10 Temmuz 2018 Salı

Yüksek ruhların, mabedi yücelerdedir. Alçak ruhların ise sarayları …



Necati Çavdar bir fotoğraf paylaştı.
Yüksek ruhların, mabedi yücelerdedir.
Alçak ruhların ise sarayları …
Necati Çavdar – Ahimesud/Angara
4 Mart 2016

Bilal Sürgeç bey tarihimize, irfanımıza ışık tutan “adam”lardan bir “adam”dır.
Zaferlerimizi
Yenilgilerimizi,
Sevinç ve hüzünlerimiz sebep- sonuç ilişkisi içinde “Millet” hafızasından silinmesin diye yeni neslin,ilgililerin dikkatine getirme çabasında..
…..
Her türlü “Sanat”..
Mimari, inşanın mutlaka insan anlattığı değerler vardır.
İnsanı etkileyen bir ruhu vardır.
Zira o tür eserler; eseri meydana getiren toplumun, eser sahibinin ruhunu yansıtır.
Ruhundan, köklerinden bir şeyler taşır.
Tabi anlayana..
Zira eser içinde nice sırlar yüklüdür.
Bu günün insanı daha çok “tüketim” aracı olarak görse de sanat, estetik değerlerde durum budur.
Mimari ve inşa da bu vaziyetten öte değildir.
Bilal bey, 2 Mart 2016 cumartesi günü kendi Simalar cönkünde (facebook) Ayasofya ile Kiev büyük Prensi Vladmir, adına yapılan heykel resmi ile paylaştığı bir yazıda şöyle diyor:
“Rusya'nın Hıristiyanlaşmasını sağlayan Ayasofya’nın görkemli mimarisidir.
1.Foto Hıristiyanlığı benimseyen ilk Kiev büyük prensi .Önce Yahudiliği tanımak istedi. Yahudi bilginleri çağırdı İşte onlar Filistin kökenli olduklarını sonra günah işledikleri için dünyanın dört bir tarafına Allah tarafından cezalandırılıp sürgün edildiklerini söyleyince Vladmir, sizin dininiz iyi olsaydı Tanrı sizi cezalandırmazdı" dedi. Sonra bazı Müslüman tüccarları dinledi onlar İslamiyet'in kurallarını anlatırken İslam'ın domuzu ve alkolü yasak ettiğini de söylediler. Vladmir halkımızın bir numaralı yiyeceği domuz bir numaralı içeceği de Votka'dır bu din de bize uymaz dedi.
2. foto Ayasofya Rusya'da bulunan Bizans'lı Ortodoks misyonerler önce dinlerini gelip ülkelerinde tanımalarını önerdiler. Bir heyet İstanbul'a geldi. Bizans mimarisini gördüler. Ayasofya'ya hayran kaldılar dönüşte gördüklerini biraz da abartarak Viladmir'e anlatılar "Bunların dini bu kadar güzel şeyler yapmışsa iyidir dedi ve bu dini kabul ettiler."
Bunu niye yazdım bazı tipler Müslümanların tarihin akışı sonucu ortaya çıkan sanat eserlerine görkemli camilere kubbelerine karşı çıkıyorlar. Rusya’nın Hıristiyanlığı kabulünde bir mimari yapıtın nasıl etkili olduğunu vurgulamak için yazmak istedim.”
Evet öyledir.
Bakın Dersaadet de ki Selatin camilerine.. Etkilenmemek mümkün mü?
Onda ruhundan yansımalar, ruh dingiliği bulur. Yükseklik hisseder.
Şayet, karşı ise vay anasına “ne etkileyici diye “ hayranlığını gizleyemese de kalbi daralır, ruhu çöker..
…….
Her şehirde Cuma ve Bayram günleri için en azından görkemli bir mabet olmalı..
Öyle idi.
Ve o mabede “ulu cami” denirdi.
Okulu, imareti, üniversitesi, sosyalleşme merkezi, kütüphanesi hasılı doğumdan ölüme tüm hayatı ihata eden yapılar topluğu..
Şehrin tüm yollarının ona açıldığı..
Hayat kanallarının ona aktığı, ondan beslendiği alanlar.
Adreslerin ona göre belirlendiği, insanların kimlik bulduğu ana mekanlar..
….
Ulu mabetler dışın da da isteyen istediği kadar ihtiyacı karşılayacak ama milletin imkanlarını çarçur etmeyen, hayır sahibi ya da banilerinin kendi ceplerinden masrafını karşılayacağı vakit namazları için mescitler yaptırmalı..
Kimisi birkaç kişilik, kimisi yüzlere yetecek.. Hoş ..Mimari ve sanat değeri de olacak, mescitler..
Bu gün öyle mi?
Ne gezer..
Ne mimari, ne sanat , ne estetik değerler..
…………..
Şehirlerde olur olmaz yerlerde kocaman cesamette..
Sadece Cuma ve bayramları dolan ..
Milletin onca paraları heba edilen..
Ya da pislikle kazanılan paralarını boca edilerek “günah kirinden” temizleneceğini sananların arkada gizlendiği, ruhsuz., kişiliksiz ve kimliksiz. “gösteriş” ucubeler.
Veya ağacın, kuşun, çocuğun yok edildiği..Kovalandığı .. İbadet edenin huşudan yoksun olduğu mekanlar..
Çok kere de o çöreklendiği dernekte kavga- dövüş, haset, fesatla yer bulamayıp ayrılarak kamu ve kişi imkanlarını kullanan tiplerin kendine “iş” edindiği, kişilik bulduğu aktivite alanları..
…………
Bu gün mabetler, sözde “siteler, plazalar, Towerler” arasına sıkıştırılıyor.. Binalar mabede abanıyor.
Kimi dini bütünler de yıkılası partilerinin binasını mabedin üstüne abayıveriyor..
Bunlardan örnek alanlar da işin doğrusu bu zannediyor..
…….
Oysa işin aslı öyle mi?
Saraylar, evler, köşkler alçakta mabetler; yüksektedir.
Adeta evler, köşkler, saraylar; ölümlü kişilerin eğlendiği geçici dünyayı..
Mabetler ise kalıcılığı, kamu-millete aitliği hatırlatır. Öteler ötesini, Baki âleme yolculuğu hissettirir.
Evet selatin camilerine bakın.
Koca imparatorluk merkezi Topkapı sarayı mabetlerin, Ayasofya ve Sultanahmed’in adeta eteğine tutunmuş konumdadır..
Süleymaniye karşısında ise diğerleri ancak “hiç” liği temsil eder.
O meşhur anlı şanlı kamu görevlileri, sadrazam, paşa, bey ve de zenginlerin köşk ve sarayları, mabet karşısında yok mesabesindedir.
Selimiye,Edirne deki idare merkezlerinin üstünde bütün şahıs köşklerini, tüm şehri kucaklayıp, gölgeler haldedir.
Rahmeti Başvekil Özal’ın onca gayret ve çabasına rağmen - “ Laikliğin şirretinden ” - açmaya gelemeyip Diyanetten sorumlu Bakan Kazım Oksay’ın açılışını yaptığı Ankara’da Kocatepe camii..
Ne çevresindeki binalar, nede yanında ki resmi bina (eski diyanet- şimdi müftülük) ve makamlar, mabet karşısında bilinmezlere bürünmüş, görünmez olmuşlardır.
…..
Bir de sözde “evliyalar “ yönetiminde/ iktidarında bulunan şehirlerde yapılanlara bakın..
Resmi binalar, saraylar, makamlar mabedin üstündedir..
Tıpkı İngiliz bin-beng kulesini andıran ucube yapının Kabe, üstüne abandığı gibi..
………
Bilal Sürgeç beyin gönderisinden bahsederek “mimarinin de insanı; kapsayıcı , kuşatıcılığına, sarıp bi yerlere götürme gücünü” söyleyince olayı anlamayan/kavramayan..
“Kral ne dese en iyisi , ne yapsa en doğrusu” değerlendirmesinde bulunarak aklını kiraya veren İbişler olsa da vaziyet budur.

Aynı gün SERVBER programından sonra yolumuz, Angara Gala’sına ve de Hacıbayram’a düşüyor..
Ogüst mabedi ve onu gölgeleyen Camiye bakıyorum..
Ne vilayet, ne meclis binaları gibi kamu binaları..
Ne de çevredeki Müslüman- gari Müslim köşkleri, sarayları, evleri..
Meşhur şeyh, konakları, dergahları mabedin eteklerine tutunmuş gibi..
Çevreyle uyumlu, ruhları doyumlu..
………..
Mabetleri gölgede bırakan “ihtişam” timsali saraylar mı ?
Onlar geriliğin, gerileme döneminin eserleri
Güya batı’da/batılda öyle imiş... Ona benzemek gerekmiş miş..Hz. Ömer’in mabetten idare anlayışı karşısında Bizansvari yönetim anlayışıyla saraya hapsalan, tebayı saraya bende kılan Muaviye gibi..
İşte Topkapı dinginliğinden Dolmabahçeler, Çırağanlar’a geçiş....
Gerileme, şatafat, başkasına benzeme, kendinden uzaklaşma ve de savurganlık dönemini hatırlatan unsurlar..
Biri tevazunun, yükselişin, zaferlerin simgesi… Gittiği yere “çil çil kubeler” diken… Makamı “hizmet alanı” olarak gören, baki alemi öne alanların..
Diğeri ise azameti geçici makamlarda arayanların eseri. Gerileme ve ricat döneminin avuntuları..
….
Bir zamanlar dedik ki..
Angara’nın imarı elinizde ..
Angara çevresi imarsız..
Çok güzel fırsat..
Zira Ankara tepelerle hillal şeklinde çevrilmiş ova üzeride.
Her bir tepeye..
Şentepe,
Yükseltepe,
Doğantepe,
Hüseyingazi,
Abidinpaşa..
Çankaya sırtları ki Hilal ve Yıldız tepeleri..
Dikmen/Çaldağı’na..
Hatta ahlatlı bel, Beytepe ye birer mabet kondurun..
Siz alan açın, millet yapar..
Zorda değildi.
İmarda yer verilir ..Çukurlara yapılan kişiliksiz ve kimliksiz onca cami yerine adam gibi Cuma/bayram camileri yapılarak adete Ankara Hilal şeklinde sarılır/kuşatılır, kuşanılırdı...
Ankara’nın suileti değişirdi.
İnsanların bakışı farklı olur, eski görkemli günleri hatırlatıp çağ ötesine taşırdı.
Hey hat..!
Onca millet imkanları; çukurlarda çarçur edildi, ediliyor..
Sarayın gölgesine kondurulmuş, adına da “millet …..” deniyor.
Oysa kalıcı gücü, “bekayı” temsil eden “millet” yukarıda..
Geciçi gücü, kişiyi, şahıs makamını temsil eden “saray alçakta” olmalıydı..
Atina’ da “tanrıların” oturduğu Olümpos tepesindeki (Zeus Tapınağı) pagan mabedine bakın..
Olimpus, Zeus denice bahsetmeden de geçmeyelim..
Mitoloji bu ya..
Antik yunan şairi Hesiodos’un anlattığına göre;
Zeus, başta olmak üzere tanrılar Olimpos’da günlerini gün ederler. Yerler, içerler. Zevk, sefa içinde yaşarlar.
Oysa insanlar yoksul, sefil ve hasta bir hayat sürmekteler.
Kutsal ateş Zeus’un elinde ve insanlara yıllarca vermiyor/yasaklıyor.
Ateş olmayınca hayat duruyor.. Herşey karanlık
Soğuk…
Zaman olur..Promete isimli genç bir adam “Böyle bir düzen tanrısal olamaz! Bu böyle gitmez” diyeisyan eder.
Promote, ateşi çalmak üzere Olimpos dağının erişilmez karlı tepelerine doğru yola çıkar.
Fakat yakayı ele verir. Ellerinden ve ayaklarından kayalara zincirlenir. Uzun yıllar esir kalır. Sonunda kurtulmayı başarır ve Zeus’u alt ederek, ateşi çalıp insanlığa armağan eder…
Promateus, ateşi çalıp insanlığa armağan eder. Zeus’a ve onun şahsında temisl edilen güce rağmen Promateus’un ateşi önce Atina’da yandı ve tüm kentlerde parıldar.
İşte bu Olimpus tapnağından esinlenerek Angara hilali ortasına yerleştirilen “mozele”nin konumuna bakılırsa ne dediğimiz her halde anlaşılır..
Zira..
Yüksek ruhların sarayı engin, mabedi yücelerdedir.
Alçak ruhların ise sarayları yücede mabetleri çukurdadır.
……………
https://www.facebook.com/bilal.surgec/posts/10154027570283006?pnref=story
Necati Çavdar
Eskiden mabetler; şehirlerde en büyük ve gösterişli mekanlardı..
Yolların "işaretleri" minarelerdi..
Şimdi ise gökdelenler arasında görünmez, bilinmez oldular
................................
Ahimesud /alsancak mah
SEBİL Camii






















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder