20 Temmuz 2018 Cuma

Yunan Başkomutan(ı) esir alan Kahraman Ahmet Çavuş

1 yıl önce
-Yunan Başkumandanı olduğunu esirken öğrenecek olan- General Trikopis'i teslim alan Kahraman
Esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:
- Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayıp davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar.
Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını
yularından yakalıyarak çektim.
Sordular:
- Ne kadar kuvvetiniz var? dediler.
- Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz.
- Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler.
- Alay kumandanıyım, dedim.
Rütbemi sordular?
- Başçavuş... dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
- Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler.
Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:
- Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?
- Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!...
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
- Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı...
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.
Tanıkların Dilinden İstiklal Ve Zafer Hatıraları,s 70,Kocaeli Büyükşehir
Belediyesi Yayınları,Kocaeli 2009

////////////////////////////////////////


YUNAN ORDULARI BAŞKOMUTANI Trikopis;
 Biz yabancı devletlere âlet olduk
. “Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk. Sizden de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata...”

http://www.aytam.org.tr/Ahmet%20Cavus.pdf

— Generalim, diyorum. Nasıl oldu şu Anadolu harekâtı? Tâ Ankara kapılarına kadar ilerledikten sonra nasıl oldu da davayı kaybettiniz?
Trikopis tekrar derin derin düşünüyor. Sonra:
 — Bizim Anadolu'da işimiz ne idi? diyor. Bizim menfaatimiz Balkanlar'da, Makedonya'da, Adalarda olabilir amma Anadolu'dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler. Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk. Sizden de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata...

//////////////////////
Ahmet Çavuş ve Trikopis

http://www.aytam.org.tr/Ahmet%20Cavus.pdf

E-posta: 7 - “Atatürk, Trikopis'e dedi ki...” Yaş 90’ın üzerinde olmasına rağmen, dimdik duran Mehmet Ünal, elimizden tuttu: “- Gel seni, Atatürk'ün Yunan Generali Trikopis'le görüştüğü eve götüreyim... Orayı görmeden, Uşak'tan ayrılma.” Uşak Valisi Ali Fuat Güven “Siz yorulmayın, ben Yavuz beyle oraya gideceğim” dedi. “Dedeyi”, kendi makam otomobiliyle evine yolladı. Biz de “tarihi eve” doğru yürüdük. *** Dumlupınar Savaşı zaferle sonuçlanmış. Düşman kaçıyor. Atatürk Uşak'a gelmiş, Niziboğlu'nun konağında “düşmanı denize dökmenin planlarını” yapıyor. Ve bu sırada Ahmet Çavuş, yanında iki erle, keşif için dağa tırmanıyor. Bir kuytuda, birkaç Yunan subayını görünce, bombayı fırlatmaya hazırlanırken... Yunan subaylar ellerini kaldırıp, teslim oluyorlar. Daha sonra Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey ile Tabur Komutanı Fuat Bey oraya geliyorlar. Yarbay Hüseyin Hüsnü Bey, “Ahmet Çavuş” diyor: “- Kimi esir aldığını biliyor musun?” “- Ne bilem kumandanım... Yunan gâvuru işte.” “- Ahmet Çavuş, sen Yunan Başkomutanı General Trikopis'i esir aldın.” *** Trikopis'in yanında iki general daha vardır. Atatürk'ün yanında da İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak) paşalar. Atatürk, Trikopis'in elini sıkar: “- Üzülmeyiniz... En büyük komutanlar bile mağlup olmuşlardır... Ama size şunu sorayım, neden sivil halka zulmettiniz?.. Bu medeni insanlara, biz askerlere yakışır mı?” Trikopis, başını öne eğer: “- Emin olunuz, haberim olmadan bu suçu işlemişler.” Atatürk: “- Demek kuvvetlerinize hâkim değildiniz.” Sonra korku içindeki esir generale şöyle der: “-Aileniz sizi merak eder... Bir telgraf yazınız... Derhal çektireyim.”
Trikopis'in gözleri yaşarır: “- Ben intihar etmek istiyordum.” Atatürk, yaverine döner: “- Misafirimiz yorgundur... Banyo alsınlar... İstirahatlerini sağlayınız... Artık Türk askerinin misafiri muamelesini göreceklerdir.” *** Uşak'ta, tarihi evin önünden geçen bir öğrenciye, bir şoföre, bir ev kadınına sorarsanız “bu ev, kimin evi” diye... Hemen yukarıda yazdıklarımızı anlatmaya başlar: “- Büyük Atatürk, esir düşen Yunan generali Trikopis'e dedi ki...” Sabah 21.11.2004 Yavuz Donat Av.Kadir Daylık 30.01.2007

..............................
E-posta: 9 –
 Yunan Başkumandanı Trikopis'i esir eden askerimiz: Ahmet Çavuş
 Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır: — Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 – 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalayarak çektim. Sordular: — Ne kadar kuvvetiniz var? dediler. — Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz. — Hangi kıtaya kumanda ediyorsun? dediler. — Alay kumandanıyım, dedim. Rütbemi sordular? — Başçavuş... dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı. Hayretlerini gidermek için devam ettim: — Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var, dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler. Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu: — Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun? — Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!... Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı: — Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı... Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar.
Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum. http://atillagenis.blogcu.com/752443/ Av.Kadir Daylık - 01.02.2007
........................
E-posta: 13 –
Trikopis nasıl esir edildi? YUNAN BAŞKUMANDANI TRİKOPİS ANADOLU SAVAŞINI VE NASIL ESİR EDİLDİĞİNİ ANLATIYOR. '
'Etrafımız Türkler tarafından çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bu esnada beygirim de vurulmuştu. Başka bir ata binerek çemberi yarmaya teşebbüs ettim, fayda vermedi, Türklerin içine düşmüştüm, esir oldum.'' Kıymetli gazetecilerimizden Hıfzı Topuz, Yunanistan'a yaptığı bir seyahat sırasında Atina'da Ruzvelt Caddesindeki evinde mütevazı bir hayat yaşayan 84 yaşındaki emekli General Trikopis'i ziyaret etmiş ve kendisiyle uzun boylu görüşmüştür. Muharrir, bu enteresan ziyareti şöyle anlatıyor: Trikopis'i evinde ziyarete gittiğim zaman kendisini derin bir rüyadan uyandırmış gibi oldum. Beni büyük bir nezaketle odasına kabul ettikten sonra: — İstanbul’dan mı geliyorsunuz? diye sordu. — Evet, diye cevap verdim. Daldı. Bir müddet derin derin düşündükten sonra; — 54 sene evvel İstanbul'dan geçmiştim, diye devam etti. Güzel şehirdir İstanbul, ben de o zamanlar 30 yaşındaydım. Hey gidi günler hey... Odada generalin gençliğine ait bir yığın resim görüyordum. İşte şu grubun ortasında bulunan burma kıyıklı genç Teğmen Trikopis'tir. Bu resim galiba Paris'te çekilmiş. Sene 1903. Şu masanın üstünde duran resim de Generalin Birinci Cihan Savaşı'nda Yugoslavya'da çekilmiş bir resmi. Masanın tam arkasında büyük bir resim daha görüyorum. Bu da 1921'de Eskişehir'de çekilmiş. Yunan Kralı Konstantin Anadolu harekâtında başarı kazanan kumandanlara şecaat nişanı tevzi ediyor. Trikopis o zaman kolordu kumandanı. Konstantin'in yanında Başkumandan Papulâs, şimdikiKral Paul, Prens Georges, Prens Andre, İstiklâl Savaşını müteakip Yunanlıların kurşuna dizdikleri Başbakan Gunaris ve Bakanlardan Teotakis bulunuyor. Hey gidi günler... — Generalim, diyorum. Nasıl oldu şu Anadolu harekâtı? Tâ Ankara kapılarına kadar ilerledikten sonra nasıl oldu da davayı kaybettiniz? Trikopis tekrar derin derin düşünüyor. Sonra: — Bizim Anadolu'da işimiz ne idi? diyor. Bizim menfaatimiz Balkanlar'da, Makedonya'da, Adalarda olabilir amma Anadolu'dan bize ne? Ne diye bizi oralara gönderdiler. Aradan bunca yıl geçti. Şimdi insan maziyi çok daha iyi görebiliyor. Çok daha sağlam hükümlere varabiliyor. Şimdi artık itiraf etmekten çekinmiyorum. Bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere âlet olduk. Sizden de, bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata... Trikopis yine bir müddet susuyor. Emekli generalin duyduğu pişmanlığı anlamaya çalışıyorum. Zavallı Yunan şehitleri, zavallı İstiklâl Harbi kahramanları! Boş yere yanan, yıkılan köylerimiz! Ve tarihin karanlık bulutları gerisinden eski ''büyük   düşmanımız''ın duyduğu pişmanlık. Ne muazzam tezat. Trikopis, Bugün seninle kardeş olabilmemiz için Anadolu topraklarının kanla sulanması lâzımmış... Emekli general tekrar anlatmaya devam ediyor: ''- Ben Anadolu'da sizinle dört defa çarpıştım. Birincisine biz ''Avgin Muharebesi'' diyoruz; siz, “İnönü Savaşı”. 1921 yılı mart ayının son günleriydi. Ben o zaman üçüncü tümen kumandanıydım. İnönü'de bizim üç tümenimiz bulunuyordu 7'nci tümen merkezde, 3 üncü tümen solda ve 10'uncu tümen da sağda olmak üzere muharebe vaziyeti almıştık. Hepimiz kahramanca çarpıştık. Fakat Türkler bizden çok üstün oldukları için netice bizim lehimize tecelli edemedi. Geri çekildik ve burada ilk olarak İnönü'nün askerlik kabiliyetini anlamış olduk. İnönü ile ikinci karşılaşmam Eskişehir - Kütahya hattında oldu. 1921 Haziranının sonlarına doğruydu. Ben Bursa'da bulunuyordum. Birliklerimiz Eskişehir ve Kütahya üzerinden taarruza geçmişlerdi. Türkler oyalama muharebesiyle yardım bekliyorlardı. Ben derhal cepheye hareket ederek bu yardıma mani oldum. Bu muharebe bizim galibiyetimizle neticelendi. Türk ordusu ile üçüncü defa Sakarya'da karşılaştık. 1921 Ağustosunun sonlarında cereyan eden bu savaşlarda biz geri çekildik. Ben İkinci Kolorduya kumanda ediyordum. Afyon cephesini tutarak Yunan ordusunun çöküşüne mâni oldum. Eğer ben bu cepheyi tutmasaydım Sakarya'dan sonra çok kötü bir mağlûbiyete gidebilirdik. Bundan sonra uzun bir duraklama devresi oldu. Bu esnada Birinci Kolordu kumandanlığı da uhdeme tevdi edildi. Aralık 1921'de Cenup Gurup Kumandanlığına getirildim. Türklerin büyük bir hazırlık içinde bulunduklarını fark ediyorduk. Anadolu'da üç kolordumuz vardı. Başkumandan General Papulâs'ın uğradığı başarısızlıktan sonra yerine General Haci Anesti tayin edilmişti Muhtemel taarruzları önlemek için cepheyi yıkılmayacak bir şekilde tahkim etmiştik. Ve bu cephenin çökmesine ihtimal vermiyorduk. Nihayet 26 Ağustos 1922 sabahı Türklerin beklenmedik taarruzu ile karşılaştık. Bu taarruz bizim için muazzam bir darbe oldu.
Haci Anesti bütün kolordulara bizzat kumanda etmek istiyordu. En büyük korkumuz İzmir'le muvasalamızın kesilmesiydi. Bizim için en tehlikeli vaziyet bu idi. Ben İzmir'e telgraf çekerek takviye istemiş ve aksi halde mağlûp olacağımızı bildirmiştim. İstediğim bu takviyeyi gönderemediler. Hâlbuki karşımızda Mustafa Kemal vardı. Neye uğradığımızı anlayamadık. Cephe çökmüş ve ordu mağlûp olmuştu...'' Trikopis'in ''Başkumandanlık Muharebesi'' ne ait hatıralarını anlatırken büyük bir heyecan içinde olduğu görülüyordu. İhtiyar kumandan otuz yılın gerisinde kalan hatıralarını toplamaya çalışarak sözlerine şöyle devam etti: — Türk ordusunun bu beklenmedik kuvveti karşısında birliklerimiz perişan olmuştu. Yan birliklerle de irtibatı kaybetmiştik. Cephanemiz tükenmek üzereydi. Neşrettiğim bir günlük emirle sonuna kadar muharebeye devam edilmesini askere tebliğ etmiştim. Vaziyetimiz gittikçe müşkülleşiyordu. Asker yorgundu. Kimsede muharebeye devam arzusu kalmamıştı. Birinci Dünya Savaşı'ndan beri durmadan çarpışan Yunan ordusunun maneviyatı hayli sarsılmıştı. Halk artık savaştan bıkmıştı. Askeri zorla, inanmadığı bir gaye uğrunda muharebeye sürüklemekteki güçlük harbin en çetin meselelerinden birini teşkil eder. Ordunun adım adım hezimete yaklaştığını hissediyorduk. Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Vaziyetin kötüye gittiğini gören yaverim bir ara yanıma gelerek:
— Generalim, kılıçlarımızı imha edelim'' diye teklifte bulundu. Kılıcımı kendisine verdim. Aldı ve parçaladı. Firar fayda etmedi, ordu perişan olmuştu. Bu esnada atım da vurulmuştu. Başka bir ata binerek kaçmaya ve çemberi yarmaya teşebbüs ettim. Fayda etmedi. Türklerin içine düştüm. Esir oldum. Beni yakalayanlar hüviyetimi almakta güçlük çekmediler. Üzerimde bir revolver vardı. Derhal bunu anladılar. Bizde süvarilerin kılıcı atların eğerine bağlıdır. Benim bindiğim atta da böyle bir kılıç bulunuyordu. Askerler bunu da benim kılıcım zannıyla müsadere ettiler. Bu esnada ordu perişan olmuştu. Sağ kalan birlikler dağınık bir halde İzmir'e kaçmaya çalışıyorlardı. Bu bizim için büyük bir mağlûbiyet olmuştu. Beni ilk evvelâ Garp Cephesi Kumandanı İsmet İnönü'ye götürdüler. Kendisi ile fazla bir şey konuşmadık. İnönü, beni yanına alarak Mustafa Kemal'in huzuruna çıkardı. Yunan Orduları Başkumandanlığına tayin edildiğimi de bu sırada öğrendim. Atatürk beni mert bir askere yaraşır bir şekilde kabul etti. Teessür ve heyecan içindeydim. İnönü beni kendisine takdim etti. Gazi'nin bu esnadaki sözlerini hiç unutmayacağım: — Üzülmeyin General, dedi. Siz vazifenizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlûp olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Burada kendinizi esir addetmemenizi rica ediyorum. Misafirimizsiniz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin.'' Atatürk'ün bu ince ve nazik muamelesi karşısında ben de bu büyük kumandana karşı içimde bir hayranlık duymaya başlamıştım. Bundan sonra bizi Kayseri'nin Talas bölgesinde kurulan bir esir kampına sevk ettiler. Yüksek rütbeli subaylardan başka yanımda dört general daha vardı. Artık bizim için savaş bitmişti. Neticeyi beklemeye başladık. Bundan sonraki vaziyeti biliyorsunuz. Ordumuzun bakiyeleri birkaç gün içinde Anadolu'yu terk ettiler. Fakat barışmuahedesinin imzalanması kolay olmadı. Kayseri kampında bir sene Bir seneye yakın bir müddet Kayseri kampında yaşadık. Daimî bir tarassut ve nezaret altında bulunuyorduk. Bir gün kamp kumandanına: — Beni bıraksanız bile bir yere kaçamam, dedim. Bundan sonra nereye gidebilirim? Haydi, kamptan kaçtım, Yunanistan nerede, Kayseri nerede?'' Nihayet Türkiye ile Yunanistan arasında esirlerin karşılıklı mübadeleleri konusundaki anlaşma imzalandı. Biz de memleketimize döndük. İşte Anadolu seferimizin hazin hikâyesi. Fakat bu hikâye henüz bitmemişti. Yunanistan halkı kendisini bu maceraya sürükleyen insanlardan hesap soracaktı. Memleket karışıklık içindeydi. Anadolu harbine sebep olanlar kurşuna dizildiler. Orduda tasfiye yapıldı. Fakat benim bu işlerde hiç bir suçum olmadığı için bütün bu işlerden yüzümün akı ile çıktım. Ordudaki vazifeme devam ediyordum. Fakat yaşım da ilerlemişti. Nihayet 1928'de emekliye ayrılmamı isteyerek ordudan istifa ettim. Ve işte o zamandan beri köşemde dünyayı seyrediyorum. Şimdiye kadar birçok partilerin mebusluk teklifleri ilekarşılaştım. Fakat hiçbirini kabul etmediğim gibi bundan sonra da politika ile uğraşmak niyetinde değilim. Yegâne arzum yeni bir harp görmeden barış içinde hayata gözlerimi kapamaktır.'' http://atillagenis.blogcu.com/752443/ Av.Kadir Daylık – 04.02.2007

.................................
E-posta: 15 – Merakla bekliyoruz...
Değerli Dostumuz Ahmet Ünlü Bey, "Bu konuda bugüne kadar çıkan yazıları babama (Çavuş Ahmet Ünlü'nün oğlu Osman Ünlü ) gönderdim. Kendisinden gelen açıklamaları sizlere göndereceğim. Benim de bazı eklentilerim olabilir o zaman..."demiş. AYTAM e-postalarını takip edenler hatırlayacaklardır; 24.11.2006 tarihinde gruba bir e-posta göndermiş ve " Sayın Ahmet Ünlü, Çavuş Ahmet Ünlü yakınınız mıdır?" diye sormuştum. Sayın Ahmet Ünlü, 25.11.2006 günlü bana cevabında "Evet... Çavuş Ahmet Ünlü benim dedemdir." demişti. 27.11.2006 günlü bana gönderdiği e- postasında da "Bu konu bir sahiplenme konusu... Ben ve ailemiz böyle bir öne çıkış yapmadık. Bulduğunuz yayınların benzerleri ulusal veya mahalli düzeyde dedem ölene kadar olmuş. Kurtuluş Savaşında Yunan Başkomutanının ve etrafındaki yönetimin yakalanması ve onu yakalayanın Afyon'lu olması aslında çok önemli bir hadise... Yani dedem olmasından önce Afyon'lu olması önemli... Siz Afyon'da buna dair bir ize rastladınız mı hiç? Ancak Uşak bu hadiseye sahip çıkıyor..." demişti. O zaman konu, yeni elime geçen 29.04.1953 tarihli Vatan Gazetesindeki bir resim ve resmin alt yazısı ile açılmıştı. Şöyle diyordu; "Yunan Başkomutanı General Trikopis'i esir alan Afyon'lu meşhur Ahmet Ünlü Çavuş (sağda). Dumlupınar'dan sonra Murat Dağlarına doğru çekilen Trikopis ve maiyetini Halit Akmansu'nun kumandasındaki tümen takip ediyordu. Ahmet Ünlü de tümenin öncü birliklerindendi. Trikopis'i mangası ile birlikte esir etmiştir. Trikopis'in yanında General Diyonis, Miralay Vanderis bulunuyordu. Göyem köyü civarında teslim olan generali Sıvaslı Yüzbaşı Salih Efendi'yle birlikte tümen kumandanının yanına getirmişlerdir." Vatan Gazetesi 29.04.1953 Benim başka yazacaklarım da olacak, ama şimdi Sayın Ahmet Ünlü'nün aktaracaklarını merakla bekliyoruz. Av. Kadir Daylık – 06.02.2007
.......................
E-posta: 20 – Gazi Ahmet Çavuş ve Trikopis üzerine..
 Değerli Dostlar, Babam Osman Ünlü’den gelen yazıyı sizlere de gönderiyorum. Sevgi ve saygılarımla… Ahmet Ünlü – 13.02.2007
“Bu olayı bana anlatan, Yunan Başkomutanı Trikopis ve mahiyetini esir alan, babam Gazi Ahmet Çavuş. Babam 18 Mayıs 1956’da vefat etti. Ben, oğlu Osman Ünlü, 1950 yılında Eskişehir Hava Kuvvetleri Astsubay okuluna gittim. Babamın bana anlattığı askerlik hatıraları 1940–1949 yılları olduğundan, eksiği vardır, fazlası yoktur. Babamın 18 yıllık askerlik hayatının özeti (bu zamana jandarma okulu da dahil) kendi ağzıyla şöyledir: ‘Rumeli bozgunundan sonra okul dağıldı. Ben Marmara bölgesi eşkıya takibine görevlendirildim. Daha sonra Edirne’nin kurtarılmasında bulundum. Birinci cihan harbi sonucu ordular dağıtılınca, Afyon Sinirköy’deki (şimdiki adı Tınaztepe) değirmenimize, geceleri yaya giderek vardım. Daha sonra Afyon’a geçtim. Afyon Yunan işgalinde… Asker geldi diye, Yunan merkez komutanlığına ihbar etmişler. Eve gelen Yunan askerleri beni alıp, merkez komutanlığına götürdüler. Orada iki gün işkence gördüm. Asker olmadığımı, köyde yaşayıp, orada değirmencilik yaptığımı söyledim. Köyden getirilen muhtar ve köylüler, söylediklerimin doğru olduğunu teyit ettikleri için, beni bıraktılar. Serbest kalınca yine yaya olarak, Ankara’da toplanan  birliğe katıldım. İnönü harbinde; Çöğürler mevkiinde yaralandım. Dört ay kadar hastanede kaldım. İyileşerek kıtama katıldım. Sakarya muharebesinde Yunan’ı kaçırınca, Afyon taarruzuna hazırlıklarımız başladı. 26 Ağustos 1922 de Kocatepe’de başlayan Afyon taarruzunda, Yunan kaçmaya başlayınca; biz de durmalarına engel olmak için, devamlı kovaladık. Ta ki 29.30.31 Ağustos 1922 Dumlupınar Başkomutanlık meydan muharebesinde, tekrar karşı karşıya harbe tutuşana ve yenene kadar. 2 Eylül 1922 günü tabur komutanımız tarafından, keşif kolu komutanı olarak görevlendirildim. Usta erlerden bir manga ekip yaptım. Komutanıma hazır olduğumu bildirdim. Komutanım bana “bak Ahmet Çavuş, bu keşif diğerleri gibi değil. Biliyorsun düşmanı bozduk. Her tepenin ardından, kaçan düşman çıkabilir. Çıkan, düşman komutanı ve efradı, yani karargâhı olabilir. Sakın ha… Çavuşum falan deme. Alay komutanı olduğunu ve etrafınızı çevirdim. Teslim olmazsanız imha edeceğim diyeceksin” diye talimat verdi. Keşfe çıktık. Bir süre sonra, yabancı sesler duydum. O istikamete yürüdük. Yaklaştıkça sesler yükseliyordu. Hemen tertibatı aldım. Altı erimi tepenin arkasınayerleştirdim. Üç eri yanıma alıp tepeyi aşarak, karşılarına dikildim. “Teslim olun” diye bağırdım. Yunan başkomutanı olduğunu sonradan öğrendiğim kişi, tercümanı vasıtasıyla, benim söylediklerimi öğrenince bana rütbemin ne olduğunu sordu. ”Alay komutanı olduğumu, teslim olmazlarsa imha edeceğimizi” söyledim. Ben de bu arada kaç kişi olduklarına bakıyordum ki; Rumca kendi mahiyetine “teslim oluyoruz” diye bağırdı. Tercüman da bize Türkçe bildirdi. Bu arada yirmi kadar Yunan subayı atlarını ters yöne çevirip kaçtılar. Teslim olan grubu attan indirtip, silah ve kılıçlarını toplattım. Tarafımızdan Yunan komuta heyetine ne kötü söz söylendi ne de darp yapıldı. Yaya olarak Uşak yoluna vadi arasından giderken; Dadaylı Halit Albay’ın süvari birliği ile karşılaştık. Dadaylı “Ben atla birlikte Gazi Paşa’ya daha çabuk götürürüm” deyince, ben de esir aldığım Yunan komuta gurubunu teslim ettim. Teslim ettiğim yer; Uşak merkeze on-on beş km mesafede, Afyon’dan Uşak’a gidiş yönünde, sağ tarafta içerde, suni göle giderken, yol üzerindeki köyün meydanıdır.’ (Şimdi bu köy meydanındaki anıtın üzerinde, ”Yunan başkomutanı ve ekibinin, süvari komutanı Dadaylı Halit Albay’a teslim edildiği yer” diye yazar. Dikkatinizi çekerim. Esir değil, teslim alındığı yerdir. Çünkü daha sonra, esir alınan Yunan komuta gurubu, Dadaylı Halit Albay’a mal edilmek istenmiştir.) ‘Esir alınan komuta gurubundan iki general daha bulunuyordu. Birisinin adı Tümgeneral Diatris’tir.’ (Bu Yunan paşasının saati, babama hediye edilmiştir.) 1941 yılında, ikinci cihan harbinde, Alman işgalinden kaçan Yunanlılardan bir kafile, Afyon’da misafir edildiler. Bunların ziyaretine gittik. İçlerinden birisi, Afyon işgalinde bulunmuş ve babamın esir aldığı komuta gurubunda imiş. Emekli Yunan Albayı, babamı tanıdı. Evimize yemeğe davet ettik. Güzel Türkçe konuşuyordu. Babama söylediği şu sözünü hiç unutmadım. ”Siz Yunanistan’da böyle bir kahramanlık yapsaydınız, hükümet sizi ihya ederdi.” Babam ise, “Biz Türklerin hepsi benim gibidir. Biz karşılık beklemeden vatani görevimizi yaparız” diye cevap verdi.
Babam askerlik hatıralarını kendiliğinden anlatmaz ancak, sorulduğunda cevaplardı. Kolordu komutanı Derviş paşa, babamı Atatürk’e takdim etmiş. Atatürk ”Başkomutan Ahmet Çavuş; dile benden ne dilersen” demiş. Babam da “Allahtan sizin sağlığınızı ve vatanın kurtulmasını isterim. Bu bize yeter.” demiş. Atatürk; Derviş Paşa’ya (Afyon kolordu komutanı olduğunda) “Ahmet Çavuş’a yardımcı ol” diye emir vermiş. Sonradan babama istiklal madalyası verilmiş ve yardımda bulunulmuş. Evimiz, Yunan işgali sırasında Yunan askerleri tarafından askeri gazino olarak kullanılmış, kaçarken tahrip edilmiş. Ancak daha sonra tahrip edilen evimiz, kolordu tarafından tamir edilmiştir.” Ahmet Çavuşun oğlu Osman ÜNLÜ
...........................
E-posta: 29 – Farklı anlatımlar. Değerli Dostlar, Trikopis’in esir alınması ile ilgili iki anlatımı daha gönderiyorum. İlki Mustafa Kemal Atatürk’ün anlatımı, ikincisi ise Halit Akmansü’nün anlatımıdır. Bundan sonrasını araştırmacılara bırakıyoruz. İyi okumalar, Av. Kadir Daylık - 20.02.2007 --- “Artık düşmanın beş fırkası, doğal olarak pek çok kayba düştükten sonra geri kalanları teslim olduklarını bildirmeye başladı. Bu teslim alma uygulaması birkaç gün devam etti ve sonunda şuraya buraya başvurup kurtulma imkânını bulamayan Başkomutan Trikopis de arta kalanlar ile teslim olacak adam arıyordu. Rastlantı ile oralarda bir istihkâm teğmenimiz vardı. Ona haber göndermiş “Teğmen Efendi buyursun” demiş ve hemen atına binmiş birkaç askerle beraber dereye inmiş orada savaş safı düzeninde bekleyen ordu artığını görmüştür. Bunlar, hemen generalleri ve subayları ve askerleri ile beraber bu subayımızı selâmlayarak teslim olduklarını bildirdiler! (Alkışlar).” Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III (Büyük Zafer Hakkında 4 Ekim 1922) Mustafa Kemal ATATÜRK Bugünkü dille yayına hazırlayanlar: Prof.Dr. Ali SEVİM, Prof.Dr. M.Akif TURAL, Prof.Dr. İzzet ÖZTOPRAK

Halit Akmansü’nün anlatımı da şöyle: “…31 Ağustos sabahı, düşmanın çekildiği anlaşılınca, Uşak’a doğru takibimiz devam etti. Fakat benim tümenim, beş günlük kesintisiz savaşlar sırasında 105 subay ile 1200 er şehit ve yaralı vererek çok yorgun düştüğü için, o gün Küçük Aslıhanlar civarında istirahat ediyordu. Ertesi günü ağırlıklarımızla toplu bir halde Uşak istikametinde yolumuza devam ettik. Eylülün ikinci günü, öğleden sonra ikiye doğru kolbaşımız Karahisar`a yaklaşmıştı ki, dörtnala gelen bir köylü: — Onikibin kadar tahmin olunan düşman, köyleri yakarak, Muratdağı cihetinden, Elmadağı – Uşak’a doğru ilerliyor. Haberini verdi. Bu kuvvet her halde 30 Ağustos Meydan Savaşından kurtulabilen bir kuvvet olabilirdi. Köylü fazla malûmata sahip olmadığından, düşmanın gerçek mevcudunu şu anda bilmek imkânsızdı. Arazi çok dalgalı, dereli tepeli olduğu için bir şey görülmüyordu. Hemen savaş tertibatı aldırdım. Süvari bölüğünü de, düşman istikametinde keşfe, kuvvetini ve bulunduğu yeri tayine memur ettim. Biraz sonra süvari, düşmanla temas etti. Biz de zaten ilerliyoruz. Süvari bölüğüm yaya çengine başladı. Bir alayla bu bölüğü takviye  ettim. Bir batarya dürbünü ile düşman istikametini tarassut ve tetkikimde, Elmadağı doğu eteğindeki Karahisar köyünün yandığını ve düşman askerlerinin köy içinde gezindiklerini gördüm. Elmadağı’ndan Kosur deresine uzanan Karahisar köyüne hâkim sırt üzerinde gezinmeler vardı. Fakat arazinin çok arızalı oluşu, Elmadağı gerisinde ne kadar kuvvet bulunduğunu görmeye mâni idi. Ancak düşmanın Elmadağı’nda ve Karahisar’da olduğu artık anlaşılmıştı. Ben tümenin kalan kuvvetiyle Kosur deresinin iki tarafında hazırlık mevziine girdim. Durumun açıklık kazanmasını bekliyorum. Uşak’a gitmiş bulunan kolordu komutanımıza rapor göndererek durumu bildirdik. Düşman son hesaplara göre de filhakika on, on iki bin tahmin ediliyordu. Dağı işgali altında bulundurduğu için mevzii bize hâkimdi, akşama da iki saat kadar bir zaman vardı. Dediğim gibi kolordum Uşak`a gitmiş olduğu için tümenim yalnız kalmıştı. Bu durumda tek başımıza ve hemen bir saldırıya kalkmayı doğru bulmadım, ihtiyatkâr hareketi tercih ettim. Fakat akşama doğru Elmadağı üzerinden, büyük bir beyaz flama sallandı. Aramızda iki kilometre kadar bir mesafe vardı. Fakat ilerideki süvarilerimiz bir kilometreden fazla uzakta değillerdi. Biraz sonra süvari bölüğüme gelen beyaz filâmalı bir Yunan küçük subayını yanıma getirdiler: — Beni General Trikopis gönderdi. Teslim olacak. Teslim almanızı istiyor... dedi. — Yanında kim var, ne kadar kuvvet mevcut, neredeler? diye sorduk. — Yanında İkinci Kolordu Komutanı General Diyonis, Tümen Komutanı Miralay Vandelis erkânıharbleri, yaverleri ve bir tümen asker var.

— Yanında İkinci Kolordu Komutanı General Diyonis, Tümen Komutanı Miralay Vandelis erkânıharbleri, yaverleri ve bir tümen asker var. Liva komutam Ali Rıza Bey’e, gidip bunları teslim alması emrini verdim. O gün 23. Tümenden emrime verilen bir alay da dâhil olmak üzere, dört piyade alayı "halindeki kuvvetlerimiz Elmadağı eteğindeki Göyem köyü civarında Yunanlıları teslim aldılar. Bunlar hakikaten iki general, bir tümen komutanı albay ve 6.000 askerle 300 yaralıdan ibaretti . 2/3 Eylül gecesi saat ona doğru süvari bölüğü komutanı Yüzbaşı Sivaslı Salih Efendi iki general ile bir miralayı ve yaverlerini, bulunduğum Göyem köyü kuzeyindeki Bölmelik tepeye getirdi. Atla geldikleri halde yorgun, bitkin bir halde idiler. Bunların İzmir’e ilk çıkan 13. Yunan tümeni olduğu anlaşıldı. Teslim olmadan evvel Elmadağı üzerinde bir savaş meclisi kurmuşlar, tümen komutanı ‘Edremit istikametinden çekilerek kurtulabiliriz, teslim olmayalım’ demiş. General Trikopis: - Her ne kadar vazifemizi yapmış isek de, bu durumda Yunanistan’a dönmemiz bir felâket olur. Derdimizi kimseye anlatamayız. Halk galeyan içindedir. En iyisi teslim olmaktır. Demiş ve böylece teslim olmuşlar. Fakat bize tesadüf etmeseler, pek yaklaştıkları Uşak’a varıp salimen kurtulacaklarını zannediyorlarmış.
Generaller ve maiyetleri karşıma geldiler. Fakat General Trikopis, beni mirî fiyatla levazımdan alınmış ve yollarda yıpranmış bir nefer elbisesi ve kaputu, gene öyle bir nefer çizmesi ve başımda kalpak gibi bir şeyle görünce bir komutana filân benzetememiş olmalı ki, gözlerini sağa sola çevirerek araştırıyordu. Hakkı da yok değildi. O anda cebimde bile topu topu bir liram vardı. Kendisi ise, mükemmel bir Avrupalı kumandan kıyafetinde bulunuyordu. Bir zaman sesimi çıkarmadım. Nihayet karşısında benden başkasını göremeyince, yüzüme bakıp Fransızca: — Ou est le commendant? diyerek, kendisini teslim alacak kumandanı aradı. Ben, ya Rabbi, bu zalimleri benim gibi mütevazı bir adama teslim ettin.. diye Allah`a şükrediyordum. Sonra, kendisine bir adım daha yaklaşarak, Fransızca: — Kumandan benim... Hoş geldiniz. dedim. İnanmıyormuş gibi, şaşkın şaşkın bakıp, bir tereddüt devresi geçirdikten sonra, böyle basit kılıklı birine teslim olmak talihsizliğine düştüğünü hissettiren bir iç çekişle boynunu büktü. Tabancalarını alarak: — Buyurun. Oturalım. dedim. Karşı karşıya yere bağdaş kurup oturduk. Meyus ve mahzun bir halde idiler. Özellikle tümen komutanı Vandelis hiçbir şey görmemek ister gibi gözlerini yummuş, düşünüyordu. Yanıma, belki lâzım olur diye Rumca bilen bir Giritli subay almıştım. Meğer Trikopis’in de Fransızcası benden farklı değilmiş. Güzelce anlaştık. Karınlarının aç olduğunu anlayınca, bir sofra çıkaralım, güzelce yesinler içsinler, dedim ama kendilerine haber gönderdiğim hâlâ alev alev evleri yanıp duran köylüler, bunları da gözleriyle gördükten sonra : ‘Kumandanımıza canımız feda... Nemiz var  nemiz yoksa onun olsun, ama bize yapmadıklarını bırakmayan düşmana, avuç dolusu altın da verseniz, alimallah bir lokma ekmek bile veremeyiz... Baksanıza hâlâ yanıyoruz.’ diye red cevabı verdiler. Ben de yanımda bulunan zeytin, peynir, ekmekle bir sıcak çay ikram ettim. Ortamıza bir de ateş yaktırdım. Onun çatırdıya çıtırdaya yükselen alevi, esaretin acısını birkaç saatten beri çekmekte olan General Trikopis ile arkadaşlarının yüzlerine bir başka ızdırab ve hüzün veriyordu. Nihayet, sorgulamaya sıra gelmişti. General Trikopis’e: — Siz, dedim, vazifenizi yaptınız. Fakat savaş talihi aleyhinize döndü. Zaten memleketimizi haksız yere işgal etmiştiniz. Biz sizi vatanımızdan çıkarmak için çalıştık. Ergeç muvaffak olacağımızdan da emindik ama bu kadar çabuk, bir hafta gibi kısa bir zamanda ordunuzun darmadağın olarak izmihlale uğrayacağını tahmin edemezdik. Ben Sakarya Meydan Savaşında da tümen komutanı olarak bulundum. Yunan ordusu orada, bu seferki savaşlara nispetle daha ziyade savaş yeteneği göstermişti. Şimdi ne oldu? Başkomutan vekili sıfatiyle elbette bunun sebeplerini bilmeniz lâzımdır. Beni bu yönden aydınlatırsanız çok memnun olurum. General Trikopis, artık olan oldu, der gibi bir el işareti yaptı ve anlatmaya başladı:
— Yenilgimizin sebepleri çoktur. Bence bunların başında, Sakarya bozgunundan sonra Yunanistan`da kabinenin değişmesini mucip olan büyük galeyan ve Başkomutan General Papulas ile Genelkurmay Başkanı General Dosmanis`in azli gelir. Bundan sonra da ordunun krala sadakatini muhafaza edecek bir başkomutan aranınca, kiralın yaveri Haci Anesti’nin seçilişi gelir ki, bu general başkomutanlık yapacak kudrette değildi. Hele maiyet komutanları da kendisi gibi, aynı düşünce ile tayin edilince, içine siyaset giren orduda ne güven, ne de düzen kaldı. Diğer önemli bir sebep de şu olmuştur; casuslarım vasıtasiyle sizin taarruza hazırlandığınızı ve Uşak istikametindeki ricat hattımızı kesmek üzere üstün kuvvetlerle sağ cenahımıza taarruz edeceğinizi haber aldığım zaman bunu Başkomutan Haci Anesti’ye yazdığım halde, o böyle bir saldırıya ihtimal veremediğini söyledi, boş bulundu. Hatta hava keşifleri ve istihbaratımla saldırı için yığınak yaptığınızı öğrenerek tekrar kendisini ikaz ile sağ cenahta kuvvetli bulunmak için Altıntaş’taki ikinci kolordunun sağ cenaha yaklaştırılmasını teklif ettimse de onu buna da inandıramadım. Saldırı hareketinizi bir blöf addederek, teklifimi kabul etmedi. Dördüncü sebebe gelince; 26 Ağustosta, saldırıya başlayıp da birinci hat siperlerimizi düşürdüğünüz zaman Altıntaş - Eskişehir yönündeki saldırınızın, kuvvetlerimizi orada tespit için olduğunu yazarak, asıl ciddi saldırınızın Afyon bölgesinden olduğunu tasrih ile gene acele kuvvet istedim. Ancak geç vakit ve yalnız bir tümen gönderildi. Bunu takviyeye muhtaç tümenlere dağıttım ama iş işten geçmişti, bir fayda vermedi. Son sebep; cephe, kuvvetimizle tamamen ters genişlikte olduğundan, Eskişehir - Afyon hattında savaşı kabul etmemiz uygun değildi. Ben, geride Belen hattında savaşı kabul etmemiz lâzım geldiğini, daha savaşa başlamadan evvel, başkomutanlığa teklif etmiştim, bu da kabul edilmedi. Nihayet, bütün bunlara bir de Yunan askerinin, Sakarya Savaşından sonra uzun süre hareketsiz beklemesinin moralini bozmuş olduğunu da ilâve edebiliriz. Bu sırada   Yunanistan’da da hava bulanmış, kamuoyunda savaş karşıtlığı alıp yürümüştü. Bu fikir cephedeki askere kadar yayılıp subayların da, erlerin de maneviyatını sarsmıştı, öyle zamanlar oldu ki subaylar ve erler bizzat benim emrimi dinlemez oldular. İşte Yunan ordusunu umulmadık bir yenilgiye uğratan başlıca sebepler bunlardır. Üç Eylül sabahı General Trikopis ile arkadaşlarını süvari bölüğüme teslim ederek Uşak’a gönderdim. O gün Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile Erkânıharbiyei Umumiye Reisi Fevzi, Cephe Kumandanı İsmet, Dördüncü Kolordu Kumandanı Kemalettin Sami ve Birinci Ordu Kumandanı Nurettin Paşalar da Uşak’ta idiler...” http://www.hukuki.net/forum/showthread.php?t=13429&page=2 Hukuki net forum, commodore1tr (commodore1tr@yahoo.com)

 ............................................

Trikopis’i esir alan Ahmet Çavuş’un oğlu Osman Ünlü, babasının ağzından şöyle naklediyor:
“Teslim olun, diye bağırdım. Yunan başkomutanı olduğunu sonradan öğrendiğim kişi, tercümanı vasıtasıyla, benim söylediklerimi öğrenince bana rütbemin ne olduğunu sordu. ”Alay komutanı olduğumu, teslim olmazlarsa imha edeceğimizi” söyledim. Ben de bu arada kaç kişi olduklarına bakıyordum ki; Rumca kendi mahiyetine “teslim oluyoruz” diye bağırdı. Tercüman da bize Türkçe bildirdi. Bu arada yirmi kadar Yunan subayı atlarını ters yöne çevirip kaçtılar. Teslim olan grubu attan indirtip, silah ve kılıçlarını toplattım. Tarafımızdan Yunan komuta heyetine ne kötü söz söylendi ne de darp yapıldı.” T.C. Kültür Bakanlığı – Uşak Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF8FE9074FF1 9B000504C841C36B5D3393 : Atatürk, Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’i bu binada karşılamış, Başkomutan Trikopis’in silah ve kılıcını kurmayları İsmet Paşa (İsmet İnönü), Halit Akmansu, (Dadaylı Halit), Asım Paşa (Asım Gündüz) ile birlikte teslim almıştır. Uşak Üniversitesi http://www.usak.edu.tr/genel.htm : Atatürk ve İnönü şehre gelerek karargâh kurmuşlar, Trikopis’in kılıcını bugün Atatürk ve Etnografya Müzesi olan evde teslim almışlardır. http://www.butundunya.com/bd.php?p=0&pyil=2006&pay=11&ptip=YAZI&g= 1&s=0&a=0&ysn=1 Mete Akyol – Bütün Dünya: Uşak’ta Türk askerlerinin “ev sahipliği”nde gerçek bir “konuk” olarak ağırlanan General Trikopis, tutsak alındığında ele geçirilen kılıcını kendisine geri veren Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa’yı ve Türkler’i, yaşamının sonuna değin her zaman saygıyla anmıştı.
......................
E-posta: 34
 – Babam Ahmet Çavuş
Değerli Dostlar; Kurtuluş Savaşımızda Yunan Başkomutanı Trikopis ve Afyonkarahisar’lı Ahmet Çavuş dosyasını Gazi Ahmet Çavuşun oğlu Osman Ünlü’nün anlatımı ile kapatıyoruz. Tüm yazışmaları e-kitap olarak http://www.aytam.org.tr sitesinde yayımlayacağız. Başka konularda buluşmak üzere sağlıcakla kalınız. Av. Kadir Daylık – 10.03.2007
Gazi Ahmet Çavuşun oğlu Osman Ünlü anlatıyor;
Babam Ahmet Çavuş’un Doğum tarihi 1890’dır. Ana adı Ayşe, baba adı Halil’dir. Dört erkek, iki kız olmak üzere altı kardeştir. Halil Dedem; Sinir köyündeki (şimdiki adı Tınaztepe) arazisi ve değirmeni olan zatmış. Öldükten sonra değirmenin bahçesine gömülmüş. Eskiden’Hacı Beşirlerin Değirmeni’ olarak anılırdı Babamın ağabeyi Abdullah amcam, Yemen’de şehit olmuş. Diğer ağabeyi Mehmet amcam, Osmanlı Ordusunda başladığı askerlik görevinde Rumeli ve İstanbul’da görev yapıyor. Kurtuluş Savaşına katılıyor, sonra tabur komutanı rütbesiyle (kıdemli binbaşı) ordudan ayrılıyor ve Ayvalık’ta kurulan Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na getiriliyor. Bir diğer ağabeyi Osman amcam; gözünü çiçek hastalığından kaybetmiş; onun için o sıralar askerlikten muaf tutulmuş ve değirmeni çalıştırmış. 1925 yılında ekonomik sıkıntı nedeniyle değirmen satılmış. Ablaları Atike ve Şerife ise asker eşleri olarak Afyon’da yaşamışlar. Babam Ahmet, altı yaşlarında yetim kalmış, sekiz yaşlarında, babaannemle, o sıralarda Rumeli’nde Tabur Komutanı olan amcam Mehmet’in İstanbul’daki evine gitmişler. İstanbul’da Mehmet amcamın ve bacanağının (amcamın bacanağı da tabur komutanı imiş.) küçük çocukları ile ilgilendiğinden, uzun süre çocukların ve ailenin başında durmuş ve okula gitme şansı bulamamış; ta ki amcamın ve bacanağının, İstanbul’a tayinleri çıkana kadar. Babamın ilgilendiği bu çocuklardan biri, Mehmet amcamın oğlu Celalettin (ÜNSELİ ) daha sonra 1953’de Diyarbakır valisi oldu. Diğeri ise 1957’de Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hamdullah Paşa’dır. Ağabeyi Mehmet Rumeli’nden İstanbul’a döndükten sonra, babam Jandarma okuluna yazdırılmış. Askerlikle beraber okulda terzilik eğitimi almış. Balkan bozgunundan sonra okul kapatılmış. Babam eşkıya takibinde görevlendirilmiş. İlk görev yeri Bandırma ve civarı…
 Aklımda kalan bir hatırası şöyle: Türk eşkiyayı sıkıştırmışlar. Eşkiya babama seslenmiş; “Atma çavuş atma. Karşıda Rum eşkiya Yorgi var. Ben orduya kızanlarımla beraber katılayım. Hep beraber, memleketi kâfirlerden temizleyelim.” diye seslenmiş ve katılımdan sonra, bölge Rum eşkiyadan arındırılmış. Daha sonra Çanakkale savunmasında bulunmuş. Ordular dağılımında, kafasında planladığı gibi hareket edip, önce Afyon’a gelmiş, sonra Ankara’da düzenlenen orduya katılmış. Babam da Trikopis’ten bugünlere kadar kalan eşya yoktur. Trikopis esir edildiğinde giysileri ve çizmesi babama verilmiş. O da bunları kullanmış ve eskimişler. (Bu bilgiyi 53 zamanında kendisi ile görüşen gazetecilere de vermiş.). Ayrıca Diyonis’in olduğu söylenen bir saat var. Babam saati düşürdüğü için hasarlı durumda… İstanbul’da büyüyüp 30’lu yaşlarda Afyon’a dönmüş, askerden terhis olduktan sonra 34–35 yaşlarında annem Emine ( Pancar ailesinden, İKBAL’in kurucusu Salim Pancar’ın kardeşlerinden.) ile evlenmiş. Jandarma okulunda aldığı eğitimden başka eğitimi yok. Elimizde diploması gibi bir belge bulunmamaktadır.

Afyon’da ki yakın arkadaşları konusunda bir şey hatırlamıyorum. Askerlik bittikten sonra, Kolordu komutanlığı; o zamanki adı kumpanya olan, Devlet Demiryollarına yerleştirelim demiş. Anneannem; kızım gurbete gider, diye; razı olmamış. Sonra hapishanede başgardiyan olarak, işe başlamış. Yaşı elli beşi bulunca, işine son verilmiş. Ne emeklilik var, ne ikramiye. Adeta boşlukta bırakılmış.1946 yılında vilayet nokta bekçiliğinde görev verdi. Biz yetişinceye kadar bu görevde kaldı. Babam devlete verdiği hayatının, karşılığını alamadan öldü. Kendisi; 1900–1922 harplerinde; Abdülhamit’in indirilişi harekâtına katılan, Harekât ordusu komutanı Mahmut Şevket Paşa’yı vuran kişiyi; İstanbul’da adını hatırlayamadığım bir hanın tuvaletinde, yakalayan ekibin de içinde bulunmuştur. Ahmet Çavuş’un altı çocuğu olmuş. En büyüğümüz Cemalettin ÜNLÜ (Bir zamanlar yayımlanan ULUS Gazetesinin Yazı işleri Md. ve Kıbrıs Basın Ataşesi )ve ablamız Hatice ile en küçük kardeşimiz Müfide öldü. Üçüncü çocuğu ben Osman, dördüncü çocuğu Selçuk ve beşinci çocuğu Vedat, İzmir’de yaşıyoruz. Afyon’da ki evimiz ‘Ulu Camii Caddesi No:20 adresinde idi. Şu anda artık bu adreste ev yok. Yakın zaman öncesinde belediye tarafından yıkılmış ne yazık ki… Evimizin, Ulu Camii’nin yapılışı ya da restorasyonu sırasında 1200’ler de inşa edildiği rivayet edilirdi. Sokak kapısı Ulu Camii kapısı biçimindeydi. İç planı eski Selçuklu mimarisi tarzında idi. Şimdilik başka hatırladığım bir olay yok. Selamlar. Gazi Ahmet Çavuş’un Oğlu Osman ÜNLÜ – 09.03.2007
////////////////////////////////////////////

Ahmet Çavuş Yunan Başkumandanı Trikopis’i Nasıl Esir Aldı?
30 Ağustos zaferinin değerini o günlerin mağrur Yunan Başkomutanı Trikopis’ten1 dinleyelim:
-“Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlamıştık. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Durumun kötüye gittiğini gören yaverim, bir ara yanıma gelerek:
-‘Generalim kılıcını imha edelim’ dedi. Derhal kılıcımı verdim. Önümde parçaladı. Bu sırada atım da vurulmuştu. Başka bir atla çemberi yarıp kaçmaya çalıştım. Olmadı yakalandım. Atımdaki süvari kılıcını da aldılar. Ve beni ilk defa Garp cephesi komutanı İsmet Paşa’nın yanına götürdüler. Daha sonra Mustafa Kemal’in huzuruna çıkardılar.” Trikopis’i tek başına esir alan Ahmet Çavuş idi…
Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:
-"Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalıyarak çektim." Sordular:
-"Ne kadar kuvvetiniz var?" dediler.
-"Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz."
-"Hangi kıtaya kumanda ediyorsun?" dediler.
-"Alay kumandanıyım", dedim.
Rütbemi sordular?
-"Başçavuş..." dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
-"Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var", dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:
-"Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?"
-"Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!..."
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
-"Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı..."
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.
1 Nikolaos Trikopis, (1869-1956), Yunan ordusunun Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Afyon tahkimatının başına geçirdiği komutan. Büyük Taaruz Afyon güneyinden Trikopis kuvvetleri üzerine yapılmıştır. Cephenin yarılması üzerine geri çekilen Trikopis kuvvetleri Dumlupınar önünde çembere alınıp esir edilmiştir. Atatürk bizzat Trikopis’i Uşak’ta kabul etmiş ve teselli etmiş, ayrıca Yunan orduları başkumandanlığına atandığını tebliğ etmiştir.
Kaynak: 30 AĞUSTOS HATIRALARI, Dizgi-Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Ağustos 2000 Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Saklanılan Türk Tarihini AydınlatıyoruzSelim Yıldırım ile birlikte.
Ahmet Çavuş Yunan Başkumandanı Trikopis’i Nasıl Esir Aldı?
30 Ağustos zaferinin değerini o günlerin mağrur Yunan Başkomutanı Trikopis’ten1 dinleyelim:
-“Her tarafımız Türklerle çevrilmişti. Esir olacağımızı anlamıştık. Bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. Durumun kötüye gittiğini gören yaverim, bir ara yanıma gelerek:
-‘Generalim kılıcını imha edelim’ dedi. Derhal kılıcımı verdim. Önümde parçaladı. Bu sırada atım da vurulmuştu. Başka bir atla çemberi yarıp kaçmaya çalıştım. Olmadı yakalandım. Atımdaki süvari kılıcını da aldılar. Ve beni ilk defa Garp cephesi komutanı İsmet Paşa’nın yanına götürdüler. Daha sonra Mustafa Kemal’in huzuruna çıkardılar.” Trikopis’i tek başına esir alan Ahmet Çavuş idi…
Elmalıdağ'da Yunan Başkumandanı General Trikopis'i ve maiyetini tek başına esir eden Ahmet Çavuş, son zamanlara kadar Afyonkarahisar hapishanesinde başgardiyan olarak çalışmakta idi. Yunan Başkumandanını nasıl esir ettiğinin hikâyesini şöyle anlatmıştır:
-"Keşif için üç kişi dağa tırmanmağa başladık. Yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı. Arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı. Alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 - 10 zabitin oturduklarını gördüm. Derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. Hepsi, ellerini kaldırdılar. Arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. Ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalıyarak çektim." Sordular:
-"Ne kadar kuvvetiniz var?" dediler.
-"Üç ordu, dedim. Tamamen muhasara altındasınız. Ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz."
-"Hangi kıtaya kumanda ediyorsun?" dediler.
-"Alay kumandanıyım", dedim.
Rütbemi sordular?
-"Başçavuş..." dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
Hayretlerini gidermek için devam ettim:
-"Bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var", dedim. Onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. Onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler. Ceplerimizi doldurduk. Biz onları böylece esir aldıktan epey sonra Kaymakam Hüseyin Hüsnü Beyle tabur kumandanımız Fuat Bey geldiler.
Hüseyin Hüsnü Bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:
-"Bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?"
-"Ne bileyim, dedim. Elin düşmanı... Babamın oğlu değil ya!..."
Fuat Beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
-"Trikopis, Trikopis, diye haykırdı. Yunan Başkumandanı..."
Trikopis'i Uşak'a kadar getirdik. Orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. Trikopis'in esvaplarını da bana hediye ettiler. Geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim. Şimdi bunlar azıcık eskidi. Sokağa pek gelmiyor. Evde saklıyorum.
1 Nikolaos Trikopis, (1869-1956), Yunan ordusunun Sakarya Meydan Savaşı’ndan sonra Afyon tahkimatının başına geçirdiği komutan. Büyük Taaruz Afyon güneyinden Trikopis kuvvetleri üzerine yapılmıştır. Cephenin yarılması üzerine geri çekilen Trikopis kuvvetleri Dumlupınar önünde çembere alınıp esir edilmiştir. Atatürk bizzat Trikopis’i Uşak’ta kabul etmiş ve teselli etmiş, ayrıca Yunan orduları başkumandanlığına atandığını tebliğ etmiştir.
Kaynak: 30 AĞUSTOS HATIRALARI, Dizgi-Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Ağustos 2000 Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Yorumlar

Şahap Özdemir ATATÜRK boşuna dememiş BİR TÜRK CİHANA BEDELDİR diye. işte ispatı.

Yönet

6y
BeğenDaha fazla ifade göster

Ercan Şentürk atatürk dememiş bir türk cihana bedeldir uydurma

Yönet

6y
BeğenDaha fazla ifade göster

TC Ahmet Koçak Desin demesin Türklerin cesaretini bildikleri için bizi farklı yollardan yıkmaya çalışıyorlar..Uyanalım..

/////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
https://tarihturklerdebaslar.wordpress.com/2016/08/22/yunan-ordulari-baskomutanini-esir-alan-cavus/

YUNAN ORDULARI BAŞKOMUTANINI ESİR ALAN ÇAVUŞ…

Ağustos 22, 2016
Büyük Taarruz’un ismi pek zikredilmeyen kahramanlarından biri olan AHMET ÇAVUŞ’tur.
Savaştan evvel Afyon cezaevinde gardiyanlık yapan bu kahraman asker, esir aldıkları Yunan askerlerinin içinde Yunan orduları başkomutanı nikola trikopis olduğunu bilmiyordu, işin bir başka ironik yanı da, Ahmet Çavuş tarafından esir alınan General Trikopis de Yunan orduları başkomutanı olduğunu henüz bilmiyordu, başkomutan olduğu kendisine Uşak’ta huzuruna çıktığı mustafa kemal atatürk tarafından bizzat tebliğ edilmiştir.
general trikopis, esir alınış anını şu şekilde aktarıyor;
“her tarafımız türklerle çevrilmişti. esir olacağımızı anlamıştık. bizde kılıcı düşmana teslim etmek küçüklük sayılır. durumun kötüye gittiğini gören yaverim, bir ara yanıma gelerek:
‘generalim kılıcını imha edelim’ dedi.
derhal kılıcımı verdim. önümde parçaladı.
bu sırada atım da vurulmuştu.
başka bir atla çemberi yarıp kaçmaya çalıştım. olmadı yakalandım.
atımdaki süvari kılıcını da aldılar.
ve beni ilk defa garp cephesi komutanı ismet paşa’nın yanına götürdüler. daha sonra mustafa kemal’in huzuruna çıkardılar.”
ahmet çavuş ise bu esir edişinin hikayesini şu şekilde aktarıyor;
“keşif için üç kişi dağa(elmalıdağ) tırmanmağa başladık.
yanımda saatli, tetikli, fitilli olmak üzere 11 bomba vardı.
arkamızdan da kırk kişi yollayacaklardı.
alaca karanlıkta tepenin bir boyun noktasına vardığımız zaman, 5 – 10 zabitin oturduklarını gördüm.
derhal bombalardan birisini yakalayarak, davranmayın, teslim olun, diye haykırdım. hepsi, ellerini kaldırdılar.
arkadaşlarım da yanına gelmişlerdi. ben önümüzde duran bir zabitin atını yularından yakalıyarak çektim.”
sordular:
-“ne kadar kuvvetiniz var?” dediler.
-“üç ordu, dedim. tamamen muhasara altındasınız. ya teslim olacaksınız, ya sizi gurup ateşine vereceğiz.”
-“hangi kıtaya kumanda ediyorsun?” dediler.
-“alay kumandanıyım”, dedim.
rütbemi sordular?
-“başçavuş…” dediğim zaman hepsi hayret içerisinde kalmışlardı.
hayretlerini gidermek için devam ettim:
-“bizde onbaşıdan fırka kumandanı bile var”, dedim.
onlara, torbalarımızdan peksimet çıkararak verdik. onlar da bize, bol bol sigara ikram ettiler.
ceplerimizi doldurduk.
biz onları böylece esir aldıktan epey sonra kaymakam hüseyin hüsnü beyle tabur kumandanımız fuat bey geldiler.
hüseyin hüsnü bey, esir zabitlerin içerisinden birisini, eliyle işaret ederek bana sordu:
-“bu zabitin kim olduğunu biliyor musun?”
-“ne bileyim, dedim. elin düşmanı… babamın oğlu değil ya!…”
fuat beyin gözleri faltaşı gibi açılmıştı:
-“trikopis, trikopis, diye haykırdı. yunan başkumandanı…”
trikopis’i uşak’a kadar getirdik.
orada bana bir istiklâl madalyası yazdılar. trikopis’in esvaplarını da bana hediye ettiler. geçen seneye kadar bu esvapları giyerdim.
şimdi bunlar azıcık eskidi. sokağa pek gelmiyor. evde saklıyorum…
Görsel-1) Ahmet Çavuş.
Görsel-1) Ahmet Çavuş.

Görsel 2 ve 3) Ahmet Çavuş’un kabri.

AHMET ÇAVUŞ BELGESELİ/NTV.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder