-Yunan Başkumandanı olduğunu esirken öğrenecek olan- General Trikopis'i teslim alan Kahraman
Esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:
- Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayıp davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar.
Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını
yularından yakalıyarak çektim.
Sordular:
- Ne kadar kuvvetiniz var? dediler.
- Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz.
- Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler.
- Alay kumandanıyım, dedim.
Rütbemi sordular?
- Başçavuş... dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
- Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler.
Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:
- Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?
- Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!...
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
- Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı...
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.
Tanıkların Dilinden İstiklal Ve Zafer Hatıraları,s 70,Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi Yayınları,Kocaeli 2009
////////////////////////////////////////
............................................
YUNAN ORDULARI BAŞKOMUTANI Trikopis;
Biz yabancı
devletlere âlet olduk
. “Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu
savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk. Sizden
de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik Sonunda ne oldu? İşte
bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata...”
http://www.aytam.org.tr/Ahmet%20Cavus.pdf
— Generalim, diyorum. Nasıl oldu şu Anadolu harekâtı? Tâ
Ankara kapılarına kadar ilerledikten sonra nasıl oldu da davayı kaybettiniz?
Trikopis tekrar derin derin düşünüyor. Sonra:
— Bizim Anadolu'da
işimiz ne idi? diyor. Bizim menfaatimiz Balkanlar'da, Makedonya'da, Adalarda
olabilir amma Anadolu'dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler. Aradan
bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam
hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu
savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk. Sizden
de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik Sonunda ne oldu? İşte
bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata...
//////////////////////
Ahmet Çavuş ve Trikopis
http://www.aytam.org.tr/Ahmet%20Cavus.pdf
E-posta: 7 - “Atatürk, Trikopis'e dedi ki...” Yaş 90’ın
üzerinde olmasına rağmen, dimdik duran Mehmet Ünal, elimizden tuttu: “- Gel
seni, Atatürk'ün Yunan Generali Trikopis'le görüştüğü eve götüreyim... Orayı
görmeden, Uşak'tan ayrılma.” Uşak Valisi Ali Fuat Güven “Siz yorulmayın, ben
Yavuz beyle oraya gideceğim” dedi. “Dedeyi”, kendi makam otomobiliyle evine
yolladı. Biz de “tarihi eve” doğru yürüdük. *** Dumlupınar Savaşı zaferle
sonuçlanmış. Düşman kaçıyor. Atatürk Uşak'a gelmiş, Niziboğlu'nun konağında
“düşmanı denize dökmenin planlarını” yapıyor. Ve bu sırada Ahmet Çavuş, yanında
iki erle, keşif için dağa tırmanıyor. Bir kuytuda, birkaç Yunan subayını
görünce, bombayı fırlatmaya hazırlanırken... Yunan subaylar ellerini kaldırıp,
teslim oluyorlar. Daha sonra Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey ile Tabur Komutanı Fuat
Bey oraya geliyorlar. Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey, “Ahmet Çavuş” diyor: “- Kimi
esir aldığını biliyor musun?” “- Ne bilem kumandanım... Yunan gâvuru işte.” “-
Ahmet Çavuş, sen Yunan Başkomutanı General Trikopis'i esir aldın.” ***
Trikopis'in yanında iki general daha vardır. Atatürk'ün yanında da İsmet
(İnönü) ve Fevzi (Çakmak) paşalar. Atatürk, Trikopis'in elini sıkar: “-
Üzülmeyiniz... En büyük komutanlar bile mağlup olmuşlardır... Ama size şunu
sorayım, neden sivil halka zulmettiniz?.. Bu medeni insanlara, biz askerlere
yakışır mı?” Trikopis, başını öne eğer: “- Emin olunuz, haberim olmadan bu suçu
işlemişler.” Atatürk: “- Demek kuvvetlerinize hâkim değildiniz.” Sonra korku
içindeki esir generale şöyle der: “-Aileniz sizi merak eder... Bir telgraf
yazınız... Derhal çektireyim.”
Trikopis'in gözleri yaşarır: “- Ben intihar etmek
istiyordum.” Atatürk, yaverine döner: “- Misafirimiz yorgundur... Banyo
alsınlar... İstirahatlerini sağlayınız... Artık Türk askerinin misafiri
muamelesini göreceklerdir.” *** Uşak'ta, tarihi evin önünden geçen bir
öğrenciye, bir şoföre, bir ev kadınına sorarsanız “bu ev, kimin evi” diye...
Hemen yukarıda yazdıklarımızı anlatmaya başlar: “- Büyük Atatürk, esir düşen
Yunan generali Trikopis'e dedi ki...” Sabah 21.11.2004 Yavuz Donat Av.Kadir
Daylık 30.01.2007
..............................
E-posta: 9 –
Yunan Başkumandanı
Trikopis'i esir eden askerimiz: Ahmet Çavuş
Elmalıdağ'da Yunan
Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş,
son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta
idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır: —
Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak
üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta
tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 – 10 zabitin oturduklarını
gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye
haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben
önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalayarak çektim. Sordular: — Ne
kadar kuvvetiniz var? dediler. — Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız.
Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz. — Hangi kıtaya kumanda
ediyorsun? dediler. — Alay kumandanıyım, dedim. Rütbemi sordular? — Başçavuş...
dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı. Hayretlerini gidermek için
devam ettim: — Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara,
torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram
ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra
Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler. Hüseyin Hüsnü
Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu: —
Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun? — Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı...
Babamın oğlu değil ya!... Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı: —
Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı... Trikopis'i Uşak'a
kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar.
Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye
kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor.
Evde saklıyorum. http://atillagenis.blogcu.com/752443/ Av.Kadir Daylık -
01.02.2007
........................
E-posta: 13 –
Trikopis nasıl esir edildi? YUNAN BAŞKUMANDANI TRİKOPİS
ANADOLU SAVAŞINI VE NASIL ESİR EDİLDİĞİNİ ANLATIYOR. '
'Etrafımız Türkler tarafından çevrilmişti. Esir olacağımızı
anlıyorduk. Bu esnada beygirim de vurulmuştu. Başka bir ata binerek çemberi
yarmaya teşebbüs ettim, fayda vermedi, Türklerin içine düşmüştüm, esir oldum.''
Kıymetli gazetecilerimizden Hıfzı Topuz, Yunanistan'a yaptığı bir seyahat
sırasında Atina'da Ruzvelt Caddesindeki evinde mütevazı bir hayat yaşayan 84
yaşındaki emekli General Trikopis'i ziyaret etmiş ve kendisiyle uzun boylu
görüşmüştür. Muharrir, bu enteresan ziyareti şöyle anlatıyor: Trikopis'i evinde
ziyarete gittiğim zaman kendisini derin bir rüyadan uyandırmış gibi oldum. Beni
büyük bir nezaketle odasına kabul ettikten sonra: — İstanbul’dan mı
geliyorsunuz? diye sordu. — Evet, diye cevap verdim. Daldı. Bir müddet derin
derin düşündükten sonra; — 54 sene evvel İstanbul'dan geçmiştim, diye devam
etti. Güzel şehirdir İstanbul, ben de o zamanlar 30 yaşındaydım. Hey gidi
günler hey... Odada generalin gençliğine ait bir yığın resim görüyordum. İşte
şu grubun ortasında bulunan burma kıyıklı genç Teğmen Trikopis'tir. Bu resim galiba
Paris'te çekilmiş. Sene 1903. Şu masanın üstünde duran resim de Generalin
Birinci Cihan Savaşı'nda Yugoslavya'da çekilmiş bir resmi. Masanın tam
arkasında büyük bir resim daha görüyorum. Bu da 1921'de Eskişehir'de çekilmiş.
Yunan Kralı Konstantin Anadolu harekâtında başarı kazanan kumandanlara şecaat
nişanı tevzi ediyor. Trikopis o zaman kolordu kumandanı. Konstantin'in yanında
Başkumandan Papulâs, şimdikiKral Paul, Prens Georges, Prens Andre, İstiklâl
Savaşını müteakip Yunanlıların kurşuna dizdikleri Başbakan Gunaris ve
Bakanlardan Teotakis bulunuyor. Hey gidi günler... — Generalim, diyorum. Nasıl
oldu şu Anadolu harekâtı? Tâ Ankara kapılarına kadar ilerledikten sonra nasıl
oldu da davayı kaybettiniz? Trikopis tekrar derin derin düşünüyor. Sonra: —
Bizim Anadolu'da işimiz ne idi? diyor. Bizim menfaatimiz Balkanlar'da,
Makedonya'da, Adalarda olabilir amma Anadolu'dan bize ne? Ne diye bizi oralara
gönderdiler. Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi
görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten
çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı
devletlere âlet olduk. Sizden de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit
verdik Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de
muazzam bir hata... Trikopis yine bir müddet susuyor. Emekli generalin duyduğu
pişmanlığı anlamaya çalışıyorum. Zavallı Yunan şehitleri, zavallı İstiklâl
Harbi kahramanları! Boş yere yanan, yıkılan köylerimiz! Ve tarihin karanlık
bulutları gerisinden eski ''büyük düşmanımız''ın
duyduğu pişmanlık. Ne muazzam tezat. Trikopis, Bugün seninle kardeş olabilmemiz
için Anadolu topraklarının kanla sulanması lâzımmış... Emekli general tekrar
anlatmaya devam ediyor: ''- Ben Anadolu'da sizinle dört defa çarpıştım.
Birincisine biz ''Avgin Muharebesi'' diyoruz; siz, “İnönü Savaşı”. 1921 yılı
mart ayının son günleriydi. Ben o zaman üçüncü tümen kumandanıydım. İnönü'de
bizim üç tümenimiz bulunuyordu 7'nci tümen merkezde, 3 üncü tümen solda ve
10'uncu tümen da sağda olmak üzere muharebe vaziyeti almıştık. Hepimiz
kahramanca çarpıştık. Fakat Türkler bizden çok üstün oldukları için netice
bizim lehimize tecelli edemedi. Geri çekildik ve burada ilk olarak İnönü'nün
askerlik kabiliyetini anlamış olduk. İnönü ile ikinci karşılaşmam Eskişehir -
Kütahya hattında oldu. 1921 Haziranının sonlarına doğruydu. Ben Bursa'da
bulunuyordum. Birliklerimiz Eskişehir ve Kütahya üzerinden taarruza
geçmişlerdi. Türkler oyalama muharebesiyle yardım bekliyorlardı. Ben derhal
cepheye hareket ederek bu yardıma mani oldum. Bu muharebe bizim galibiyetimizle
neticelendi. Türk ordusu ile üçüncü defa Sakarya'da karşılaştık. 1921 Ağustosunun
sonlarında cereyan eden bu savaşlarda biz geri çekildik. Ben İkinci Kolorduya
kumanda ediyordum. Afyon cephesini tutarak Yunan ordusunun çöküşüne mâni oldum.
Eğer ben bu cepheyi tutmasaydım Sakarya'dan sonra çok kötü bir mağlûbiyete
gidebilirdik. Bundan sonra uzun bir duraklama devresi oldu. Bu esnada Birinci
Kolordu kumandanlığı da uhdeme tevdi edildi. Aralık 1921'de Cenup Gurup
Kumandanlığına getirildim. Türklerin büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını
fark ediyorduk. Anadolu'da üç kolordumuz vardı. Başkumandan General Papulâs'ın
uğradığı başarısızlıktan sonra yerine General Haci Anesti tayin edilmişti
Muhtemel taarruzları önlemek için cepheyi yıkılmayacak bir şekilde tahkim
etmiştik. Ve bu cephenin çökmesine ihtimal vermiyorduk. Nihayet 26 Ağustos 1922
sabahı Türklerin beklenmedik taarruzu ile karşılaştık. Bu taarruz bizim için
muazzam bir darbe oldu.
Haci Anesti bütün kolordulara bizzat kumanda etmek
istiyordu. En büyük korkumuz İzmir'le muvasalamızın kesilmesiydi. Bizim için en
tehlikeli vaziyet bu idi. Ben İzmir'e telgraf çekerek takviye istemiş ve aksi
halde mağlûp olacağımızı bildirmiştim. İstediğim bu takviyeyi gönderemediler.
Hâlbuki karşımızda Mustafa Kemal vardı. Neye uğradığımızı anlayamadık. Cephe
çökmüş ve ordu mağlûp olmuştu...'' Trikopis'in ''Başkumandanlık Muharebesi'' ne
ait hatıralarını anlatırken büyük bir heyecan içinde olduğu görülüyordu.
İhtiyar kumandan otuz yılın gerisinde kalan hatıralarını toplamaya çalışarak
sözlerine şöyle devam etti: — Türk ordusunun bu beklenmedik kuvveti karşısında
birliklerimiz perişan olmuştu. Yan birliklerle de irtibatı kaybetmiştik.
Cephanemiz tükenmek üzereydi. Neşrettiğim bir günlük emirle sonuna kadar
muharebeye devam edilmesini askere tebliğ etmiştim. Vaziyetimiz gittikçe
müşkülleşiyordu. Asker yorgundu. Kimsede muharebeye devam arzusu kalmamıştı.
Birinci Dünya Savaşı'ndan beri durmadan çarpışan Yunan ordusunun maneviyatı
hayli sarsılmıştı. Halk artık savaştan bıkmıştı. Askeri zorla, inanmadığı bir
gaye uğrunda muharebeye sürüklemekteki güçlük harbin en çetin meselelerinden
birini teşkil eder. Ordunun adım adım hezimete yaklaştığını hissediyorduk. Her
tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bizde kılıcı
düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Vaziyetin kötüye gittiğini gören yaverim
bir ara yanıma gelerek:
— Generalim, kılıçlarımızı imha edelim'' diye teklifte
bulundu. Kılıcımı kendisine verdim. Aldı ve parçaladı. Firar fayda etmedi, ordu
perişan olmuştu. Bu esnada atım da vurulmuştu. Başka bir ata binerek kaçmaya ve
çemberi yarmaya teşebbüs ettim. Fayda etmedi. Türklerin içine düştüm. Esir
oldum. Beni yakalayanlar hüviyetimi almakta güçlük çekmediler. Üzerimde bir
revolver vardı. Derhal bunu anladılar. Bizde süvarilerin kılıcı atların eğerine
bağlıdır. Benim bindiğim atta da böyle bir kılıç bulunuyordu. Askerler bunu da
benim kılıcım zannıyla müsadere ettiler. Bu esnada ordu perişan olmuştu. Sağ
kalan birlikler dağınık bir halde İzmir'e kaçmaya çalışıyorlardı. Bu bizim için
büyük bir mağlûbiyet olmuştu. Beni ilk evvelâ Garp Cephesi Kumandanı İsmet
İnönü'ye götürdüler. Kendisi ile fazla bir şey konuşmadık. İnönü, beni yanına
alarak Mustafa Kemal'in huzuruna çıkardı. Yunan Orduları Başkumandanlığına
tayin edildiğimi de bu sırada öğrendim. Atatürk beni mert bir askere yaraşır
bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecan içindeydim. İnönü beni kendisine
takdim etti. Gazi'nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım: — Üzülmeyin
General, dedi. Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlûp olmak da
vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet hissi
besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum.
Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.''
Atatürk'ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben de bu büyük kumandana
karşı içimde bir hayranlık duymaya başlamıştım. Bundan sonra bizi Kayseri'nin
Talas bölgesinde kurulan bir esir kampına sevk ettiler. Yüksek rütbeli
subaylardan başka yanımda dört general daha vardı. Artık bizim için savaş bitmişti.
Neticeyi beklemeye başladık. Bundan sonraki vaziyeti biliyorsunuz. Ordumuzun
bakiyeleri birkaç gün içinde Anadolu'yu terk ettiler. Fakat barışmuahedesinin
imzalanması kolay olmadı. Kayseri kampında bir sene Bir seneye yakın bir müddet
Kayseri kampında yaşadık. Daimî bir tarassut ve nezaret altında bulunuyorduk.
Bir gün kamp kumandanına: — Beni bıraksanız bile bir yere kaçamam, dedim.
Bundan sonra nereye gidebilirim? Haydi, kamptan kaçtım, Yunanistan nerede, Kayseri
nerede?'' Nihayet Türkiye ile Yunanistan arasında esirlerin karşılıklı
mübadeleleri konusundaki anlaşma imzalandı. Biz de memleketimize döndük. İşte
Anadolu seferimizin hazin hikâyesi. Fakat bu hikâye henüz bitmemişti.
Yunanistan halkı kendisini bu maceraya sürükleyen insanlardan hesap soracaktı.
Memleket karışıklık içindeydi. Anadolu harbine sebep olanlar kurşuna
dizildiler. Orduda tasfiye yapıldı. Fakat benim bu işlerde hiç bir suçum
olmadığı için bütün bu işlerden yüzümün akı ile çıktım. Ordudaki vazifeme devam
ediyordum. Fakat yaşım da ilerlemişti. Nihayet 1928'de emekliye ayrılmamı
isteyerek ordudan istifa ettim. Ve işte o zamandan beri köşemde dünyayı
seyrediyorum. Şimdiye kadar birçok partilerin mebusluk teklifleri ilekarşılaştım.
Fakat hiçbirini kabul etmediğim gibi bundan sonra da politika ile uğraşmak
niyetinde değilim. Yegâne arzum yeni bir harp görmeden barış içinde hayata
gözlerimi kapamaktır.'' http://atillagenis.blogcu.com/752443/ Av.Kadir Daylık –
04.02.2007
.................................
E-posta: 15 – Merakla bekliyoruz...
Değerli Dostumuz Ahmet Ünlü Bey, "Bu konuda bugüne
kadar çıkan yazıları babama (Çavuş Ahmet Ünlü'nün oğlu Osman Ünlü ) gönderdim.
Kendisinden gelen açıklamaları sizlere göndereceğim. Benim de bazı eklentilerim
olabilir o zaman..."demiş. AYTAM e-postalarını takip edenler
hatırlayacaklardır; 24.11.2006 tarihinde gruba bir e-posta göndermiş ve "
Sayın Ahmet Ünlü, Çavuş Ahmet Ünlü yakınınız mıdır?" diye sormuştum. Sayın
Ahmet Ünlü, 25.11.2006 günlü bana cevabında "Evet... Çavuş Ahmet Ünlü
benim dedemdir." demişti. 27.11.2006 günlü bana gönderdiği e- postasında
da "Bu konu bir sahiplenme konusu... Ben ve ailemiz böyle bir öne çıkış
yapmadık. Bulduğunuz yayınların benzerleri ulusal veya mahalli düzeyde dedem
ölene kadar olmuş. Kurtuluş Savaşında Yunan Başkomutanının ve etrafındaki
yönetimin yakalanması ve onu yakalayanın Afyon'lu olması aslında çok önemli bir
hadise... Yani dedem olmasından önce Afyon'lu olması önemli... Siz Afyon'da
buna dair bir ize rastladınız mı hiç? Ancak Uşak bu hadiseye sahip çıkıyor..."
demişti. O zaman konu, yeni elime geçen 29.04.1953 tarihli Vatan Gazetesindeki
bir resim ve resmin alt yazısı ile açılmıştı. Şöyle diyordu; "Yunan
Başkomutanı General Trikopis'i esir alan Afyon'lu meşhur Ahmet Ünlü Çavuş
(sağda). Dumlupınar'dan sonra Murat Dağlarına doğru çekilen Trikopis ve
maiyetini Halit Akmansu'nun kumandasındaki tümen takip ediyordu. Ahmet Ünlü de
tümenin öncü birliklerindendi. Trikopis'i mangası ile birlikte esir etmiştir.
Trikopis'in yanında General Diyonis, Miralay Vanderis bulunuyordu. Göyem köyü
civarında teslim olan generali Sıvaslı Yüzbaşı Salih Efendi'yle birlikte tümen
kumandanının yanına getirmişlerdir." Vatan Gazetesi 29.04.1953 Benim başka
yazacaklarım da olacak, ama şimdi Sayın Ahmet Ünlü'nün aktaracaklarını merakla
bekliyoruz. Av. Kadir Daylık – 06.02.2007
.......................
E-posta: 20 – Gazi Ahmet Çavuş ve Trikopis üzerine..
Değerli Dostlar,
Babam Osman Ünlü’den gelen yazıyı sizlere de gönderiyorum. Sevgi ve
saygılarımla… Ahmet Ünlü – 13.02.2007
“Bu olayı bana anlatan, Yunan Başkomutanı Trikopis ve
mahiyetini esir alan, babam Gazi Ahmet Çavuş. Babam 18 Mayıs 1956’da vefat
etti. Ben, oğlu Osman Ünlü, 1950 yılında Eskişehir Hava Kuvvetleri Astsubay
okuluna gittim. Babamın bana anlattığı askerlik hatıraları 1940–1949 yılları
olduğundan, eksiği vardır, fazlası yoktur. Babamın 18 yıllık askerlik hayatının
özeti (bu zamana jandarma okulu da dahil) kendi ağzıyla şöyledir: ‘Rumeli
bozgunundan sonra okul dağıldı. Ben Marmara bölgesi eşkıya takibine
görevlendirildim. Daha sonra Edirne’nin kurtarılmasında bulundum. Birinci cihan
harbi sonucu ordular dağıtılınca, Afyon Sinirköy’deki (şimdiki adı Tınaztepe)
değirmenimize, geceleri yaya giderek vardım. Daha sonra Afyon’a geçtim. Afyon
Yunan işgalinde… Asker geldi diye, Yunan merkez komutanlığına ihbar etmişler.
Eve gelen Yunan askerleri beni alıp, merkez komutanlığına götürdüler. Orada iki
gün işkence gördüm. Asker olmadığımı, köyde yaşayıp, orada değirmencilik
yaptığımı söyledim. Köyden getirilen muhtar ve köylüler, söylediklerimin doğru
olduğunu teyit ettikleri için, beni bıraktılar. Serbest kalınca yine yaya
olarak, Ankara’da toplanan birliğe
katıldım. İnönü harbinde; Çöğürler mevkiinde yaralandım. Dört ay kadar
hastanede kaldım. İyileşerek kıtama katıldım. Sakarya muharebesinde Yunan’ı
kaçırınca, Afyon taarruzuna hazırlıklarımız başladı. 26 Ağustos 1922 de
Kocatepe’de başlayan Afyon taarruzunda, Yunan kaçmaya başlayınca; biz de
durmalarına engel olmak için, devamlı kovaladık. Ta ki 29.30.31 Ağustos 1922
Dumlupınar Başkomutanlık meydan muharebesinde, tekrar karşı karşıya harbe
tutuşana ve yenene kadar. 2 Eylül 1922 günü tabur komutanımız tarafından, keşif
kolu komutanı olarak görevlendirildim. Usta erlerden bir manga ekip yaptım.
Komutanıma hazır olduğumu bildirdim. Komutanım bana “bak Ahmet Çavuş, bu keşif
diğerleri gibi değil. Biliyorsun düşmanı bozduk. Her tepenin ardından, kaçan
düşman çıkabilir. Çıkan, düşman komutanı ve efradı, yani karargâhı olabilir.
Sakın ha… Çavuşum falan deme. Alay komutanı olduğunu ve etrafınızı çevirdim.
Teslim olmazsanız imha edeceğim diyeceksin” diye talimat verdi. Keşfe çıktık.
Bir süre sonra, yabancı sesler duydum. O istikamete yürüdük. Yaklaştıkça sesler
yükseliyordu. Hemen tertibatı aldım. Altı erimi tepenin arkasınayerleştirdim.
Üç eri yanıma alıp tepeyi aşarak, karşılarına dikildim. “Teslim olun” diye
bağırdım. Yunan başkomutanı olduğunu sonradan öğrendiğim kişi, tercümanı
vasıtasıyla, benim söylediklerimi öğrenince bana rütbemin ne olduğunu sordu.
”Alay komutanı olduğumu, teslim olmazlarsa imha edeceğimizi” söyledim. Ben de
bu arada kaç kişi olduklarına bakıyordum ki; Rumca kendi mahiyetine “teslim
oluyoruz” diye bağırdı. Tercüman da bize Türkçe bildirdi. Bu arada yirmi kadar
Yunan subayı atlarını ters yöne çevirip kaçtılar. Teslim olan grubu attan
indirtip, silah ve kılıçlarını toplattım. Tarafımızdan Yunan komuta heyetine ne
kötü söz söylendi ne de darp yapıldı. Yaya olarak Uşak yoluna vadi arasından
giderken; Dadaylı Halit Albay’ın süvari birliği ile karşılaştık. Dadaylı “Ben
atla birlikte Gazi Paşa’ya daha çabuk götürürüm” deyince, ben de esir aldığım
Yunan komuta gurubunu teslim ettim. Teslim ettiğim yer; Uşak merkeze on-on beş
km mesafede, Afyon’dan Uşak’a gidiş yönünde, sağ tarafta içerde, suni göle
giderken, yol üzerindeki köyün meydanıdır.’ (Şimdi bu köy meydanındaki anıtın
üzerinde, ”Yunan başkomutanı ve ekibinin, süvari komutanı Dadaylı Halit Albay’a
teslim edildiği yer” diye yazar. Dikkatinizi çekerim. Esir değil, teslim
alındığı yerdir. Çünkü daha sonra, esir alınan Yunan komuta gurubu, Dadaylı
Halit Albay’a mal edilmek istenmiştir.) ‘Esir alınan komuta gurubundan iki
general daha bulunuyordu. Birisinin adı Tümgeneral Diatris’tir.’ (Bu Yunan
paşasının saati, babama hediye edilmiştir.) 1941 yılında, ikinci cihan
harbinde, Alman işgalinden kaçan Yunanlılardan bir kafile, Afyon’da misafir
edildiler. Bunların ziyaretine gittik. İçlerinden birisi, Afyon işgalinde
bulunmuş ve babamın esir aldığı komuta gurubunda imiş. Emekli Yunan Albayı,
babamı tanıdı. Evimize yemeğe davet ettik. Güzel Türkçe konuşuyordu. Babama
söylediği şu sözünü hiç unutmadım. ”Siz Yunanistan’da böyle bir kahramanlık
yapsaydınız, hükümet sizi ihya ederdi.” Babam ise, “Biz Türklerin hepsi benim
gibidir. Biz karşılık beklemeden vatani görevimizi yaparız” diye cevap verdi.
Babam askerlik hatıralarını kendiliğinden anlatmaz ancak,
sorulduğunda cevaplardı. Kolordu komutanı Derviş paşa, babamı Atatürk’e takdim
etmiş. Atatürk ”Başkomutan Ahmet Çavuş; dile benden ne dilersen” demiş. Babam
da “Allahtan sizin sağlığınızı ve vatanın kurtulmasını isterim. Bu bize yeter.”
demiş. Atatürk; Derviş Paşa’ya (Afyon kolordu komutanı olduğunda) “Ahmet
Çavuş’a yardımcı ol” diye emir vermiş. Sonradan babama istiklal madalyası
verilmiş ve yardımda bulunulmuş. Evimiz, Yunan işgali sırasında Yunan askerleri
tarafından askeri gazino olarak kullanılmış, kaçarken tahrip edilmiş. Ancak
daha sonra tahrip edilen evimiz, kolordu tarafından tamir edilmiştir.” Ahmet
Çavuşun oğlu Osman ÜNLÜ
...........................
E-posta: 29 – Farklı anlatımlar. Değerli Dostlar, Trikopis’in
esir alınması ile ilgili iki anlatımı daha gönderiyorum. İlki Mustafa Kemal
Atatürk’ün anlatımı, ikincisi ise Halit Akmansü’nün anlatımıdır. Bundan
sonrasını araştırmacılara bırakıyoruz. İyi okumalar, Av. Kadir Daylık -
20.02.2007 --- “Artık düşmanın beş fırkası, doğal olarak pek çok kayba
düştükten sonra geri kalanları teslim olduklarını bildirmeye başladı. Bu teslim
alma uygulaması birkaç gün devam etti ve sonunda şuraya buraya başvurup
kurtulma imkânını bulamayan Başkomutan Trikopis de arta kalanlar ile teslim
olacak adam arıyordu. Rastlantı ile oralarda bir istihkâm teğmenimiz vardı. Ona
haber göndermiş “Teğmen Efendi buyursun” demiş ve hemen atına binmiş birkaç
askerle beraber dereye inmiş orada savaş safı düzeninde bekleyen ordu artığını görmüştür.
Bunlar, hemen generalleri ve subayları ve askerleri ile beraber bu subayımızı
selâmlayarak teslim olduklarını bildirdiler! (Alkışlar).” Atatürk'ün Söylev ve
Demeçleri I-III (Büyük Zafer Hakkında 4 Ekim 1922) Mustafa Kemal ATATÜRK
Bugünkü dille yayına hazırlayanlar: Prof.Dr. Ali SEVİM, Prof.Dr. M.Akif TURAL,
Prof.Dr. İzzet ÖZTOPRAK
Halit Akmansü’nün anlatımı da şöyle: “…31 Ağustos sabahı,
düşmanın çekildiği anlaşılınca, Uşak’a doğru takibimiz devam etti. Fakat benim
tümenim, beş günlük kesintisiz savaşlar sırasında 105 subay ile 1200 er şehit
ve yaralı vererek çok yorgun düştüğü için, o gün Küçük Aslıhanlar civarında
istirahat ediyordu. Ertesi günü ağırlıklarımızla toplu bir halde Uşak
istikametinde yolumuza devam ettik. Eylülün ikinci günü, öğleden sonra ikiye
doğru kolbaşımız Karahisar`a yaklaşmıştı ki, dörtnala gelen bir köylü: —
Onikibin kadar tahmin olunan düşman, köyleri yakarak, Muratdağı cihetinden,
Elmadağı – Uşak’a doğru ilerliyor. Haberini verdi. Bu kuvvet her halde 30
Ağustos Meydan Savaşından kurtulabilen bir kuvvet olabilirdi. Köylü fazla
malûmata sahip olmadığından, düşmanın gerçek mevcudunu şu anda bilmek imkânsızdı.
Arazi çok dalgalı, dereli tepeli olduğu için bir şey görülmüyordu. Hemen savaş
tertibatı aldırdım. Süvari bölüğünü de, düşman istikametinde keşfe, kuvvetini
ve bulunduğu yeri tayine memur ettim. Biraz sonra süvari, düşmanla temas etti.
Biz de zaten ilerliyoruz. Süvari bölüğüm yaya çengine başladı. Bir alayla bu
bölüğü takviye ettim. Bir batarya
dürbünü ile düşman istikametini tarassut ve tetkikimde, Elmadağı doğu
eteğindeki Karahisar köyünün yandığını ve düşman askerlerinin köy içinde
gezindiklerini gördüm. Elmadağı’ndan Kosur deresine uzanan Karahisar köyüne
hâkim sırt üzerinde gezinmeler vardı. Fakat arazinin çok arızalı oluşu,
Elmadağı gerisinde ne kadar kuvvet bulunduğunu görmeye mâni idi. Ancak düşmanın
Elmadağı’nda ve Karahisar’da olduğu artık anlaşılmıştı. Ben tümenin kalan
kuvvetiyle Kosur deresinin iki tarafında hazırlık mevziine girdim. Durumun
açıklık kazanmasını bekliyorum. Uşak’a gitmiş bulunan kolordu komutanımıza
rapor göndererek durumu bildirdik. Düşman son hesaplara göre de filhakika on,
on iki bin tahmin ediliyordu. Dağı işgali altında bulundurduğu için mevzii bize
hâkimdi, akşama da iki saat kadar bir zaman vardı. Dediğim gibi kolordum Uşak`a
gitmiş olduğu için tümenim yalnız kalmıştı. Bu durumda tek başımıza ve hemen
bir saldırıya kalkmayı doğru bulmadım, ihtiyatkâr hareketi tercih ettim. Fakat
akşama doğru Elmadağı üzerinden, büyük bir beyaz flama sallandı. Aramızda iki
kilometre kadar bir mesafe vardı. Fakat ilerideki süvarilerimiz bir
kilometreden fazla uzakta değillerdi. Biraz sonra süvari bölüğüme gelen beyaz
filâmalı bir Yunan küçük subayını yanıma getirdiler: — Beni General Trikopis
gönderdi. Teslim olacak. Teslim almanızı istiyor... dedi. — Yanında kim var, ne
kadar kuvvet mevcut, neredeler? diye sorduk. — Yanında İkinci Kolordu Komutanı
General Diyonis, Tümen Komutanı Miralay Vandelis erkânıharbleri, yaverleri ve
bir tümen asker var.
— Yanında İkinci Kolordu Komutanı General Diyonis, Tümen
Komutanı Miralay Vandelis erkânıharbleri, yaverleri ve bir tümen asker var.
Liva komutam Ali Rıza Bey’e, gidip bunları teslim alması emrini verdim. O gün
23. Tümenden emrime verilen bir alay da dâhil olmak üzere, dört piyade alayı
"halindeki kuvvetlerimiz Elmadağı eteğindeki Göyem köyü civarında
Yunanlıları teslim aldılar. Bunlar hakikaten iki general, bir tümen komutanı
albay ve 6.000 askerle 300 yaralıdan ibaretti . 2/3 Eylül gecesi saat ona doğru
süvari bölüğü komutanı Yüzbaşı Sivaslı Salih Efendi iki general ile bir
miralayı ve yaverlerini, bulunduğum Göyem köyü kuzeyindeki Bölmelik tepeye
getirdi. Atla geldikleri halde yorgun, bitkin bir halde idiler. Bunların
İzmir’e ilk çıkan 13. Yunan tümeni olduğu anlaşıldı. Teslim olmadan evvel
Elmadağı üzerinde bir savaş meclisi kurmuşlar, tümen komutanı ‘Edremit istikametinden
çekilerek kurtulabiliriz, teslim olmayalım’ demiş. General Trikopis: - Her ne
kadar vazifemizi yapmış isek de, bu durumda Yunanistan’a dönmemiz bir felâket
olur. Derdimizi kimseye anlatamayız. Halk galeyan içindedir. En iyisi teslim
olmaktır. Demiş ve böylece teslim olmuşlar. Fakat bize tesadüf etmeseler, pek
yaklaştıkları Uşak’a varıp salimen kurtulacaklarını zannediyorlarmış.
Generaller ve maiyetleri karşıma geldiler. Fakat General
Trikopis, beni mirî fiyatla levazımdan alınmış ve yollarda yıpranmış bir nefer
elbisesi ve kaputu, gene öyle bir nefer çizmesi ve başımda kalpak gibi bir
şeyle görünce bir komutana filân benzetememiş olmalı ki, gözlerini sağa sola çevirerek
araştırıyordu. Hakkı da yok değildi. O anda cebimde bile topu topu bir liram
vardı. Kendisi ise, mükemmel bir Avrupalı kumandan kıyafetinde bulunuyordu. Bir
zaman sesimi çıkarmadım. Nihayet karşısında benden başkasını göremeyince,
yüzüme bakıp Fransızca: — Ou est le commendant? diyerek, kendisini teslim
alacak kumandanı aradı. Ben, ya Rabbi, bu zalimleri benim gibi mütevazı bir
adama teslim ettin.. diye Allah`a şükrediyordum. Sonra, kendisine bir adım daha
yaklaşarak, Fransızca: — Kumandan benim... Hoş geldiniz. dedim. İnanmıyormuş
gibi, şaşkın şaşkın bakıp, bir tereddüt devresi geçirdikten sonra, böyle basit
kılıklı birine teslim olmak talihsizliğine düştüğünü hissettiren bir iç çekişle
boynunu büktü. Tabancalarını alarak: — Buyurun. Oturalım. dedim. Karşı karşıya
yere bağdaş kurup oturduk. Meyus ve mahzun bir halde idiler. Özellikle tümen
komutanı Vandelis hiçbir şey görmemek ister gibi gözlerini yummuş, düşünüyordu.
Yanıma, belki lâzım olur diye Rumca bilen bir Giritli subay almıştım. Meğer
Trikopis’in de Fransızcası benden farklı değilmiş. Güzelce anlaştık.
Karınlarının aç olduğunu anlayınca, bir sofra çıkaralım, güzelce yesinler
içsinler, dedim ama kendilerine haber gönderdiğim hâlâ alev alev evleri yanıp
duran köylüler, bunları da gözleriyle gördükten sonra : ‘Kumandanımıza canımız
feda... Nemiz var nemiz yoksa onun
olsun, ama bize yapmadıklarını bırakmayan düşmana, avuç dolusu altın da
verseniz, alimallah bir lokma ekmek bile veremeyiz... Baksanıza hâlâ
yanıyoruz.’ diye red cevabı verdiler. Ben de yanımda bulunan zeytin, peynir,
ekmekle bir sıcak çay ikram ettim. Ortamıza bir de ateş yaktırdım. Onun
çatırdıya çıtırdaya yükselen alevi, esaretin acısını birkaç saatten beri
çekmekte olan General Trikopis ile arkadaşlarının yüzlerine bir başka ızdırab
ve hüzün veriyordu. Nihayet, sorgulamaya sıra gelmişti. General Trikopis’e: —
Siz, dedim, vazifenizi yaptınız. Fakat savaş talihi aleyhinize döndü. Zaten
memleketimizi haksız yere işgal etmiştiniz. Biz sizi vatanımızdan çıkarmak için
çalıştık. Ergeç muvaffak olacağımızdan da emindik ama bu kadar çabuk, bir hafta
gibi kısa bir zamanda ordunuzun darmadağın olarak izmihlale uğrayacağını tahmin
edemezdik. Ben Sakarya Meydan Savaşında da tümen komutanı olarak bulundum.
Yunan ordusu orada, bu seferki savaşlara nispetle daha ziyade savaş yeteneği
göstermişti. Şimdi ne oldu? Başkomutan vekili sıfatiyle elbette bunun
sebeplerini bilmeniz lâzımdır. Beni bu yönden aydınlatırsanız çok memnun
olurum. General Trikopis, artık olan oldu, der gibi bir el işareti yaptı ve
anlatmaya başladı:
— Yenilgimizin sebepleri çoktur. Bence bunların başında,
Sakarya bozgunundan sonra Yunanistan`da kabinenin değişmesini mucip olan büyük
galeyan ve Başkomutan General Papulas ile Genelkurmay Başkanı General
Dosmanis`in azli gelir. Bundan sonra da ordunun krala sadakatini muhafaza
edecek bir başkomutan aranınca, kiralın yaveri Haci Anesti’nin seçilişi gelir
ki, bu general başkomutanlık yapacak kudrette değildi. Hele maiyet komutanları
da kendisi gibi, aynı düşünce ile tayin edilince, içine siyaset giren orduda ne
güven, ne de düzen kaldı. Diğer önemli bir sebep de şu olmuştur; casuslarım
vasıtasiyle sizin taarruza hazırlandığınızı ve Uşak istikametindeki ricat
hattımızı kesmek üzere üstün kuvvetlerle sağ cenahımıza taarruz edeceğinizi
haber aldığım zaman bunu Başkomutan Haci Anesti’ye yazdığım halde, o böyle bir
saldırıya ihtimal veremediğini söyledi, boş bulundu. Hatta hava keşifleri ve
istihbaratımla saldırı için yığınak yaptığınızı öğrenerek tekrar kendisini ikaz
ile sağ cenahta kuvvetli bulunmak için Altıntaş’taki ikinci kolordunun sağ
cenaha yaklaştırılmasını teklif ettimse de onu buna da inandıramadım. Saldırı
hareketinizi bir blöf addederek, teklifimi kabul etmedi. Dördüncü sebebe
gelince; 26 Ağustosta, saldırıya başlayıp da birinci hat siperlerimizi
düşürdüğünüz zaman Altıntaş - Eskişehir yönündeki saldırınızın, kuvvetlerimizi
orada tespit için olduğunu yazarak, asıl ciddi saldırınızın Afyon bölgesinden
olduğunu tasrih ile gene acele kuvvet istedim. Ancak geç vakit ve yalnız bir
tümen gönderildi. Bunu takviyeye muhtaç tümenlere dağıttım ama iş işten
geçmişti, bir fayda vermedi. Son sebep; cephe, kuvvetimizle tamamen ters
genişlikte olduğundan, Eskişehir - Afyon hattında savaşı kabul etmemiz uygun
değildi. Ben, geride Belen hattında savaşı kabul etmemiz lâzım geldiğini, daha
savaşa başlamadan evvel, başkomutanlığa teklif etmiştim, bu da kabul edilmedi.
Nihayet, bütün bunlara bir de Yunan askerinin, Sakarya Savaşından sonra uzun
süre hareketsiz beklemesinin moralini bozmuş olduğunu da ilâve edebiliriz. Bu
sırada Yunanistan’da da hava bulanmış,
kamuoyunda savaş karşıtlığı alıp yürümüştü. Bu fikir cephedeki askere kadar
yayılıp subayların da, erlerin de maneviyatını sarsmıştı, öyle zamanlar oldu ki
subaylar ve erler bizzat benim emrimi dinlemez oldular. İşte Yunan ordusunu
umulmadık bir yenilgiye uğratan başlıca sebepler bunlardır. Üç Eylül sabahı
General Trikopis ile arkadaşlarını süvari bölüğüme teslim ederek Uşak’a
gönderdim. O gün Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile Erkânıharbiyei Umumiye Reisi
Fevzi, Cephe Kumandanı İsmet, Dördüncü Kolordu Kumandanı Kemalettin Sami ve
Birinci Ordu Kumandanı Nurettin Paşalar da Uşak’ta idiler...”
http://www.hukuki.net/forum/showthread.php?t=13429&page=2 Hukuki net forum,
commodore1tr (commodore1tr@yahoo.com)
Trikopis’i esir alan Ahmet Çavuş’un oğlu Osman Ünlü,
babasının ağzından şöyle naklediyor:
“Teslim olun, diye bağırdım. Yunan başkomutanı olduğunu
sonradan öğrendiğim kişi, tercümanı vasıtasıyla, benim söylediklerimi öğrenince
bana rütbemin ne olduğunu sordu. ”Alay komutanı olduğumu, teslim olmazlarsa
imha edeceğimizi” söyledim. Ben de bu arada kaç kişi olduklarına bakıyordum ki;
Rumca kendi mahiyetine “teslim oluyoruz” diye bağırdı. Tercüman da bize Türkçe
bildirdi. Bu arada yirmi kadar Yunan subayı atlarını ters yöne çevirip
kaçtılar. Teslim olan grubu attan indirtip, silah ve kılıçlarını toplattım.
Tarafımızdan Yunan komuta heyetine ne kötü söz söylendi ne de darp yapıldı.”
T.C. Kültür Bakanlığı – Uşak Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi
http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF8FE9074FF1
9B000504C841C36B5D3393 : Atatürk, Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’i bu binada
karşılamış, Başkomutan Trikopis’in silah ve kılıcını kurmayları İsmet Paşa
(İsmet İnönü), Halit Akmansu, (Dadaylı Halit), Asım Paşa (Asım Gündüz) ile
birlikte teslim almıştır. Uşak Üniversitesi http://www.usak.edu.tr/genel.htm :
Atatürk ve İnönü şehre gelerek karargâh kurmuşlar, Trikopis’in kılıcını bugün
Atatürk ve Etnografya Müzesi olan evde teslim almışlardır.
http://www.butundunya.com/bd.php?p=0&pyil=2006&pay=11&ptip=YAZI&g=
1&s=0&a=0&ysn=1 Mete Akyol – Bütün Dünya: Uşak’ta Türk askerlerinin
“ev sahipliği”nde gerçek bir “konuk” olarak ağırlanan General Trikopis, tutsak
alındığında ele geçirilen kılıcını kendisine geri veren Garp Cephesi Komutanı
İsmet (İnönü) Paşa’yı ve Türkler’i, yaşamının sonuna değin her zaman saygıyla
anmıştı.
......................
E-posta: 34
– Babam Ahmet Çavuş
Değerli Dostlar; Kurtuluş Savaşımızda Yunan Başkomutanı
Trikopis ve Afyonkarahisar’lı Ahmet Çavuş dosyasını Gazi Ahmet Çavuşun oğlu
Osman Ünlü’nün anlatımı ile kapatıyoruz. Tüm yazışmaları e-kitap olarak
http://www.aytam.org.tr sitesinde yayımlayacağız. Başka konularda buluşmak
üzere sağlıcakla kalınız. Av. Kadir Daylık – 10.03.2007
Gazi Ahmet Çavuşun oğlu Osman Ünlü anlatıyor;
Babam Ahmet Çavuş’un Doğum tarihi 1890’dır. Ana adı Ayşe,
baba adı Halil’dir. Dört erkek, iki kız olmak üzere altı kardeştir. Halil
Dedem; Sinir köyündeki (şimdiki adı Tınaztepe) arazisi ve değirmeni olan
zatmış. Öldükten sonra değirmenin bahçesine gömülmüş. Eskiden’Hacı Beşirlerin
Değirmeni’ olarak anılırdı Babamın ağabeyi Abdullah amcam, Yemen’de şehit
olmuş. Diğer ağabeyi Mehmet amcam, Osmanlı Ordusunda başladığı askerlik
görevinde Rumeli ve İstanbul’da görev yapıyor. Kurtuluş Savaşına katılıyor,
sonra tabur komutanı rütbesiyle (kıdemli binbaşı) ordudan ayrılıyor ve
Ayvalık’ta kurulan Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na getiriliyor. Bir diğer
ağabeyi Osman amcam; gözünü çiçek hastalığından kaybetmiş; onun için o sıralar
askerlikten muaf tutulmuş ve değirmeni çalıştırmış. 1925 yılında ekonomik
sıkıntı nedeniyle değirmen satılmış. Ablaları Atike ve Şerife ise asker eşleri
olarak Afyon’da yaşamışlar. Babam Ahmet, altı yaşlarında yetim kalmış, sekiz
yaşlarında, babaannemle, o sıralarda Rumeli’nde Tabur Komutanı olan amcam
Mehmet’in İstanbul’daki evine gitmişler. İstanbul’da Mehmet amcamın ve
bacanağının (amcamın bacanağı da tabur komutanı imiş.) küçük çocukları ile
ilgilendiğinden, uzun süre çocukların ve ailenin başında durmuş ve okula gitme
şansı bulamamış; ta ki amcamın ve bacanağının, İstanbul’a tayinleri çıkana
kadar. Babamın ilgilendiği bu çocuklardan biri, Mehmet amcamın oğlu Celalettin
(ÜNSELİ ) daha sonra 1953’de Diyarbakır valisi oldu. Diğeri ise 1957’de Hava
Kuvvetleri Komutanı olan Hamdullah Paşa’dır. Ağabeyi Mehmet Rumeli’nden
İstanbul’a döndükten sonra, babam Jandarma okuluna yazdırılmış. Askerlikle
beraber okulda terzilik eğitimi almış. Balkan bozgunundan sonra okul
kapatılmış. Babam eşkıya takibinde görevlendirilmiş. İlk görev yeri Bandırma ve
civarı…
Aklımda kalan bir
hatırası şöyle: Türk eşkiyayı sıkıştırmışlar. Eşkiya babama seslenmiş; “Atma
çavuş atma. Karşıda Rum eşkiya Yorgi var. Ben orduya kızanlarımla beraber
katılayım. Hep beraber, memleketi kâfirlerden temizleyelim.” diye seslenmiş ve
katılımdan sonra, bölge Rum eşkiyadan arındırılmış. Daha sonra Çanakkale
savunmasında bulunmuş. Ordular dağılımında, kafasında planladığı gibi hareket edip,
önce Afyon’a gelmiş, sonra Ankara’da düzenlenen orduya katılmış. Babam da
Trikopis’ten bugünlere kadar kalan eşya yoktur. Trikopis esir edildiğinde
giysileri ve çizmesi babama verilmiş. O da bunları kullanmış ve eskimişler. (Bu
bilgiyi 53 zamanında kendisi ile görüşen gazetecilere de vermiş.). Ayrıca
Diyonis’in olduğu söylenen bir saat var. Babam saati düşürdüğü için hasarlı
durumda… İstanbul’da büyüyüp 30’lu yaşlarda Afyon’a dönmüş, askerden terhis
olduktan sonra 34–35 yaşlarında annem Emine ( Pancar ailesinden, İKBAL’in
kurucusu Salim Pancar’ın kardeşlerinden.) ile evlenmiş. Jandarma okulunda
aldığı eğitimden başka eğitimi yok. Elimizde diploması gibi bir belge
bulunmamaktadır.
Afyon’da ki yakın arkadaşları konusunda bir şey
hatırlamıyorum. Askerlik bittikten sonra, Kolordu komutanlığı; o zamanki adı
kumpanya olan, Devlet Demiryollarına yerleştirelim demiş. Anneannem; kızım
gurbete gider, diye; razı olmamış. Sonra hapishanede başgardiyan olarak, işe
başlamış. Yaşı elli beşi bulunca, işine son verilmiş. Ne emeklilik var, ne
ikramiye. Adeta boşlukta bırakılmış.1946 yılında vilayet nokta bekçiliğinde
görev verdi. Biz yetişinceye kadar bu görevde kaldı. Babam devlete verdiği
hayatının, karşılığını alamadan öldü. Kendisi; 1900–1922 harplerinde;
Abdülhamit’in indirilişi harekâtına katılan, Harekât ordusu komutanı Mahmut
Şevket Paşa’yı vuran kişiyi; İstanbul’da adını hatırlayamadığım bir hanın
tuvaletinde, yakalayan ekibin de içinde bulunmuştur. Ahmet Çavuş’un altı çocuğu
olmuş. En büyüğümüz Cemalettin ÜNLÜ (Bir zamanlar yayımlanan ULUS Gazetesinin
Yazı işleri Md. ve Kıbrıs Basın Ataşesi )ve ablamız Hatice ile en küçük
kardeşimiz Müfide öldü. Üçüncü çocuğu ben Osman, dördüncü çocuğu Selçuk ve
beşinci çocuğu Vedat, İzmir’de yaşıyoruz. Afyon’da ki evimiz ‘Ulu Camii Caddesi
No:20 adresinde idi. Şu anda artık bu adreste ev yok. Yakın zaman öncesinde
belediye tarafından yıkılmış ne yazık ki… Evimizin, Ulu Camii’nin yapılışı ya
da restorasyonu sırasında 1200’ler de inşa edildiği rivayet edilirdi. Sokak
kapısı Ulu Camii kapısı biçimindeydi. İç planı eski Selçuklu mimarisi tarzında
idi. Şimdilik başka hatırladığım bir olay yok. Selamlar. Gazi Ahmet Çavuş’un
Oğlu Osman ÜNLÜ – 09.03.2007
////////////////////////////////////////////
Ahmet Çavuş Yunan Başkumandanı Trikopis’i Nasıl Esir Aldı?
30 Ağustos zaferinin değerini o günlerin mağrur Yunan Başkomutanı Trikopis’ten1 dinleyelim:
-“Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlamıştık. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Durumun kötüye gittiğini gören yaverim, bir ara yanıma gelerek:
-‘Generalim kılıcını imha edelim’ dedi. Derhal kılıcımı verdim. Önümde parçaladı. Bu sırada atım da vurulmuştu. Başka bir atla çemberi yarıp kaçmaya çalıştım. Olmadı yakalandım. Atımdaki süvari kılıcını da aldılar. Ve beni ilk defa Garp cephesi komutanı İsmet Paşa’nın yanına götürdüler. Daha sonra Mustafa Kemal’in huzuruna çıkardılar.” Trikopis’i tek başına esir alan Ahmet Çavuş idi…
Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:
-"Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalıyarak çektim." Sordular:
-"Ne kadar kuvvetiniz var?" dediler.
-"Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz."
-"Hangi kıtaya kumanda ediyorsun?" dediler.
-"Alay kumandanıyım", dedim.
Rütbemi sordular?
-"Başçavuş..." dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
-"Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var", dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:
-"Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?"
-"Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!..."
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
-"Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı..."
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.
1 Nikolaos Trikopis, (1869-1956), Yunan ordusunun Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Afyon tahkimatının başına geçirdiği komutan. Büyük Taaruz Afyon güneyinden Trikopis kuvvetleri üzerine yapılmıştır. Cephenin yarılması üzerine geri çekilen Trikopis kuvvetleri Dumlupınar önünde çembere alınıp esir edilmiştir. Atatürk bizzat Trikopis’i Uşak’ta kabul etmiş ve teselli etmiş, ayrıca Yunan orduları başkumandanlığına atandığını tebliğ etmiştir.
Kaynak: 30 AĞUSTOS HATIRALARI, Dizgi-Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Ağustos 2000 Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Saklanılan Türk Tarihini Aydınlatıyoruz, Selim Yıldırım ile birlikte.
Ahmet Çavuş Yunan Başkumandanı Trikopis’i Nasıl Esir Aldı?
30 Ağustos zaferinin değerini o günlerin mağrur Yunan Başkomutanı Trikopis’ten1 dinleyelim:
-“Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlamıştık. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Durumun kötüye gittiğini gören yaverim, bir ara yanıma gelerek:
-‘Generalim kılıcını imha edelim’ dedi. Derhal kılıcımı verdim. Önümde parçaladı. Bu sırada atım da vurulmuştu. Başka bir atla çemberi yarıp kaçmaya çalıştım. Olmadı yakalandım. Atımdaki süvari kılıcını da aldılar. Ve beni ilk defa Garp cephesi komutanı İsmet Paşa’nın yanına götürdüler. Daha sonra Mustafa Kemal’in huzuruna çıkardılar.” Trikopis’i tek başına esir alan Ahmet Çavuş idi…
Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:
-"Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalıyarak çektim." Sordular:
-"Ne kadar kuvvetiniz var?" dediler.
-"Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz."
-"Hangi kıtaya kumanda ediyorsun?" dediler.
-"Alay kumandanıyım", dedim.
Rütbemi sordular?
-"Başçavuş..." dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
-"Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var", dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:
-"Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?"
-"Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!..."
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
-"Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı..."
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.
1 Nikolaos Trikopis, (1869-1956), Yunan ordusunun Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Afyon tahkimatının başına geçirdiği komutan. Büyük Taaruz Afyon güneyinden Trikopis kuvvetleri üzerine yapılmıştır. Cephenin yarılması üzerine geri çekilen Trikopis kuvvetleri Dumlupınar önünde çembere alınıp esir edilmiştir. Atatürk bizzat Trikopis’i Uşak’ta kabul etmiş ve teselli etmiş, ayrıca Yunan orduları başkumandanlığına atandığını tebliğ etmiştir.
Kaynak: 30 AĞUSTOS HATIRALARI, Dizgi-Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Ağustos 2000 Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder