“Chester Projesi”” ve de Merkez Bankası
CHP’li anlatıyor
...........................
..............................
http://www.ekrangazetesi.com/haber/11622/chp-ve-dspde-siyaset-yapan-mehmet-ali-yilmaz-cumhuriyet-mustafa-kemal-eliyle-ingilizlerin-eline-teslim-edildi.html
"Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'nün memleketi kapitalist ve emperyalistlere teslim etti"
...........................
'Cumhuriyet, Mustafa Kemal eliyle emperyalistlerin ve İngilizlerin eline teslim edildi'
http://www.cankirihabersitesi.com/cankiri-haber/cumhuriyet-mustafa-kemal-eliyle-emperyalistlerin-ve-ingilizlerin-h1803.html
“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan…”
Hadi len!
Tabuları yıkalım, gerçekleri görelim; Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarında ellerinde bayraklarla bu marş eşliğinde mısır patlağı gibi zıp zıp zıplayan abilerim, ablalarım ve dahi Ce He Pe’li kardaşlarım, hiçbir şey öyle göründüğü, gösterildiği gibi değil alemde, özellikle Hayrünisa ablanın oğlan Güven, sana da sesleniyorum, iyi oku, sonra da araştır bi bak bugün anlatacaklarımı!
Gavurların, özellikle de İngilizlerin üstümüze saldığı Yunan’ın, Anadolu’yu istilası sırasında kahramanlık destanı yazanların yanı sıra üstelik de yanlarında tüfekleriyle birlikte ordunun en az yarısının cepheden kaçtığını, sonra da bunlardan bulunabilenlerin yakalandıkları yerde kurşuna dizildiklerini biliyor muydun mesela?
Peki, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Atatürk’ün Kağnısı isimli şiirinde “Yediyordu Elif kağnısını kara geceden geceden” diye anlattığı Kastamonu’nun İnebolu kazasından yola çıkan Elif’in o “top mermisi taşıma işini” vatan millet aşkıyla değil de Ankara Hükümetinden alacağı para karşılığı yaptığı gerçeğini?
O top mermileri nereden geliyordu sence?
O mermiler, o bombalar, o tüfekler?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Rusların verdiği para, silah ve mühimmatla kurulduğunu da bilmiyorsun muhtemelen sen!
Osmanlı’nın son döneminde Alman kucağına oturan devletin sonradan “Mustafa Kemal eliyle” emperyalistlerin ama özellikle de İngilizlerin eline teslim edilip, Londra’yla küçük yaşta evlendirildiğinden de haberin yoktur muhtemelen!
Ne oldu?
“Mustafa Kemal” deyince tüylerin mi kabardı birden şu mübarek bayram gününde?!.
Bizler yani, ömürleri boyunca dünyaya sol pencereden bakanlar o kadar çok yanıltılıp kandırıldık ki, mesela Anadolu aydınlanmasında büyük iş başaran köy enstitülerini Adnan Menderes’in yani, Demokrat Parti’nin kapattığını sanır pek çoğumuz; oysa İsmet İnönü’nün başında bulunduğu CHP Hükümeti tarihe gömmüştür onları da!
Adnan Menderes’in vatana ihanet ettiği, Marshall yardımlarını alarak ülkeyi Amerika’ya peşkeş çektiği için filan milliyetçi Türk subayları tarafından asıldığını sanırız örneğin, şimdilerde Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi memleketin yüzünü doğuya çevirip, Rusya’yla işbirliğine yöneldiği için Sam Amcanın Türkiye’deki iş birlikçileri tarafından örnek olsun diye cezalandırıldığını bilmeyiz mesela?
Cahiliz çok!
Pek çoğumuz en az bir softa kadar tutucu ve yobaz üstelik!
Emperyalizme, kapitalizme karşıyızdır; Atatürkçüyüzdür pek çoğumuz, Atatürk’ü de gerçek yanıyla hiç bilmeyiz, tapacak düzeyde severiz onu, ne toz kondururuz, ne de laf üzerine.
On yılda on milyon genç yaratmış, kendi “öz sermayesiyle” çalışarak sıfırdan yepyeni bir ülke kurmuşuzdur ulu önderimiz sayesinde.
Hadi len!
Oysa asıl gerçek hiç de öyle değildi biliyor musunuz?!
Yeni Türkiye Cumhuriyeti yabancıların onay ve para yani, sermaye vermesiyle kurulmuş, faizi yani, rantı daima Türk halkına ödetilen, İngiliz gizli hükümranlığında vücut bulmuş, batılılar eliyle acımasız bir şekilde yıllarca sömürülen bir garip devletti aslında!
Ve memleketi emperyalistlere yani kapitalistlere üstelik de anahtar teslimi elden ilk verenler de Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’den başkası değildi!
Can Ertan, bundan sonra yazacaklarımı özellikle sen oku dikkatlice, ondan sonra da Facebook’a yaz yine “sol, sol, sol” diye; sana söylüyorum Can Ertan, Hayrünisa ablanın oğlan sen anla!
Tarih 22 Ocak 1923’tür.
Aslında yeni Türk devletinin dünya devleri tarafından tanınması için tavizlerin verilip, anlaşmaların yapıldığı toplantı dizilerinden oluşan "Lozan görüşmelerinin" kesintiye uğramasına artık ramak kalmıştır.
Mustafa Kemal Bursa’da bir konuşma yapar ve bu açıklama Anadolu Ajansı marifetiyle tüm dünyaya duyurulur.
Atatürk’ün üzerinde durduğu konu “yabancı sermayedir”!..
Yabancı sermayeye “gel gel” yaparak, şunları söyler Kemal:
“Maatteessüf memleketimiz baştan nihayete kadar harabezardır, yoldan mahrumdur, şehirler haraptır.
Köyler perişandır.
Sanayimiz geridir.
Limanlarımız yoktur.
Madenlerimizi işletemiyoruz.
Bu memleket insanlarının medeniyet yolunda ne kadar geri kaldıklarını, maişet seviyelerinin ne kadar acınacak halde olduğunu düşünürsek, bütün bu noksanları telafi için neler yapmağa mecbur olduğumuzu suhuletle takdir edebiliriz.
Bu vasi memleketi bir mamureye çevirmek lazımdır.
Bu halk zengin olmaya mecburdur.
Memleket mamur olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hâlâ yaşamak imkanından bahsederlerse, inanmayınız.
Maddeten düşünelim:
Bütün bu şeyleri yapmak kolay değildir.
Memleketimizi medeniyet-i hazıranın icap ettirdiği dereceye bir an evvel isal için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmi ve fenni teşebbüsleri kafi gelmez.
Haricin sermayesine, ihtisasına da ihtiyacımız vardır.
Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz.
Biraz daha geniş milliyetperver oluyoruz:
“Ecnebi sermayesinden istifade edeceğiz.“
Az zaman içinde memleketimizin mühim merkezlerini şimendiferle birbirine raptetmek lazımdır.
Memlekette metfun olan maden hazinelerini işletmek lâzımdır.
İktisadi faaliyetin, servet haline inkılâp etmesi için en lüzumlu şeyler yollardır, seri vesait-i nakliyedir, şimendiferlerdir.”
Ve Lozan görüşmeleri kesintiye uğruyor.
Bu kez de İzmir’de “İktisat Kongresini” düzenliyor Mustafa Kemal.
Şunları söylüyor orada da kendisini tanımaları için can attığı kapitalistlere mesaj olarak:
“İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasi’dir.
Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var.
Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız.
Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin…”
“Gel” diyor Atatürk batılı ülkelere “gel, yeter ki ülkemi ve beni tanı, kim olursan ol, buyur, yeter ki hemen gel!..”
Bu kongreden tam 51 gün sonra ve 23 Nisan 1923’te yeniden başlayacak olan Lozan görüşmelerinden iki hafta önce Mustafa Kemal’in onayıyla Amerikalı bir grupla adına “Chester Projesi” denilen bir “imtiyaz sözleşmesi” imzalar Türk hükümeti.
Bu anlaşmaya göre Samsun-Trabzon-Mersin ve İskenderun limanlarını Amerikalılar yapıp işletecek, Süleymaniye-Kerkük ve oradan da Musul’a uzayacak demiryolunun yapılıp 99 yıllığına işletilmesi hakkı sadece Amerika’nın olacaktı!
Sadece bununla da sınırlı değildi sözleşme, demiryolu hattına paralel 40 kilometrelik şerit içindeki maden ve petrol aranması, bulunduğu takdirde yine 99 yıllığına işletme hakkı da Amerikalılara verilmişti!
Sultan Abdülhamit vermedi böyle bir yetkiyi Almanlara!
Bağdat demiryolu hattı için onun sunduğu teklif 20 kilometrelik bir alanı işaret ediyordu sadece!
Hoş, daha sonra Musul eyaleti İngiliz manda rejimine bırakılınca bu anlaşma suya düşmüştü ama tüm gerçekliğiyle vaki olduğu gibi birileri yeni yeni kapitülasyonlar oluşturuyor, yeni Cumhuriyetle birlikte yurdum toprakları birilerine peşkeş çekilmeye devam ediliyordu!
Kızdın mı bana şimdi?
Daha dur, yeni başladık!
1923 yılında Türkiye’deki şirket ve bankaların tamamı yabancı sermayeliydi.
Yeni devletten her türlü yardımı görüyor, Anadolu halkını sömürmek için ortalıkta cirit atıyorlardı.
Dünya ekonomik krizi 1929’da yakaladı Türkiye’yi.
Türk lirasının değerinin astronomik şekilde düşmesinin ardından dış ticaret açığı inanılmaz bir düzeyde arttı.
Bu arada, biliyor musun Hayrünisa ablanın oğlan Güven, BAĞIMSIZ Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi parasını basma yetkisi yoktu o yıllarda!
Üzerinde Atatürk resmi olan banknotlar dışarıda Londra’da, Yahudi sermayeli finans kuruluşları tarafından basılıp getiriliyordu ülkeye!
Bir devlet bankasının kurulması elzemdi artık.
Bu yapı güya hem ekonomiye denge getirecek, hem de ileride Türk parasını basma görevini üstlenecekti.
1930 yılında “kibrit tekelini” bir Amerikan şirketine devrederek 10 milyon dolar kredi almakta hiçbir sakınca görmedi Atatürk!
Ve TC Merkez Bankası'na da o parayla ortak oldu devlet!
Nizamnamesi yani, ana sözleşmesi 1 Eylül 1931’de kabul edildi Merkez Bankası’nın.
Hisse senetleriyse 4 gruba ayrıldı.
A sınıfı hükümet kuruluşlarının, B sınıfı milli bankaların, C sınıfı yabancı bankalarla, imtiyazlı şirketlerin, D sınıfıysa Türk ticaret kuruluşlarıyla, Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilerin olacaktı.
A sınıfı hisselerde ta 1931’den, 1970 yılına dek yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin payı ne kadardı biliyor musun Güven, sadece yüzde 15; evet, milli bankamız olan ve para basma yetkisine sahip Merkez Bankası’ndaki hissemiz sadece yüzde 15’ti ve bu durumu sokakta gezen normal vatandaşın bilmesine de hiç mi hiç gerek yoktu!
Söylemeye lüzum var mı bilmiyorum, Merkez Bankası’nın asıl hisselerinin yüzde 85’i yabancıların elindeydi ve bugün bunların kimler oldukları hâlâ açıklanmış değil üstelik!
Devletin payı 1970’te zar zor yüzde 51’e, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarıyla da 2002’de yüzde 55’e çıkarıldı.
O gün bu gündür Recep Tayyip Erdoğan onlara artık kâr payı dağıttırmıyor, zıbık zıbık ötüyorlar medyadaki adamları vasıtasıyla!
Yani bugün hâlâ milli bankamızın yüzde 45’i yabancıların elinde haberimiz yok, yaşasın Cumhuriyet!
Bakın kağıt paraların üzerine, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazar hâlâ, “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” değil!
Tekrar 1930 senesine döndüğümüzde Atatürk’ün “yabancı sermayeye” verdiği sözleri muntazaman yerine getirdiğini görüyoruz.
Zaten 1923’ten itibaren hazine bonosu ihraç edip yine Türkiye’de üstlenmiş yabancı finans kuruluşlarına satarak yüz milyonlarca lira kredi kullanan devlet aynı zamanda ilave olarak dış borçlanmalara da yöneliyor oralardan da paralar alıyordu Cumhuriyet’in ilk yıllarında.
Kendi yağımızla kavrulduğumuz hikayesi tam bir resmi yalandır aslında yani!
Örnek mi?
1934 Sovyet Kredisi: 8 milyon dolar
1937 – İngiliz kredisi: 2 745 000 sterlin
1938 – İngiliz Kredisi: 16 milyon sterlin
1938 – Alman Kredisi: 150 milyon Reichsmark
Sadece 1938 yılında alınan kredilerin parasal değeri aynı sene içindeki devlet bütçesinin tam yüzde 58’ine denk geliyordu.
Türkiye 1938 dışında başka hiçbir yıl bu kadar yük altına girmemiş, girememişti.
Az zamanda çok işler yapılmış, astronomik faizlerle Türk halkı yabancı sermayeye peşkeş çekilip, sömürü düzenine kesintisiz devam edilmişti.
Limanlar, demir çelik, petrol ve kimya tesisleri…
Evet, bunlar yapılmıştır yapılmasına elbette ama daha çok yabancı şirketlerin semirip daha da büyüyebilmeleri için ve onların istekleri sonucu!
Adına KİT denilen ve alınan dış kredilerle devlet eliyle yapılan iktisadi kuruluşların yükünü, kamburunu yıllarca nasıl sırtımızda taşıdığımızı anımsayın bir kere?
Yaşamı boyunca sadece askerlik yapmış biri olan Mustafa Kemal’in o çok çok büyük serveti, sahip olduğu büyük arazileri, pek çok çiftliği, bira, pastörize süt ve tereyağı fabrikalarını, onca gayrı menkulünü ölümüne yakın bir zamanda devlete bağışlamasıyla açıklayamaz hiç kimse bana!
Aklımla dalga geçmek olur bu!
“Niye o zaman en baştan beri tapularını kendi üzerine yaptı” diye sorarım o zaman da?
Bir 29 Ekim günü çok can sıkıcı değil mi tüm bunları duymak?
Sokrat’ın filozoflar için dillendirdiği gibi “bir at sineği gibi olmalıdır gazeteci” de, sürekli rahatsız etmelidir, tedirgin etmelidir etrafı!
Uzun yıllar boyunca ne yazık ki ben de aksini düşündüm ama gerçekte Atatürk’ün geride emanet bıraktığı CHP’nin de bir hayrı yoktu bu memlekete!
Tarihinde hiçbir zaman halkın partisi olmadı çünkü, ülkeyi tek tabanca yönettiği dönemlerde elit kesimi semirtti, hep göbekçilerdi taraftarları, insanları ezdi, zulüm yaptı.
Şimdi de güya sol, sosyal demokrat bir parti olarak geziyorlar ya ortalıkta, k.çımın kenarı, bu partiye şu an hakim olan kesimde solun, solculuğun zerresi bile yok!
“Özgür Şahin” diye babyface bir çocuk var, kokpit boyuyor Nilüfer’de.
Bunun karısı, hayvan dostu, hayvan sever, evine bir hayvan alıp besleyen Veteriner Melike Baysal’ın meslektaşı ve yakın arkadaşı.
Geçen, bir dönem eski ilçe başkanı Metin Çelik’in yol vermesiyle CHP Nilüfer İlçe Başkanlığı yaptı bu çocuk; bir işe yaradığını da hiç görmedik doğrusu.
Daha geçenlerde “Zaten benim param yok, eşim izin vermiyor, eğer yeniden çıkarsam beni boşar” diye ortalıkta gezen bu Özgür Şahin ne oldu da dün adaylığını açıkladı dersiniz?
Size biraz CHP manzaraları anlatayım da gülün acık!
Bülent Yaşar ve emekli hemşire Neşe Özçelik sponsor olup destekliyorlar bunu, seçildiği vakit tüm masrafları bunlar ödeyecek, Nilüfer’de partinin ipini de akıllarınca bunlar ellerinde tutacak!
Emekli hemşire Neşe Özçelik öyle bildiğiniz gibi biri değil, iş gadını!
Hatun altında BMW X5’lerle filan geziyor!
Hali hazırda CHP’nin İl Yönetim Kurulu Üyesi ve kurultay delegesi!
Şadi Özdemir’in listesine kim yazmış, nereden gelmiş, hangi emeği sarfetmiş bilen, gören, duyan hiç kimse yok!
Anadolu Hastanesi'nin hem ortağı, hem de kurucusu Neşe Özçelik.
Gadın müteahhitlik de yapıyor aynı zamanda.
Ortağı Mehmet Aydoğan.
Mehmet Aydoğan’sa aynı zamanda İlhan Arslan’la ortak işler yapıyor.
İlhan Arslan kim mi?
Bursa’nın müstafi belediye başkanı Recep Altepe’nin dünürü, kim olacak!
Neşe Özçelik’in Misi Köyü’nde ayrıca bir hafriyat döküm sahası filan varmış, Nilüfer’de Magazin Outlet’in karşısında “kentsel dönüşüm” projesi yapmaya hazırlanıyorlar işi yukarıdan bitirip.
Çok solcu biri canım, çok!
Eve sol ayağıyla girer, bardağı sol eliyle tutar, sürekli sol kulağını kaşır, acayip bir şekilde “sol, sol, sol” yani sizin anlayacağınız!
CHP’nin “Piranası” Güler Buğday bile bunun haline gülerek “Dünya Güzeli” lakabını takmış!
(N’oldu kız Güler, hiç sesin soluğun çıkmadı bir daha, içine mi kaçtın yoksam?!.)
Özgür Şahin’in sponsor ve destekçilerinden biri bahsettiğim bu hatun işte.
Diğer taraftan başta CHP Bursa İl Başkanı Şadi Özdemir, Milletvekili Orhan Sarıbal ve Mudanya’nın hayırsız belediye başkanı Hayri olmak üzere, Büyükşehir’e önermek suretiyle Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in ayağını kaydırıp, kapağı oraya atmayı planlayanlar da var partide onu da söyleyeyim.
Sen bir İl başkanı olacaksın, belediye başkanıyla danışıp konuşmadan gidip genel başkana “onu büyükşehirde görmek istiyoruz” diyeceksin, hiç olacak şey mi?
Akıl, mantık alıyor mu bu durumu?
Özgür Şahin’i destekleyen ikinci kişi, Bülent Yaşar kim peki?
Tam anlamıyla solcu postuna bürünmüş bir komprodor!
CHP’ye ailecek sızmışlar.
Bunun babası Ankara Yeni Mahalle’nin CHP’li Belediye Başkanı Fethi Yaşar.
Fethi Yaşar bugün CHP’nin Örgütten Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl’e, “Şuraya gel s.ç” desin, yapmazsa ne olayım!
Peki, Tekin Bingöl’ün kardeşleriyle birlikte ortak olduğu şirket hangi işi yapıyor?
“İnşaat.”
Fethi Yaşar ne işleri veriyor belediyeden?
“İnşaat.”
Bingöl kardeşler Ankara’nın müstafi Belediye Başkanı Melih Gökçek’ten hangi işleri almışlardı?
“İnşaat.”
Sarıbal, Özdemir ve Türkyılmaz triosunun Nilüfer’i ele geçirmek istemelerinin sebebi ne?
“İnşaat.”
Fethi Yaşar’ın oğlu Bülent Yaşar’sa Prestij Tekstil’in sahibi, döşemelik kumaş yapıyorlar, döşüyorlar, tatil köyleri var, mobilya, çok büyük ölçekli seracılık yapıyorlar filan.
Peki, onun CHP’de bulunma sebebi ne?
“Domatis.”
Şaka şaka!
Solculuk yaparak boş zamanlarını değerlendiriyor, kafa dağıtıyor Bülent Yaşar, meze yani politika onun için bir Amerikan salatası, bir borani, bir acılı ezme gibi örneğin, haşlanmış dil, beyin, rakının yanında.
İşin aslı, Özgür Şahin’i aday çıkarmasının, onu desteklemesinin asıl sebebi şimdiki CHP Nilüfer İlçe Başkanı Mehmet Turan Tansal’ın, Bülent Yaşar’a daha şimdiden açıkça, “seni yeni yönetim kurulu listeme yazmayacağım” demiş olması!
Aferin len Tansal, harbi adammışın, kutluyorum seni, keraneci!
Hiçbir şey göründüğü gibi değil sizin anlayacağınız.
CHP bildiğiniz, oy verdiğiniz gibi bir parti hiç değil, ben de farklı sanıyordum geçmişte, değilmiş.
Bayramınız kutlu olsun bu arada…
Güya Cumhuriyet geldi memlekete…
Düzen değişti Türkiye’de güya ama…
Düzülenler hiç değişmedi farkında mısınız?!.
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan…”
Hadi len!
Tabuları yıkalım, gerçekleri görelim; Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarında ellerinde bayraklarla bu marş eşliğinde mısır patlağı gibi zıp zıp zıplayan abilerim, ablalarım ve dahi Ce He Pe’li kardaşlarım, hiçbir şey öyle göründüğü, gösterildiği gibi değil alemde, özellikle Hayrünisa ablanın oğlan Güven, sana da sesleniyorum, iyi oku, sonra da araştır bi bak bugün anlatacaklarımı!
Gavurların, özellikle de İngilizlerin üstümüze saldığı Yunan’ın, Anadolu’yu istilası sırasında kahramanlık destanı yazanların yanı sıra üstelik de yanlarında tüfekleriyle birlikte ordunun en az yarısının cepheden kaçtığını, sonra da bunlardan bulunabilenlerin yakalandıkları yerde kurşuna dizildiklerini biliyor muydun mesela?
Peki, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Atatürk’ün Kağnısı isimli şiirinde “Yediyordu Elif kağnısını kara geceden geceden” diye anlattığı Kastamonu’nun İnebolu kazasından yola çıkan Elif’in o “top mermisi taşıma işini” vatan millet aşkıyla değil de Ankara Hükümetinden alacağı para karşılığı yaptığı gerçeğini?
O top mermileri nereden geliyordu sence?
O mermiler, o bombalar, o tüfekler?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Rusların verdiği para, silah ve mühimmatla kurulduğunu da bilmiyorsun muhtemelen sen!
Osmanlı’nın son döneminde Alman kucağına oturan devletin sonradan “Mustafa Kemal eliyle” emperyalistlerin ama özellikle de İngilizlerin eline teslim edilip, Londra’yla küçük yaşta evlendirildiğinden de haberin yoktur muhtemelen!
Ne oldu?
“Mustafa Kemal” deyince tüylerin mi kabardı birden şu mübarek bayram gününde?!.
Bizler yani, ömürleri boyunca dünyaya sol pencereden bakanlar o kadar çok yanıltılıp kandırıldık ki, mesela Anadolu aydınlanmasında büyük iş başaran köy enstitülerini Adnan Menderes’in yani, Demokrat Parti’nin kapattığını sanır pek çoğumuz; oysa İsmet İnönü’nün başında bulunduğu CHP Hükümeti tarihe gömmüştür onları da!
Adnan Menderes’in vatana ihanet ettiği, Marshall yardımlarını alarak ülkeyi Amerika’ya peşkeş çektiği için filan milliyetçi Türk subayları tarafından asıldığını sanırız örneğin, şimdilerde Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi memleketin yüzünü doğuya çevirip, Rusya’yla işbirliğine yöneldiği için Sam Amcanın Türkiye’deki iş birlikçileri tarafından örnek olsun diye cezalandırıldığını bilmeyiz mesela?
Cahiliz çok!
Pek çoğumuz en az bir softa kadar tutucu ve yobaz üstelik!
Emperyalizme, kapitalizme karşıyızdır; Atatürkçüyüzdür pek çoğumuz, Atatürk’ü de gerçek yanıyla hiç bilmeyiz, tapacak düzeyde severiz onu, ne toz kondururuz, ne de laf üzerine.
On yılda on milyon genç yaratmış, kendi “öz sermayesiyle” çalışarak sıfırdan yepyeni bir ülke kurmuşuzdur ulu önderimiz sayesinde.
Hadi len!
Oysa asıl gerçek hiç de öyle değildi biliyor musunuz?!
Yeni Türkiye Cumhuriyeti yabancıların onay ve para yani, sermaye vermesiyle kurulmuş, faizi yani, rantı daima Türk halkına ödetilen, İngiliz gizli hükümranlığında vücut bulmuş, batılılar eliyle acımasız bir şekilde yıllarca sömürülen bir garip devletti aslında!
Ve memleketi emperyalistlere yani kapitalistlere üstelik de anahtar teslimi elden ilk verenler de Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’den başkası değildi!
Can Ertan, bundan sonra yazacaklarımı özellikle sen oku dikkatlice, ondan sonra da Facebook’a yaz yine “sol, sol, sol” diye; sana söylüyorum Can Ertan, Hayrünisa ablanın oğlan sen anla!
Tarih 22 Ocak 1923’tür.
Aslında yeni Türk devletinin dünya devleri tarafından tanınması için tavizlerin verilip, anlaşmaların yapıldığı toplantı dizilerinden oluşan "Lozan görüşmelerinin" kesintiye uğramasına artık ramak kalmıştır.
Mustafa Kemal Bursa’da bir konuşma yapar ve bu açıklama Anadolu Ajansı marifetiyle tüm dünyaya duyurulur.
Atatürk’ün üzerinde durduğu konu “yabancı sermayedir”!..
Yabancı sermayeye “gel gel” yaparak, şunları söyler Kemal:
“Maatteessüf memleketimiz baştan nihayete kadar harabezardır, yoldan mahrumdur, şehirler haraptır.
Köyler perişandır.
Sanayimiz geridir.
Limanlarımız yoktur.
Madenlerimizi işletemiyoruz.
Bu memleket insanlarının medeniyet yolunda ne kadar geri kaldıklarını, maişet seviyelerinin ne kadar acınacak halde olduğunu düşünürsek, bütün bu noksanları telafi için neler yapmağa mecbur olduğumuzu suhuletle takdir edebiliriz.
Bu vasi memleketi bir mamureye çevirmek lazımdır.
Bu halk zengin olmaya mecburdur.
Memleket mamur olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hâlâ yaşamak imkanından bahsederlerse, inanmayınız.
Maddeten düşünelim:
Bütün bu şeyleri yapmak kolay değildir.
Memleketimizi medeniyet-i hazıranın icap ettirdiği dereceye bir an evvel isal için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmi ve fenni teşebbüsleri kafi gelmez.
Haricin sermayesine, ihtisasına da ihtiyacımız vardır.
Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz.
Biraz daha geniş milliyetperver oluyoruz:
“Ecnebi sermayesinden istifade edeceğiz.“
Az zaman içinde memleketimizin mühim merkezlerini şimendiferle birbirine raptetmek lazımdır.
Memlekette metfun olan maden hazinelerini işletmek lâzımdır.
İktisadi faaliyetin, servet haline inkılâp etmesi için en lüzumlu şeyler yollardır, seri vesait-i nakliyedir, şimendiferlerdir.”
Ve Lozan görüşmeleri kesintiye uğruyor.
Bu kez de İzmir’de “İktisat Kongresini” düzenliyor Mustafa Kemal.
Şunları söylüyor orada da kendisini tanımaları için can attığı kapitalistlere mesaj olarak:
“İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasi’dir.
Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var.
Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız.
Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin…”
“Gel” diyor Atatürk batılı ülkelere “gel, yeter ki ülkemi ve beni tanı, kim olursan ol, buyur, yeter ki hemen gel!..”
Bu kongreden tam 51 gün sonra ve 23 Nisan 1923’te yeniden başlayacak olan Lozan görüşmelerinden iki hafta önce Mustafa Kemal’in onayıyla Amerikalı bir grupla adına “Chester Projesi” denilen bir “imtiyaz sözleşmesi” imzalar Türk hükümeti.
Bu anlaşmaya göre Samsun-Trabzon-Mersin ve İskenderun limanlarını Amerikalılar yapıp işletecek, Süleymaniye-Kerkük ve oradan da Musul’a uzayacak demiryolunun yapılıp 99 yıllığına işletilmesi hakkı sadece Amerika’nın olacaktı!
Sadece bununla da sınırlı değildi sözleşme, demiryolu hattına paralel 40 kilometrelik şerit içindeki maden ve petrol aranması, bulunduğu takdirde yine 99 yıllığına işletme hakkı da Amerikalılara verilmişti!
Sultan Abdülhamit vermedi böyle bir yetkiyi Almanlara!
Bağdat demiryolu hattı için onun sunduğu teklif 20 kilometrelik bir alanı işaret ediyordu sadece!
Hoş, daha sonra Musul eyaleti İngiliz manda rejimine bırakılınca bu anlaşma suya düşmüştü ama tüm gerçekliğiyle vaki olduğu gibi birileri yeni yeni kapitülasyonlar oluşturuyor, yeni Cumhuriyetle birlikte yurdum toprakları birilerine peşkeş çekilmeye devam ediliyordu!
Kızdın mı bana şimdi?
Daha dur, yeni başladık!
1923 yılında Türkiye’deki şirket ve bankaların tamamı yabancı sermayeliydi.
Yeni devletten her türlü yardımı görüyor, Anadolu halkını sömürmek için ortalıkta cirit atıyorlardı.
Dünya ekonomik krizi 1929’da yakaladı Türkiye’yi.
Türk lirasının değerinin astronomik şekilde düşmesinin ardından dış ticaret açığı inanılmaz bir düzeyde arttı.
Bu arada, biliyor musun Hayrünisa ablanın oğlan Güven, BAĞIMSIZ Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi parasını basma yetkisi yoktu o yıllarda!
Üzerinde Atatürk resmi olan banknotlar dışarıda Londra’da, Yahudi sermayeli finans kuruluşları tarafından basılıp getiriliyordu ülkeye!
Bir devlet bankasının kurulması elzemdi artık.
Bu yapı güya hem ekonomiye denge getirecek, hem de ileride Türk parasını basma görevini üstlenecekti.
1930 yılında “kibrit tekelini” bir Amerikan şirketine devrederek 10 milyon dolar kredi almakta hiçbir sakınca görmedi Atatürk!
Ve TC Merkez Bankası'na da o parayla ortak oldu devlet!
Nizamnamesi yani, ana sözleşmesi 1 Eylül 1931’de kabul edildi Merkez Bankası’nın.
Hisse senetleriyse 4 gruba ayrıldı.
A sınıfı hükümet kuruluşlarının, B sınıfı milli bankaların, C sınıfı yabancı bankalarla, imtiyazlı şirketlerin, D sınıfıysa Türk ticaret kuruluşlarıyla, Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilerin olacaktı.
A sınıfı hisselerde ta 1931’den, 1970 yılına dek yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin payı ne kadardı biliyor musun Güven, sadece yüzde 15; evet, milli bankamız olan ve para basma yetkisine sahip Merkez Bankası’ndaki hissemiz sadece yüzde 15’ti ve bu durumu sokakta gezen normal vatandaşın bilmesine de hiç mi hiç gerek yoktu!
Söylemeye lüzum var mı bilmiyorum, Merkez Bankası’nın asıl hisselerinin yüzde 85’i yabancıların elindeydi ve bugün bunların kimler oldukları hâlâ açıklanmış değil üstelik!
Devletin payı 1970’te zar zor yüzde 51’e, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarıyla da 2002’de yüzde 55’e çıkarıldı.
O gün bu gündür Recep Tayyip Erdoğan onlara artık kâr payı dağıttırmıyor, zıbık zıbık ötüyorlar medyadaki adamları vasıtasıyla!
Yani bugün hâlâ milli bankamızın yüzde 45’i yabancıların elinde haberimiz yok, yaşasın Cumhuriyet!
Bakın kağıt paraların üzerine, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazar hâlâ, “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” değil!
Tekrar 1930 senesine döndüğümüzde Atatürk’ün “yabancı sermayeye” verdiği sözleri muntazaman yerine getirdiğini görüyoruz.
Zaten 1923’ten itibaren hazine bonosu ihraç edip yine Türkiye’de üstlenmiş yabancı finans kuruluşlarına satarak yüz milyonlarca lira kredi kullanan devlet aynı zamanda ilave olarak dış borçlanmalara da yöneliyor oralardan da paralar alıyordu Cumhuriyet’in ilk yıllarında.
Kendi yağımızla kavrulduğumuz hikayesi tam bir resmi yalandır aslında yani!
Örnek mi?
1934 Sovyet Kredisi: 8 milyon dolar
1937 – İngiliz kredisi: 2 745 000 sterlin
1938 – İngiliz Kredisi: 16 milyon sterlin
1938 – Alman Kredisi: 150 milyon Reichsmark
Sadece 1938 yılında alınan kredilerin parasal değeri aynı sene içindeki devlet bütçesinin tam yüzde 58’ine denk geliyordu.
Türkiye 1938 dışında başka hiçbir yıl bu kadar yük altına girmemiş, girememişti.
Az zamanda çok işler yapılmış, astronomik faizlerle Türk halkı yabancı sermayeye peşkeş çekilip, sömürü düzenine kesintisiz devam edilmişti.
Limanlar, demir çelik, petrol ve kimya tesisleri…
Evet, bunlar yapılmıştır yapılmasına elbette ama daha çok yabancı şirketlerin semirip daha da büyüyebilmeleri için ve onların istekleri sonucu!
Adına KİT denilen ve alınan dış kredilerle devlet eliyle yapılan iktisadi kuruluşların yükünü, kamburunu yıllarca nasıl sırtımızda taşıdığımızı anımsayın bir kere?
Yaşamı boyunca sadece askerlik yapmış biri olan Mustafa Kemal’in o çok çok büyük serveti, sahip olduğu büyük arazileri, pek çok çiftliği, bira, pastörize süt ve tereyağı fabrikalarını, onca gayrı menkulünü ölümüne yakın bir zamanda devlete bağışlamasıyla açıklayamaz hiç kimse bana!
Aklımla dalga geçmek olur bu!
“Niye o zaman en baştan beri tapularını kendi üzerine yaptı” diye sorarım o zaman da?
Bir 29 Ekim günü çok can sıkıcı değil mi tüm bunları duymak?
Sokrat’ın filozoflar için dillendirdiği gibi “bir at sineği gibi olmalıdır gazeteci” de, sürekli rahatsız etmelidir, tedirgin etmelidir etrafı!
Uzun yıllar boyunca ne yazık ki ben de aksini düşündüm ama gerçekte Atatürk’ün geride emanet bıraktığı CHP’nin de bir hayrı yoktu bu memlekete!
Tarihinde hiçbir zaman halkın partisi olmadı çünkü, ülkeyi tek tabanca yönettiği dönemlerde elit kesimi semirtti, hep göbekçilerdi taraftarları, insanları ezdi, zulüm yaptı.
Şimdi de güya sol, sosyal demokrat bir parti olarak geziyorlar ya ortalıkta, k.çımın kenarı, bu partiye şu an hakim olan kesimde solun, solculuğun zerresi bile yok!
“Özgür Şahin” diye babyface bir çocuk var, kokpit boyuyor Nilüfer’de.
Bunun karısı, hayvan dostu, hayvan sever, evine bir hayvan alıp besleyen Veteriner Melike Baysal’ın meslektaşı ve yakın arkadaşı.
Geçen, bir dönem eski ilçe başkanı Metin Çelik’in yol vermesiyle CHP Nilüfer İlçe Başkanlığı yaptı bu çocuk; bir işe yaradığını da hiç görmedik doğrusu.
Daha geçenlerde “Zaten benim param yok, eşim izin vermiyor, eğer yeniden çıkarsam beni boşar” diye ortalıkta gezen bu Özgür Şahin ne oldu da dün adaylığını açıkladı dersiniz?
Size biraz CHP manzaraları anlatayım da gülün acık!
Bülent Yaşar ve emekli hemşire Neşe Özçelik sponsor olup destekliyorlar bunu, seçildiği vakit tüm masrafları bunlar ödeyecek, Nilüfer’de partinin ipini de akıllarınca bunlar ellerinde tutacak!
Emekli hemşire Neşe Özçelik öyle bildiğiniz gibi biri değil, iş gadını!
Hatun altında BMW X5’lerle filan geziyor!
Hali hazırda CHP’nin İl Yönetim Kurulu Üyesi ve kurultay delegesi!
Şadi Özdemir’in listesine kim yazmış, nereden gelmiş, hangi emeği sarfetmiş bilen, gören, duyan hiç kimse yok!
Anadolu Hastanesi'nin hem ortağı, hem de kurucusu Neşe Özçelik.
Gadın müteahhitlik de yapıyor aynı zamanda.
Ortağı Mehmet Aydoğan.
Mehmet Aydoğan’sa aynı zamanda İlhan Arslan’la ortak işler yapıyor.
İlhan Arslan kim mi?
Bursa’nın müstafi belediye başkanı Recep Altepe’nin dünürü, kim olacak!
Neşe Özçelik’in Misi Köyü’nde ayrıca bir hafriyat döküm sahası filan varmış, Nilüfer’de Magazin Outlet’in karşısında “kentsel dönüşüm” projesi yapmaya hazırlanıyorlar işi yukarıdan bitirip.
Çok solcu biri canım, çok!
Eve sol ayağıyla girer, bardağı sol eliyle tutar, sürekli sol kulağını kaşır, acayip bir şekilde “sol, sol, sol” yani sizin anlayacağınız!
CHP’nin “Piranası” Güler Buğday bile bunun haline gülerek “Dünya Güzeli” lakabını takmış!
(N’oldu kız Güler, hiç sesin soluğun çıkmadı bir daha, içine mi kaçtın yoksam?!.)
Özgür Şahin’in sponsor ve destekçilerinden biri bahsettiğim bu hatun işte.
Diğer taraftan başta CHP Bursa İl Başkanı Şadi Özdemir, Milletvekili Orhan Sarıbal ve Mudanya’nın hayırsız belediye başkanı Hayri olmak üzere, Büyükşehir’e önermek suretiyle Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in ayağını kaydırıp, kapağı oraya atmayı planlayanlar da var partide onu da söyleyeyim.
Sen bir İl başkanı olacaksın, belediye başkanıyla danışıp konuşmadan gidip genel başkana “onu büyükşehirde görmek istiyoruz” diyeceksin, hiç olacak şey mi?
Akıl, mantık alıyor mu bu durumu?
Özgür Şahin’i destekleyen ikinci kişi, Bülent Yaşar kim peki?
Tam anlamıyla solcu postuna bürünmüş bir komprodor!
CHP’ye ailecek sızmışlar.
Bunun babası Ankara Yeni Mahalle’nin CHP’li Belediye Başkanı Fethi Yaşar.
Fethi Yaşar bugün CHP’nin Örgütten Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Tekin Bingöl’e, “Şuraya gel s.ç” desin, yapmazsa ne olayım!
Peki, Tekin Bingöl’ün kardeşleriyle birlikte ortak olduğu şirket hangi işi yapıyor?
“İnşaat.”
Fethi Yaşar ne işleri veriyor belediyeden?
“İnşaat.”
Bingöl kardeşler Ankara’nın müstafi Belediye Başkanı Melih Gökçek’ten hangi işleri almışlardı?
“İnşaat.”
Sarıbal, Özdemir ve Türkyılmaz triosunun Nilüfer’i ele geçirmek istemelerinin sebebi ne?
“İnşaat.”
Fethi Yaşar’ın oğlu Bülent Yaşar’sa Prestij Tekstil’in sahibi, döşemelik kumaş yapıyorlar, döşüyorlar, tatil köyleri var, mobilya, çok büyük ölçekli seracılık yapıyorlar filan.
Peki, onun CHP’de bulunma sebebi ne?
“Domatis.”
Şaka şaka!
Solculuk yaparak boş zamanlarını değerlendiriyor, kafa dağıtıyor Bülent Yaşar, meze yani politika onun için bir Amerikan salatası, bir borani, bir acılı ezme gibi örneğin, haşlanmış dil, beyin, rakının yanında.
İşin aslı, Özgür Şahin’i aday çıkarmasının, onu desteklemesinin asıl sebebi şimdiki CHP Nilüfer İlçe Başkanı Mehmet Turan Tansal’ın, Bülent Yaşar’a daha şimdiden açıkça, “seni yeni yönetim kurulu listeme yazmayacağım” demiş olması!
Aferin len Tansal, harbi adammışın, kutluyorum seni, keraneci!
Hiçbir şey göründüğü gibi değil sizin anlayacağınız.
CHP bildiğiniz, oy verdiğiniz gibi bir parti hiç değil, ben de farklı sanıyordum geçmişte, değilmiş.
Bayramınız kutlu olsun bu arada…
Güya Cumhuriyet geldi memlekete…
Düzen değişti Türkiye’de güya ama…
Düzülenler hiç değişmedi farkında mısınız?!.
http://www.ekrangazetesi.com/haber/11622/chp-ve-dspde-siyaset-yapan-mehmet-ali-yilmaz-cumhuriyet-mustafa-kemal-eliyle-ingilizlerin-eline-teslim-edildi.html
90'lı yıllarda Demokratik Sol Parti (DSP) adına Bursa İl ve Yıldırım İlçe Başkanlığı görevini yürüten, 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde CHP'ye katılan Mehmet Ali Yılmaz, 29 Ekim de ilginç bir yazı kaleme aldı.
Mehmet Ali Yılmaz, yazısında Cumhuriyet'in 'ecnebi paralarıyla' kurulduğunu, "Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'nün memleketi kapitalist ve emperyalistlere teslim ettiğini" söyledi.
İşte Yılmaz'ın Yeni Marmara Gazetesi'nde yayımlanan yazısının ilgili bölümleri:
"ALMAN KUCAĞINA OTURAN DEVLETİN..."
İşte Yılmaz'ın Yeni Marmara Gazetesi'nde yayımlanan yazısının ilgili bölümleri:
"ALMAN KUCAĞINA OTURAN DEVLETİN..."
“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan…”
Hadi len!
Tabuları yıkalım, gerçekleri görelim; Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarında ellerinde bayraklarla bu marş eşliğinde mısır patlağı gibi zıp zıp zıplayan abilerim, ablalarım ve dahi Ce He Pe'li kardaşlarım, hiçbir şey öyle göründüğü, gösterildiği gibi değil alemde... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Rusların verdiği para, silah ve mühimmatla kurulduğunu da bilmiyorsun muhtemelen sen! Osmanlı'nın son döneminde Alman kucağına oturan devletin sonradan “Mustafa Kemal eliyle” emperyalistlerin ama özellikle de İngilizlerin eline teslim edilip, Londra'yla küçük yaşta evlendirildiğinden de haberin yoktur muhtemelen!
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan…”
Hadi len!
Tabuları yıkalım, gerçekleri görelim; Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarında ellerinde bayraklarla bu marş eşliğinde mısır patlağı gibi zıp zıp zıplayan abilerim, ablalarım ve dahi Ce He Pe'li kardaşlarım, hiçbir şey öyle göründüğü, gösterildiği gibi değil alemde... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Rusların verdiği para, silah ve mühimmatla kurulduğunu da bilmiyorsun muhtemelen sen! Osmanlı'nın son döneminde Alman kucağına oturan devletin sonradan “Mustafa Kemal eliyle” emperyalistlerin ama özellikle de İngilizlerin eline teslim edilip, Londra'yla küçük yaşta evlendirildiğinden de haberin yoktur muhtemelen!
"MUSTAFA KEMAL ve İSMET İNÖNÜ TÜRKİYE'Yİ EMPERYALİST ve KAPİTALİSTLERE İLK ELDEN TESLİM ETTİ"
Bizler yani, ömürleri boyunca dünyaya sol pencereden bakanlar o kadar çok yanıltılıp kandırıldık ki, mesela Anadolu aydınlanmasında büyük iş başaran köy enstitülerini Adnan Menderes'in yani, Demokrat Parti'nin kapattığını sanır pek çoğumuz; oysa İsmet İnönü'nün başında bulunduğu CHP Hükümeti tarihe gömmüştür onları da!.. Yeni Türkiye Cumhuriyeti yabancıların onay ve para yani, sermaye vermesiyle kurulmuş, faizi yani, rantı daima Türk halkına ödetilen, İngiliz gizli hükümranlığında vücut bulmuş, batılılar eliyle acımasız bir şekilde yıllarca sömürülen bir garip devletti aslında! Ve memleketi emperyalistlere yani kapitalistlere üstelik de anahtar teslimi elden ilk verenler de Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'den başkası değildi!
***
MUSTAFA KEMAL: ECNEBİ PARASINDAN İSTİFADE EDECEĞİZ
Tarih 22 Ocak 1923'tür.
Aslında yeni Türk devletinin dünya devleri tarafından tanınması için tavizlerin verilip, anlaşmaların yapıldığı toplantı dizilerinden oluşan "Lozan görüşmelerinin" kesintiye uğramasına artık ramak kalmıştır. Mustafa Kemal Bursa'da bir konuşma yapar ve bu açıklama Anadolu Ajansı marifetiyle tüm dünyaya duyurulur. Atatürk'ün üzerinde durduğu konu “yabancı sermayedir”!.. Yabancı sermayeye “gel gel” yaparak, şunu söyler Kemal: “...Ecnebi sermayesinden istifade edeceğiz." Az zaman içinde memleketimizin mühim merkezlerini şimendiferle birbirine raptetmek lazımdır. Memlekette metfun olan maden hazinelerini işletmek lâzımdır. İktisadi faaliyetin, servet haline inkılâp etmesi için en lüzumlu şeyler yollardır, seri vesait-i nakliyedir, şimendiferlerdir.”
Aslında yeni Türk devletinin dünya devleri tarafından tanınması için tavizlerin verilip, anlaşmaların yapıldığı toplantı dizilerinden oluşan "Lozan görüşmelerinin" kesintiye uğramasına artık ramak kalmıştır. Mustafa Kemal Bursa'da bir konuşma yapar ve bu açıklama Anadolu Ajansı marifetiyle tüm dünyaya duyurulur. Atatürk'ün üzerinde durduğu konu “yabancı sermayedir”!.. Yabancı sermayeye “gel gel” yaparak, şunu söyler Kemal: “...Ecnebi sermayesinden istifade edeceğiz." Az zaman içinde memleketimizin mühim merkezlerini şimendiferle birbirine raptetmek lazımdır. Memlekette metfun olan maden hazinelerini işletmek lâzımdır. İktisadi faaliyetin, servet haline inkılâp etmesi için en lüzumlu şeyler yollardır, seri vesait-i nakliyedir, şimendiferlerdir.”
Ve Lozan görüşmeleri kesintiye uğruyor.
MUSTAFA KEMAL KENDİNİ KAPİTALİSTLERE TANITIYOR
Bu kez de İzmir'de “İktisat Kongresini” düzenliyor Mustafa Kemal. Şunları söylüyor orada da kendisini tanımaları için can attığı kapitalistlere mesaj olarak: "İktisadiyat sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız; hayır bizim memleketimiz vasi'dir. Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var. Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız. Ecnebi sermayesi bizim say'imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin…”
“Gel” diyor Atatürk batılı ülkelere “gel, yeter ki ülkemi ve beni tanı, kim olursan ol, buyur, yeter ki hemen gel!..”
“Gel” diyor Atatürk batılı ülkelere “gel, yeter ki ülkemi ve beni tanı, kim olursan ol, buyur, yeter ki hemen gel!..”
"MUSTAFA KEMAL'İN ALMANLARA VERDİĞİ YETKİYİ SULTAN ABDÜLHAMİT DAHİ VERMEMİŞTİ"
Bu kongreden tam 51 gün sonra ve 23 Nisan 1923'te yeniden başlayacak olan Lozan görüşmelerinden iki hafta önce Mustafa Kemal'in onayıyla Amerikalı bir grupla adına “Chester Projesi” denilen bir “imtiyaz sözleşmesi” imzalar Türk hükümeti. Bu anlaşmaya göre Samsun-Trabzon-Mersin ve İskenderun limanlarını Amerikalılar yapıp işletecek, Süleymaniye-Kerkük ve oradan da Musul'a uzayacak demiryolunun yapılıp 99 yıllığına işletilmesi hakkı sadece Amerika'nın olacaktı! Sadece bununla da sınırlı değildi sözleşme, demiryolu hattına paralel 40 kilometrelik şerit içindeki maden ve petrol aranması, bulunduğu takdirde yine 99 yıllığına işletme hakkı da Amerikalılara verilmişti! sultan Abdülhamit vermedi böyle bir yetkiyi Almanlara!
"MERKEZ BANKASININ YÜZDE 85 HİSSESİ YABANCILARDAYDI"
"MERKEZ BANKASININ YÜZDE 85 HİSSESİ YABANCILARDAYDI"
1923 yılında Türkiye'deki şirket ve bankaların tamamı yabancı sermayeliydi. Yeni devletten her türlü yardımı görüyor, Anadolu halkını sömürmek için ortalıkta cirit atıyorlardı. Dünya ekonomik krizi 1929'da yakaladı Türkiye'yi. Türk lirasının değerinin astronomik şekilde düşmesinin ardından dış ticaret açığı inanılmaz bir düzeyde arttı. Bu arada, biliyor musun Hayrünisa ablanın oğlan Güven, BAĞIMSIZ Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendi parasını basma yetkisi yoktu o yıllarda! Üzerinde Atatürk resmi olan banknotlar dışarıda Londra'da, Yahudi sermayeli finans kuruluşları tarafından basılıp getiriliyordu ülkeye! Bir devlet bankasının kurulması elzemdi artık. Bu yapı güya hem ekonomiye denge getirecek, hem de ileride Türk parasını basma görevini üstlenecekti. 1930 yılında “kibrit tekelini” bir Amerikan şirketine devrederek 10 milyon dolar kredi almakta hiçbir sakınca görmedi Atatürk! Ve TC Merkez Bankası'na da o parayla ortak oldu devlet! Nizamnamesi yani, ana sözleşmesi 1 Eylül 1931'de kabul edildi Merkez Bankası'nın. Hisse senetleriyse 4 gruba ayrıldı. A sınıfı hükümet kuruluşlarının, B sınıfı milli bankaların, C sınıfı yabancı bankalarla, imtiyazlı şirketlerin, D sınıfıysa Türk ticaret kuruluşlarıyla, Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilerin olacaktı. A sınıfı hisselerde ta 1931'den, 1970 yılına dek yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin payı ne kadardı biliyor musun Güven, sadece yüzde 15; evet, milli bankamız olan ve para basma yetkisine sahip Merkez Bankası'ndaki hissemiz sadece yüzde 15'ti ve bu durumu sokakta gezen normal vatandaşın bilmesine de hiç mi hiç gerek yoktu!
"AK PARTİ DÖNEMİNDE YÜZDE 55 YERLİ SERMAYE OLDU"
Söylemeye lüzum var mı bilmiyorum, Merkez Bankası'nın asıl hisselerinin yüzde 85'i yabancıların elindeydi ve bugün bunların kimler oldukları hâlâ açıklanmış değil üstelik! Devletin payı 1970'te zar zor yüzde 51'e, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarıyla da 2002'de yüzde 55'e çıkarıldı. O gün bu gündür Recep Tayyip Erdoğan onlara artık kâr payı dağıttırmıyor, zıbık zıbık ötüyorlar medyadaki adamları vasıtasıyla! Yani bugün hâlâ milli bankamızın yüzde 45'i yabancıların elinde haberimiz yok, yaşasın Cumhuriyet! Bakın kağıt paraların üzerine, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazar hâlâ, “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” değil! Tekrar 1930 senesine döndüğümüzde Atatürk'ün “yabancı sermayeye” verdiği sözleri muntazaman yerine getirdiğini görüyoruz. Zaten 1923'ten itibaren hazine bonosu ihraç edip yine Türkiye'de üstlenmiş yabancı finans kuruluşlarına satarak yüz milyonlarca lira kredi kullanan devlet aynı zamanda ilave olarak dış borçlanmalara da yöneliyor oralardan da paralar alıyordu Cumhuriyet'in ilk yıllarında.
"TÜRK HALKI YABANCI SERMAYEYE PEŞKEŞ ÇEKİLDİ"
Kendi yağımızla kavrulduğumuz hikayesi tam bir resmi yalandır aslında yani! Örnek mi?
1934 Sovyet Kredisi: 8 milyon dolar
1937 – İngiliz kredisi: 2 745 000 sterlin
1938 – İngiliz Kredisi: 16 milyon sterlin
1938 – Alman Kredisi: 150 milyon Reichsmark
Sadece 1938 yılında alınan kredilerin parasal değeri aynı sene içindeki devlet bütçesinin tam yüzde 58'ine denk geliyordu. Türkiye 1938 dışında başka hiçbir yıl bu kadar yük altına girmemiş, girememişti. Az zamanda çok işler yapılmış, astronomik faizlerle Türk halkı yabancı sermayeye peşkeş çekilip, sömürü düzenine kesintisiz devam edilmişti. Limanlar, demir çelik, petrol ve kimya tesisleri… Evet, bunlar yapılmıştır yapılmasına elbette ama daha çok yabancı şirketlerin semirip daha da büyüyebilmeleri için ve onların istekleri sonucu! Adına KİT denilen ve alınan dış kredilerle devlet eliyle yapılan iktisadi kuruluşların yükünü, kamburunu yıllarca nasıl sırtımızda taşıdığımızı anımsayın bir kere?
1934 Sovyet Kredisi: 8 milyon dolar
1937 – İngiliz kredisi: 2 745 000 sterlin
1938 – İngiliz Kredisi: 16 milyon sterlin
1938 – Alman Kredisi: 150 milyon Reichsmark
Sadece 1938 yılında alınan kredilerin parasal değeri aynı sene içindeki devlet bütçesinin tam yüzde 58'ine denk geliyordu. Türkiye 1938 dışında başka hiçbir yıl bu kadar yük altına girmemiş, girememişti. Az zamanda çok işler yapılmış, astronomik faizlerle Türk halkı yabancı sermayeye peşkeş çekilip, sömürü düzenine kesintisiz devam edilmişti. Limanlar, demir çelik, petrol ve kimya tesisleri… Evet, bunlar yapılmıştır yapılmasına elbette ama daha çok yabancı şirketlerin semirip daha da büyüyebilmeleri için ve onların istekleri sonucu! Adına KİT denilen ve alınan dış kredilerle devlet eliyle yapılan iktisadi kuruluşların yükünü, kamburunu yıllarca nasıl sırtımızda taşıdığımızı anımsayın bir kere?
PEKİ YA MUSTAFA KEMAL'İN SERVETİ..?
Yaşamı boyunca sadece askerlik yapmış biri olan Mustafa Kemal'in o çok çok büyük serveti, sahip olduğu büyük arazileri, pek çok çiftliği, bira, pastörize süt ve tereyağı fabrikalarını, onca gayrı menkulünü ölümüne yakın bir zamanda devlete bağışlamasıyla açıklayamaz hiç kimse bana! Aklımla dalga geçmek olur bu! “Niye o zaman en baştan beri tapularını kendi üzerine yaptı” diye sorarım o zaman da?
***
"CHP'DE SOLUN ZERRESİ YOK"
Uzun yıllar boyunca ne yazık ki ben de aksini düşündüm ama gerçekte Atatürk'ün geride emanet bıraktığı CHP'nin de bir hayrı yoktu bu memlekete! Tarihinde hiçbir zaman halkın partisi olmadı çünkü, ülkeyi tek tabanca yönettiği dönemlerde elit kesimi semirtti, hep göbekçilerdi taraftarları, insanları ezdi, zulüm yaptı. Şimdi de güya sol, sosyal demokrat bir parti olarak geziyorlar ya ortalıkta, k.çımın kenarı, bu partiye şu an hakim olan kesimde solun, solculuğun zerresi bile yok!"
CHP'DEN KULİS BİLGİLER
"CHP'DE SOLUN ZERRESİ YOK"
Uzun yıllar boyunca ne yazık ki ben de aksini düşündüm ama gerçekte Atatürk'ün geride emanet bıraktığı CHP'nin de bir hayrı yoktu bu memlekete! Tarihinde hiçbir zaman halkın partisi olmadı çünkü, ülkeyi tek tabanca yönettiği dönemlerde elit kesimi semirtti, hep göbekçilerdi taraftarları, insanları ezdi, zulüm yaptı. Şimdi de güya sol, sosyal demokrat bir parti olarak geziyorlar ya ortalıkta, k.çımın kenarı, bu partiye şu an hakim olan kesimde solun, solculuğun zerresi bile yok!"
CHP'DEN KULİS BİLGİLER
"İşin aslı, Özgür Şahin'i aday çıkarmasının, onu desteklemesinin asıl sebebi şimdiki CHP Nilüfer İlçe Başkanı Mehmet Turan Tansal'ın, Bülent Yaşar'a daha şimdiden açıkça, “seni yeni yönetim kurulu listeme yazmayacağım” demiş olması!" diyerek CHP'den kulis bilgiler paylaşan Yılmaz, "Hiçbir şey göründüğü gibi değil sizin anlayacağınız" dedi ve şunları yazdı: "CHP bildiğiniz, oy verdiğiniz gibi bir parti hiç değil, ben de farklı sanıyordum geçmişte, değilmiş. Bayramınız kutlu olsun bu arada… Güya Cumhuriyet geldi memlekete…"
//////////////////////////////////////
https://www.facebook.com/bilaloylek/posts/1495998020437400
CHP'li
Yılmaz'dan ilginç bir yazı: Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, memleketi kapitalist
ve emperyalistlere teslim etti
90'lı
yıllarda DSP Bursa İl ve Yıldırım İlçe Başkanlığı yapan, 12 Haziran 2011
seçimleri öncesinde CHP'ye katılan Mehmet Ali Yılmaz, 29 Ekim için dikkat
çekici bir yazı kaleme aldı. CHP'lilere "Bizler yani, ömürleri boyunca
dünyaya sol pencereden bakanlar o kadar çok yanıltılıp kandırıldık ki!"
diye seslenen Yılmaz, "Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'nün memleketi
kapitalist ve emperyalistlere teslim ettiğini" yazdı.
İşte Yılmaz'ın Yeni Marmara Gazetesi'nde kaleme aldığı "Kafamda deli sorular" başlıklı yazısı:
İşte Yılmaz'ın Yeni Marmara Gazetesi'nde kaleme aldığı "Kafamda deli sorular" başlıklı yazısı:
“Çıktık
açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan…”
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan…”
Hadi len!
Tabuları
yıkalım, gerçekleri görelim; Cumhuriyet Bayramı resepsiyonlarında ellerinde
bayraklarla bu marş eşliğinde mısır patlağı gibi zıp zıp zıplayan abilerim,
ablalarım ve dahi Ce He Pe’li kardaşlarım, hiçbir şey öyle göründüğü,
gösterildiği gibi değil alemde, özellikle Hayrünisa ablanın oğlan Güven, sana
da sesleniyorum, iyi oku, sonra da araştır bi bak bugün anlatacaklarımı!
Gavurların,
özellikle de İngilizlerin üstümüze saldığı Yunan’ın, Anadolu’yu istilası
sırasında kahramanlık destanı yazanların yanı sıra üstelik de yanlarında
tüfekleriyle birlikte ordunun en az yarısının cepheden kaçtığını, sonra da
bunlardan bulunabilenlerin yakalandıkları yerde kurşuna dizildiklerini biliyor
muydun mesela?
Peki,
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Atatürk’ün Kağnısı isimli şiirinde “Yediyordu Elif
kağnısını kara geceden geceden” diye anlattığı Kastamonu’nun İnebolu kazasından
yola çıkan Elif’in o “top mermisi taşıma işini” vatan millet aşkıyla değil de
Ankara Hükümetinden alacağı para karşılığı yaptığı gerçeğini?
O top mermileri
nereden geliyordu sence?
O
mermiler, o bombalar, o tüfekler?
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin Rusların verdiği para, silah ve mühimmatla kurulduğunu
da bilmiyorsun muhtemelen sen!
Osmanlı’nın
son döneminde Alman kucağına oturan devletin sonradan “Mustafa Kemal eliyle”
emperyalistlerin ama özellikle de İngilizlerin eline teslim edilip, Londra’yla
küçük yaşta evlendirildiğinden de haberin yoktur muhtemelen!
Ne oldu?
“Mustafa
Kemal” deyince tüylerin mi kabardı birden şu mübarek bayram gününde?!.
Bizler yani,
ömürleri boyunca dünyaya sol pencereden bakanlar o kadar çok yanıltılıp
kandırıldık ki, mesela Anadolu aydınlanmasında büyük iş başaran köy
enstitülerini Adnan Menderes’in yani, Demokrat Parti’nin kapattığını sanır pek
çoğumuz; oysa İsmet İnönü’nün başında bulunduğu CHP Hükümeti tarihe gömmüştür
onları da!
Adnan
Menderes’in vatana ihanet ettiği, Marshall yardımlarını alarak ülkeyi
Amerika’ya peşkeş çektiği için filan milliyetçi Türk subayları tarafından
asıldığını sanırız örneğin, şimdilerde Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi
memleketin yüzünü doğuya çevirip, Rusya’yla işbirliğine yöneldiği için Sam
Amcanın Türkiye’deki iş birlikçileri tarafından örnek olsun diye
cezalandırıldığını bilmeyiz mesela?
Cahiliz
çok!
Pek
çoğumuz en az bir softa kadar tutucu ve yobaz üstelik!
Emperyalizme,
kapitalizme karşıyızdır; Atatürkçüyüzdür pek çoğumuz, Atatürk’ü de gerçek
yanıyla hiç bilmeyiz, tapacak düzeyde severiz onu, ne toz kondururuz, ne de laf
üzerine.
On yılda
on milyon genç yaratmış, kendi “öz sermayesiyle” çalışarak sıfırdan yepyeni bir
ülke kurmuşuzdur ulu önderimiz sayesinde.
Hadi len!
Oysa asıl
gerçek hiç de öyle değildi biliyor musunuz?!
Yeni
Türkiye Cumhuriyeti yabancıların onay ve para yani, sermaye vermesiyle
kurulmuş, faizi yani, rantı daima Türk halkına ödetilen, İngiliz gizli
hükümranlığında vücut bulmuş, batılılar eliyle acımasız bir şekilde yıllarca
sömürülen bir garip devletti aslında!
Ve
memleketi emperyalistlere yani kapitalistlere üstelik de anahtar teslimi elden
ilk verenler de Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’den başkası değildi!
Can
Ertan, bundan sonra yazacaklarımı özellikle sen oku dikkatlice, ondan sonra da
Facebook’a yaz yine “sol, sol, sol” diye; sana söylüyorum Can Ertan, Hayrünisa
ablanın oğlan sen anla!
Tarih 22
Ocak 1923’tür.
Aslında
yeni Türk devletinin dünya devleri tarafından tanınması için tavizlerin
verilip, anlaşmaların yapıldığı toplantı dizilerinden oluşan "Lozan görüşmelerinin"
kesintiye uğramasına artık ramak kalmıştır.
Mustafa
Kemal Bursa’da bir konuşma yapar ve bu açıklama Anadolu Ajansı marifetiyle tüm
dünyaya duyurulur.
Atatürk’ün
üzerinde durduğu konu “yabancı sermayedir”!..
Yabancı
sermayeye “gel gel” yaparak, şunları söyler Kemal:
“Maatteessüf
memleketimiz baştan nihayete kadar harabezardır, yoldan mahrumdur, şehirler
haraptır.
Köyler perişandır.
Sanayimiz geridir.
Limanlarımız yoktur.
Madenlerimizi işletemiyoruz.
Bu memleket insanlarının medeniyet yolunda ne kadar geri kaldıklarını, maişet seviyelerinin ne kadar acınacak halde olduğunu düşünürsek, bütün bu noksanları telafi için neler yapmağa mecbur olduğumuzu suhuletle takdir edebiliriz.
Bu vasi memleketi bir mamureye çevirmek lazımdır.
Bu halk zengin olmaya mecburdur.
Memleket mamur olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hâlâ yaşamak imkanından bahsederlerse, inanmayınız.
Maddeten düşünelim:
Bütün bu şeyleri yapmak kolay değildir.
Memleketimizi medeniyet-i hazıranın icap ettirdiği dereceye bir an evvel isal için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmi ve fenni teşebbüsleri kafi gelmez.
Haricin sermayesine, ihtisasına da ihtiyacımız vardır.
Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz.
Biraz daha geniş milliyetperver oluyoruz:
Köyler perişandır.
Sanayimiz geridir.
Limanlarımız yoktur.
Madenlerimizi işletemiyoruz.
Bu memleket insanlarının medeniyet yolunda ne kadar geri kaldıklarını, maişet seviyelerinin ne kadar acınacak halde olduğunu düşünürsek, bütün bu noksanları telafi için neler yapmağa mecbur olduğumuzu suhuletle takdir edebiliriz.
Bu vasi memleketi bir mamureye çevirmek lazımdır.
Bu halk zengin olmaya mecburdur.
Memleket mamur olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hâlâ yaşamak imkanından bahsederlerse, inanmayınız.
Maddeten düşünelim:
Bütün bu şeyleri yapmak kolay değildir.
Memleketimizi medeniyet-i hazıranın icap ettirdiği dereceye bir an evvel isal için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmi ve fenni teşebbüsleri kafi gelmez.
Haricin sermayesine, ihtisasına da ihtiyacımız vardır.
Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz.
Biraz daha geniş milliyetperver oluyoruz:
“Ecnebi
sermayesinden istifade edeceğiz.“
Az zaman
içinde memleketimizin mühim merkezlerini şimendiferle birbirine raptetmek
lazımdır.
Memlekette metfun olan maden hazinelerini işletmek lâzımdır.
İktisadi faaliyetin, servet haline inkılâp etmesi için en lüzumlu şeyler yollardır, seri vesait-i nakliyedir, şimendiferlerdir.”
Memlekette metfun olan maden hazinelerini işletmek lâzımdır.
İktisadi faaliyetin, servet haline inkılâp etmesi için en lüzumlu şeyler yollardır, seri vesait-i nakliyedir, şimendiferlerdir.”
Ve Lozan
görüşmeleri kesintiye uğruyor.
Bu kez de
İzmir’de “İktisat Kongresini” düzenliyor Mustafa Kemal.
Şunları
söylüyor orada da kendisini tanımaları için can attığı kapitalistlere mesaj
olarak:
“İktisadiyat
sahasında düşünür ve konuşurken zannolunmasın ki, ecnebi sermayesine hasımız;
hayır bizim memleketimiz vasi’dir.
Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var.
Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız.
Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin…”
Çok say ve sermayeye ihtiyacımız var.
Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeğe her zaman hazırız.
Ecnebi sermayesi bizim say’imize inzimam etsin ve bizim ile onlar için faideli neticeler versin…”
“Gel”
diyor Atatürk batılı ülkelere “gel, yeter ki ülkemi ve beni tanı, kim olursan
ol, buyur, yeter ki hemen gel!..”
Bu
kongreden tam 51 gün sonra ve 23 Nisan 1923’te yeniden başlayacak olan Lozan
görüşmelerinden iki hafta önce Mustafa Kemal’in onayıyla Amerikalı bir grupla
adına “Chester Projesi” denilen bir “imtiyaz sözleşmesi” imzalar Türk hükümeti.
Bu
anlaşmaya göre Samsun-Trabzon-Mersin ve İskenderun limanlarını Amerikalılar
yapıp işletecek, Süleymaniye-Kerkük ve oradan da Musul’a uzayacak demiryolunun
yapılıp 99 yıllığına işletilmesi hakkı sadece Amerika’nın olacaktı!
Sadece
bununla da sınırlı değildi sözleşme, demiryolu hattına paralel 40 kilometrelik
şerit içindeki maden ve petrol aranması, bulunduğu takdirde yine 99 yıllığına
işletme hakkı da Amerikalılara verilmişti!
Sultan
Abdülhamit vermedi böyle bir yetkiyi Almanlara!
Bağdat
demiryolu hattı için onun sunduğu teklif 20 kilometrelik bir alanı işaret
ediyordu sadece!
Hoş, daha
sonra Musul eyaleti İngiliz manda rejimine bırakılınca bu anlaşma suya düşmüştü
ama tüm gerçekliğiyle vaki olduğu gibi birileri yeni yeni kapitülasyonlar
oluşturuyor, yeni Cumhuriyetle birlikte yurdum toprakları birilerine peşkeş
çekilmeye devam ediliyordu!
Kızdın mı
bana şimdi?
Daha dur,
yeni başladık!
1923
yılında Türkiye’deki şirket ve bankaların tamamı yabancı sermayeliydi.
Yeni
devletten her türlü yardımı görüyor, Anadolu halkını sömürmek için ortalıkta
cirit atıyorlardı.
Dünya
ekonomik krizi 1929’da yakaladı Türkiye’yi.
Türk
lirasının değerinin astronomik şekilde düşmesinin ardından dış ticaret açığı
inanılmaz bir düzeyde arttı.
Bu arada,
biliyor musun Hayrünisa ablanın oğlan Güven, BAĞIMSIZ Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin kendi parasını basma yetkisi yoktu o yıllarda!
Üzerinde
Atatürk resmi olan banknotlar dışarıda Londra’da, Yahudi sermayeli finans
kuruluşları tarafından basılıp getiriliyordu ülkeye!
Bir
devlet bankasının kurulması elzemdi artık.
Bu yapı
güya hem ekonomiye denge getirecek, hem de ileride Türk parasını basma görevini
üstlenecekti.
1930
yılında “kibrit tekelini” bir Amerikan şirketine devrederek 10 milyon dolar kredi
almakta hiçbir sakınca görmedi Atatürk!
Ve TC
Merkez Bankası'na da o parayla ortak oldu devlet!
Nizamnamesi
yani, ana sözleşmesi 1 Eylül 1931’de kabul edildi Merkez Bankası’nın.
Hisse
senetleriyse 4 gruba ayrıldı.
A sınıfı
hükümet kuruluşlarının, B sınıfı milli bankaların, C sınıfı yabancı bankalarla,
imtiyazlı şirketlerin, D sınıfıysa Türk ticaret kuruluşlarıyla, Türk uyruklu
gerçek ve tüzel kişilerin olacaktı.
A sınıfı
hisselerde ta 1931’den, 1970 yılına dek yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
payı ne kadardı biliyor musun Güven, sadece yüzde 15; evet, milli bankamız olan
ve para basma yetkisine sahip Merkez Bankası’ndaki hissemiz sadece yüzde 15’ti
ve bu durumu sokakta gezen normal vatandaşın bilmesine de hiç mi hiç gerek
yoktu!
Söylemeye
lüzum var mı bilmiyorum, Merkez Bankası’nın asıl hisselerinin yüzde 85’i
yabancıların elindeydi ve bugün bunların kimler oldukları hâlâ açıklanmış değil
üstelik!
Devletin
payı 1970’te zar zor yüzde 51’e, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarıyla da
2002’de yüzde 55’e çıkarıldı.
O gün bu
gündür Recep Tayyip Erdoğan onlara artık kâr payı dağıttırmıyor, zıbık zıbık
ötüyorlar medyadaki adamları vasıtasıyla!
Yani
bugün hâlâ milli bankamızın yüzde 45’i yabancıların elinde haberimiz yok,
yaşasın Cumhuriyet!
Bakın
kağıt paraların üzerine, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazar hâlâ,
“Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” değil!
Tekrar
1930 senesine döndüğümüzde Atatürk’ün “yabancı sermayeye” verdiği sözleri
muntazaman yerine getirdiğini görüyoruz.
Zaten
1923’ten itibaren hazine bonosu ihraç edip yine Türkiye’de üstlenmiş yabancı
finans kuruluşlarına satarak yüz milyonlarca lira kredi kullanan devlet aynı
zamanda ilave olarak dış borçlanmalara da yöneliyor oralardan da paralar
alıyordu Cumhuriyet’in ilk yıllarında.
Kendi
yağımızla kavrulduğumuz hikayesi tam bir resmi yalandır aslında yani!
Örnek mi?
1934
Sovyet Kredisi: 8 milyon dolar
1937 –
İngiliz kredisi: 2 745 000 sterlin
1938 –
İngiliz Kredisi: 16 milyon sterlin
1938 –
Alman Kredisi: 150 milyon Reichsmark
Sadece
1938 yılında alınan kredilerin parasal değeri aynı sene içindeki devlet
bütçesinin tam yüzde 58’ine denk geliyordu.
Türkiye
1938 dışında başka hiçbir yıl bu kadar yük altına girmemiş, girememişti.
Az
zamanda çok işler yapılmış, astronomik faizlerle Türk halkı yabancı sermayeye
peşkeş çekilip, sömürü düzenine kesintisiz devam edilmişti.
Limanlar,
demir çelik, petrol ve kimya tesisleri…
Evet,
bunlar yapılmıştır yapılmasına elbette ama daha çok yabancı şirketlerin semirip
daha da büyüyebilmeleri için ve onların istekleri sonucu!
Adına KİT
denilen ve alınan dış kredilerle devlet eliyle yapılan iktisadi kuruluşların
yükünü, kamburunu yıllarca nasıl sırtımızda taşıdığımızı anımsayın bir kere?
Yaşamı
boyunca sadece askerlik yapmış biri olan Mustafa Kemal’in o çok çok büyük
serveti, sahip olduğu büyük arazileri, pek çok çiftliği, bira, pastörize süt ve
tereyağı fabrikalarını, onca gayrı menkulünü ölümüne yakın bir zamanda devlete
bağışlamasıyla açıklayamaz hiç kimse bana!
Aklımla
dalga geçmek olur bu!
“Niye o
zaman en baştan beri tapularını kendi üzerine yaptı” diye sorarım o zaman da?
Bir 29
Ekim günü çok can sıkıcı değil mi tüm bunları duymak?
Sokrat’ın
filozoflar için dillendirdiği gibi “bir at sineği gibi olmalıdır gazeteci” de,
sürekli rahatsız etmelidir, tedirgin etmelidir etrafı!
Uzun
yıllar boyunca ne yazık ki ben de aksini düşündüm ama gerçekte Atatürk’ün
geride emanet bıraktığı CHP’nin de bir hayrı yoktu bu memlekete!
Tarihinde
hiçbir zaman halkın partisi olmadı çünkü, ülkeyi tek tabanca yönettiği
dönemlerde elit kesimi semirtti, hep göbekçilerdi taraftarları, insanları ezdi,
zulüm yaptı.
Şimdi de
güya sol, sosyal demokrat bir parti olarak geziyorlar ya ortalıkta, k.çımın
kenarı, bu partiye şu an hakim olan kesimde solun, solculuğun zerresi bile yok!