuza Türklüğe özgü bir mimari olmalıdır. Bize orjinal bir modern Türk mimarisi lazımdır. Eminim ki , yetişmekte olan genç Türk mimarları olumlu bir yaratıcılığa erişeceklerdir.''

Ahmet Turan Altıner, Zafer Akay, Ahmet Ardıçoğlu. Arkitek 1991 sayı 4.


////////////////////////////////////////

KOCATEPE CAMİİ

//////////////////////////////////////
1928 İtfaiye meydanı


























































///////////////////////////////////

///////////////////////////////////
Hüseyin Gazi Türbesi /Angara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder