1960 GECE BASKINI ve...
TBMM’de Cumhurbaşkanlığı, seçimi konuşuluyor.
03 Mayıs 2007 günü yapılan görüşmeler esnasında, bir AK Parti milletvekili, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve millet egemenlik hakkini TBMM eliyle kullanır” deyince, CHP Milletvekili Oya Araslı, anayasanın içine hür seçimlerle hiçbir zaman iktidara gelemeyeceklerini düşünün CHP’lilerce yerleştirilerek gizlenmiş tuzaklardan birini “MILLET ADINA EGEMENLIGI KULLANAN TEK ORGAN TBMM DEGILDIR” şeklinde CHP lisanıyla ifade ediyordu.
Belki pek çok kişi, ayni zamanda bir anayasa profesörü olan bu zarif bayanın dilinin sürçtüğünü falan sanmıştır ama olayın asli öyle değildir. Bu bayan, büyüklerinin öğrenciliğinden itibaren kendisine ezberlettiği bir cümleyi bilerek deklere etmekten başka bir kusur islememiştir. Ve doğru söylemektedir. Bu akil almaz cümle, bu bayan milletvekiline de hukuk eğitimi veren, 27 Mayıs 1960 komitacılarının yaltakçısı profesörlerin, Mustafa Kemal’in anayasasının yerine getirdikleri sistemle Türk anayasa sistemine hediyesidir
Çünkü anayasanın 6 nci maddesinde, “Türk Milletinin egemenliğini yetkili organları eliyle kullanacağı” belirtilmiştir. Evet, organı değil organları. Peki, Türk Milleti adına egemenlik hakkini kullanabilecek TBMM dışında başka bir organ daha varsa, bu organ ya da organların adı nedir? Ayni anayasada bu sorunun cevabi belli değildir.
Eğer bekçi murteza,
Ya da TBMM’nin bahçıvanı..
Olmaz ise tapu dairesindeki firmanca kendini güçlü hissederse..
Bu egemenliği kendi adına kullanabilir, millet de ona uyar..
Peki resmen kim kullanacaktır, egemenliği?
Bu sorunun cevabini, gelişen şartlar çerçevesinde CHP zihniyeti verecek ve TBMM’nin egemenlik hakkına ortaklık ilan edecek yeni kurumlar ile bizi tanıştıracaktır. Olayın asli budur.
Oysa, M.Kemal Anayasası da dediğimiz 1924 Anayasasının 3 ncu maddesinde “Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir” diyor ve 4 ncu maddede, “Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin temsil edeceği ve Millet adına egemenlik hakkini yalnız onun kullanacağı” açıkça belirtiliyordu.
14 Mayıs 1950’de CHP iktidarı Türk Milletinin ezici çoğunluğu ile devrilip de DP’nin ağırlıkta olduğu yeni bir meclis yapısı ortaya çıkınca, 1924 Anayasasının bu hükmü CHP zihniyetinin gözünde geçerliliğini yitirir.
Mayıs 1954 seçimlerinde CHP’nin daha da büyük bir hezimete uğramasını müteakip, ne hikmetse birden bire, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kışlalarında askeri disiplin ve hiyerarşiyi de hiçe sayan ihtilal komiteleri türemeye başlıyor.
Daha sonraki süreçte birlik ve dayanışma içine giren bu komiteler, 1957 yılında İsmet İnönü’ye müracaat ediyor ve diyorlar ki; “ihtilal icin hazırız!” (Dundar Seyhan’in “Gölgedeki Adam” isimli hatıratını okuyanlar, 27 Mayisi gerçekleştiren ihtilal komitesinin çekirdeğinin 1954 yılının sonbaharında uçaksavar okulunun dershanesinde sucuklu yumurta yerken (muhtemelen raki da vardir) kurulduğunu ve bunların 1957 yılında İnönü ile alenen görüştüklerini göreceklerdir. Komiteyi kurarken, “halka rağmen halk için” felsefesini kendilerine düstur aldıkları ayni eserde açıkça yazılmıştır).
İnönü, ihtilal için kendisine müracaat edenleri, anayasal sistemi korumak adına hükümete ihbar etmesi gerekirken, bunu yapmıyor. Onlara ihtilale gerek kalmadan ilk secimde DP’nin iktidardan düşeceğini söylüyor.
Ama plan yine tutmuyor. CHP, 1957 seçimlerinde yeniden hezimete uğrayıp,1959’da Irak’da ihtilal yapılarak, aynı gün önemli anlaşmalar yapmak üzere Türkiye’de olması gereken Türk dostu Başbakan Nuri Said Paşa idam edilince İnönü narayı basıyor: “Sizi ben bile kurtaramayacağım!”
Deniz Baykal, ihtilale hız kazandıran öğrenci olaylarında sokaklarda, Ecevit, Ulus gazetesinde bir büroda komitecilik yapmaktadır.
Profesörü, komitacısı, devrimcisi ve kendisini “Ulus”, “vatan” ve “cumhuriyet” ile özdeşleştirmeye kalkan malum medyası, Moskova kaynaklı Bizim Radyo ile koordineli ve onunla el ele vererek Türk Milletinin oyları ile iktidara gelmiş meşru iktidarı devirmek için yapmadık şey bırakmıyorlar. En sonunda ise asil yapmak istedikleri şeyi yapıyorlar ve bir gece baskınıyla meşru iktidarı deviriyorlar.
1960 gece baskınında ortaya çıkan anayasa ve kanun dışı olaylar dolayısıyla darbeyi yapan çetelerde şaşkınlık içindedir.
İstanbul üniversitesinin kimi hocaları, gerçekleşmesine de katkı sağladıkları ihtilali meşrulaştırmak için, üstlerine geçirdikleri sözde ilim cübbelerinin kuyruklarını toplayarak, Ankara’da soluğu alıp“Meşruiyetini yitiren” idareye karışı diyerek milli iradeyi hançerleyen ve Mustafa Kemal’in oluşturduğu “Hakimiyet bila Kaydü şart – Hakimiyet, kayıtsız şartsız- milletindir. Bu hakimiyet Meclis eliyle kullanılır” diyen anayasayı ortadan kaldıran darbeye meşruiyet sağlayacak kararlarını verirler..
Böylece kimi poflar, dünya hukuk ve siyaset tarihine utanç belgesi olarak geçecek bir belgenin altına imza atarak adeta fetva yazıyorlar. Diyorlar ki, “BIR IKTIDARIN MESRUIYETI SADECE MENŞEINDE DEGILDIR. IKTIDARI ORDU, KAZA VE ILIM MUESSESELERI ILE PAYLASMAYAN HUKUMET MESRUIYETINI KAYBEDER. BU IHTILAL MESRUIYETINI KAYBETMIS BIR HUKUMETE KARSI YAPILMISTIR”
“ Millet iradesi kayıtsız şartsız milletin”dir. Ancak tek farkla artık bundan böyle bu irade; “yetkili kurumlar” eliyle yürütülecektir. Hakimiyeti kullanan meclise yeni ama sorumsuz, seçimsiz bürokratik kumalar getiren Anayasa hazırlanarak “ bir an önce başımızdan gitsinler de ne olacaksa olsun “ diye sessizce tepki koyan millete “oy”latılır.
İşte o bayan milletvekilinin mecliste sarf ettiği o söz ve o sözü sarf ederken dayandığı anayasa maddesi, önce 1960 daha sonra da 1982 anayasasına “millete ve seçtiklerine güvenilemeyeceği”ni öngören mantığın yerleştirdiği ettiği bir maddedir… Gayesi de bellidir: Türk Milletinin TBMM’ne devrettiği egemenlik hakkini örtülü olarak birilerinin paylaşımına sunmak…
Bu böyle bilinirde ne,milletin çoğunluk verdiği AP ne de ANAP ve AKP, bu “ama”yasayı değiştirememiştir.
Ali Hersek’in egemenliği millete verecek diye ter döktüğü AK Parti bakalım, önüne dikilen 367 duvarından sonra, değişikliği yapabilecek mi?
Ömrümüz olursa göreceğiz..
Ancak bu gün yaşananlara benzer hadiseler, Ali Hersek’in gençlik yıllarında da yaşanır.
4-1:
DEMİREL, BAŞBAKAN...BOYNUNDA “İRTİCA” YAFTASI
Ve millet, 1960 darbe şartlarında açık - gizli baskı ve yönlendirmelere rağmen millet, ilk hür seçimde darbecilere sandıktan tokadı basar.
Milli Şef’in koalisyonla da olsa yeniden ele geçirdiği zorlama iktidar tutmaz. Millet daha çok hürriyet ister.Ve 1965 seçimlerinde darbecilerin darmadağın ettiği, idamlarla kökünü kazıdıkları sandıkları Demokratların yerine onun devamı iddiasındaki Adalet Partisi’ni kimseye ihtiyacı kalmayacak şekilde %52.9 la iktidara getirir. Böylece “Yeter Söz milletin” diye yola çıkarak CHP zihniyetinin darbeyle yönetimden uzaklaştırdığı kitleler, darbenin sıcaklığına rağmen adeta “Kırat”ı efsaneleştirerek1965 seçimlerinde AP’yi %52,9 ile tek başına iktidara taşır.
Adalet Partisi(AP)1965’in 10 Kasımı’nda güvenoyu alır.
Fakat, 29 Kasımda 20 gün sonra Siyasal Bilgiler ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde 40 öğretim görevlisi bir deklarasyon yayınlar. Bunlar deklarasyonda; Adalet Partisi NATO’dan çekilmeyi,
Emperyalizme karşı çıkmayı,Wietnam’a sahip çıkmaya ve Türkiye’nin “Bağımsızlar bloğu “ denen 3. Dünyada yerini almasını isterler.
Ve bu yapılmadığı takdirde Adalet Partisi iktidarlarını emperyalizmin uşağı
olmakla suçlayacaklardır.
Cahit Talas, Bülent Nuri Esen, Faruk Erem, Muammer Aksoy, Mümtaz Soysal gibi öğretim üyeleri bu grup içerisindedir.
Oysa, 27 Mayıs hareketine başlarken radyoda ilk anons da”NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız” diye başlanmıştı. Ve onların desteklediği hükümetleri döneminde ikili anlaşmalar 10-15 tane yapılmış, emperyalizm ve NATO ‘dan çekilme düşünülmemiş, CHP değilde iktidara AP gelince düşünmeye başlamıştı. Çünkü %52,9 oy ile iktidara gelmiş olsa da gelenler hazmedilememişti. Deklarasyon yayınlayanlarda zaten milli iradeye inanamamışlardır. Bu nedenle %52,9’a karşı çıkılır. Fakat ikili anlaşmaları Birinci Milli Birlik hükümeti ve sonra gelen İsmet Paşa koalisyonları döneminde de yapılmış ama 20 günlük hükümet NATO ile ikili bir anlaşma yapmamışlardır.
ll. dünya savaşı sonrası galiplerin cephesi olan demokrasi cephesi içinde yer almak mecburiyetinde hisseden İnönü, gerek bu cephe gerekse Avrupa Konseyi içinde yer almak için köklü değişikliliklere gider.Bu gayeye varmak üzere Şemsettin Günaltay’ın Başbakan olduğu dönemde, 1949 da İmma-Hatip okullarının yeniden açılmasına bile kanun çıkarır CHP.. NATO ise Demokrat Parti zamanında 1951 de bir savunma paktı olarak kurulmuş ve Ruslar Kars, Ardahan ,Erzurum’u ve Boğazlarda üst hakkı isterken özellikle 1948’de İsmet İnönü’nün ABD’ile yakın ilişki ve işbirliğine girmesiyle 1951’de girilmiş, kominizim imparatorluğuna karşı kurulmuş bir pakttır.
Demokrasiye karşı kimi aydınların hazımsızlığı milli iradeyle seçilen iktidarlara karşı her zaman ortaya çıkmıştır .
Mesela 1969 ‘da seçim kanunlarında değişiklik yapılarak Seçim Kanunları 1961’de uygulanan şekle çevirilir. 61’de CHP’nin Kurucu Mecliste
hakimiyetinin olduğu 27 Mayıs devriminin kanunu dedikleri kanuna dönmüş olur.Ancak bunun karşısına çıkarak ve bunu yapmakla Adalet Partisi,” anayasayı değiştirecek güçte meclise girmek istiyor ve anayasayı değiştirmek suretiyle de memleketi yeni badirelere sürükleyeceğini” iddia ederler.
Bu gün benzer iddiaların aynı zihniyettekiler tarafından AKP için yapılması ne kadar enteresan değil mi?
Başkaları için masum hareketler dahi suç saymışlardır. Milletin demokratik taleplerine karşı koymaları bundandır. Şimdi olduğu gibi. Bugün de devam eden hareket bundan farklı değildir. Nerede kaldık? Nereye geldiğimizi iyi bilmekte fayda var.
Ali Hersek,gençlik dönemlerinde bunları yaşar, yakından görür.
Adalet Partisi, Başta Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmak üzere demokratların siyasi hakları ile ilgili anayasa değişikliğini HALK partisi de kendisi ile beraber olduğu halde vermek ister.
CHP’de AP’yi bu konuda desteklemektedir. 1965’ seçimleri sonucu Halk partisinin %27 oyu var Adalet Partisi’nin %52,9 oyu var , ikisini topladığınız zaman millet nezdinde yüzde seksenin üzerinde oy demektir. Meclis desteği ise yine yüzde seksenin üzerinde idi. Bu oy oranı ile Anayasa değişikliğini yapacak güç var. Ama yukarıda ismi verilen kadrolar bu defa yeni bir deklârasyon yayınlarlar.”27 Mayıs Devrimi elden gidiyor” diye. “Tabii senatörlük” müessesesini getirip, MGK’yı kurmaktan başka ve kendi idare zamanındaki tasarruflarından dolayı takibat yapılamayacağı, bu dönemde çıkardıkları kanunların anayasaya aykırılığı iddia edilemeyeceği gibi konuları dayatan 1961 Anayasa’sının kılına dokundurmazlar. Siviller, hiçbir maddeyi değiştiremezler.Ancak 12 Mart Muhtırasını verenler, Anayasanın 48 maddesini değiştirtirler, 12 Eylül Cuntası’da tümüyle rafa kaldırır..
Konya, her dönemde halktan kopuk idarelerin ve millete rağmen milleti kalıplara dökmek isteyen zihniyetlerin korkulu rüyasıdır.
“Bir dönem yeter söz milletin” diyen Demokrat idareye karşı, zinde güçleri arkasına almak için uydurulan “ Menderes, Konya’dan yüz bin kişi ile gelip Ankara’yı ele geçirecek” sözlerinin söylenerek öcü gösterilen ve millete rağmen milleti idare etmeye kalkanların korktuğu yer yine simgesel olarak Konya’dır.
“ Milletin Ak” oyları ile “şefokrasiye” son veren iktidarı deviren 1960 gece baskınından sonra, yönetimi ele geçirenlerin CHP’yi işaret etmelerine karşı milletin tam tersini yaparak AP’yi iktidara getirmesinden korkanlar bu defa da onun başbakanı Süleyman Demirel’ için İsmet Paşa ve ekibinin ‘Said-i Nursi’nin Ankara Şubesi’derler.Demirel’i güya millete yakın gördüklerinden “ Bir ayağı Ankara’da ama bir ayağı Tahir Büyükkörükçü’de.. Yani Konya’da.. O’na güvenilmez” diye CHP zihniyetine karşı Demokratların devamı olan AP’ye karşı olanların vehimlerine güç katarlar.
“İrtica”ya prim verdiği, destek olduğunu(İslam’a diyemedikleri, için ) söyledikleri Süleyman Demirel’dir Başbakan..
Halkın seçtikleri kim olursa olsun tehlikeli görülür, gösterilir.
CHP; içinden kopup gelen..
Mustafa Kemal’in bizzat meclise taşıdığı Adnan Menderes, sadece “Dindarlara saygılıyız” dediği için nasıl “mürteci” damgası yedi . 1964’de ‘ Koca reis’ denen Sadettin Bilgiç, hemşehrisi Demirel’e karşı Adalet Partisi genel başkanlık mücadelesine girdiği zaman, onu daha “yerli” bulanlar “ gerici ,ırkçı,Turancı,takunyalı” diye itam ederler.
O dönemde mazlum Menderes ve mağdur Demokrat partinin devamı sayılan Adalet Partisi, , millete tepeden bakan ve onu istediği şekle zorla sokmaya çalışan İttihat ve Terakki’nin devamı olarak CHP’ye ve Komünizme karşı olan sağın ortak mutabakatıdır. Ali Fuat Başgil,Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, ve tasavvufi kaynaklar, fikri altyapıyı beslerler.
Demirel’de aynı damgayı yemekten kurutulamaz. Daha sonra Özal’ın kurutulamadığı gibi..
Çünkü “irtica” denen sihirli kelime her dönemde birilerinin üstüne atılacak çamur olarak hep elde tutulur.
Tek başına iktidara gelen Adalet partisi fincancı katırlarını ürkütmemek adına, milletin önündeki zincirleri kırmak için bir hareket yapmaz, yapamaz. Çünkü,millet iktidarından korkanlar” 27 Mayıs Devrimi elden gidiyor” diyerek bağırmaya başlarlar.
Ancak ülke “ithal ikamesine “ dayılı sanayileşme modeli ile büyük bir ekonomik kalkınma faaliyetine başlar.Bu arada eğitimde sıçrama kaydedilmek üzere yüksek okullar açılır.
Yeni yasal düzenlemeler, özel üniversitelere de imkan verir.
Özel okullar furyası başlar..
Bunları niye yazdık?
BeğenDaha fazla ifade göster
Yorum Yap
3 Yorum
Yorumlar
Ahmet Özen Çavdar kalemine sağlık olsun...
Yönet
BeğenDaha fazla ifade göster
Yanıtla52h
Necati Çavdar Eyvallah, sağ olasın. Bunları yıllar önce ALİ HERSEK kitabı için yazmıştık. Yayımlayamadılar/yayınlatmadılar Biz de önemine binaen paylaştık.
Yönet
BeğenDaha fazla ifade göster
Yanıtla52h
Hikmet Çiftçi ÇOK ÖZEL VE GERÇEKTEN DE ÇOK GÜZEL TESPİTLER.
Araştıran, merak eden, okuyan iradenin kaleminden çok değerli ve akıcı bilgiler verilmiş. 
Ben de aynı fikirdeyim.

Bu günlere kadar CHP'nin içselleştirdiği "Seni ben bile kurtaramam" sözünün güç aldığı, dayandığı Anayasa, darbeler sonrası ANAYASALARDA aşağıdaki şekle büründürülür.
“ Millet iradesi kayıtsız şartsız milletin”dir. Ancak tek farkla artık bundan böyle bu irade; “yetkili kurumlar” eliyle yürütülecektir. Hakimiyeti kullanan meclise yeni ama sorumsuz, seçimsiz bürokratik kumalar getiren Anayasa hazırlanarak “ bir an önce başımızdan gitsinler de ne olacaksa olsun “ diye sessizce tepki koyan millete “oy”latılır.
Artık "HAKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİN"değildir. 
Kurumlar da iktidarın açık ortağıdır.
Ordu, Yargı, Üniversiteler, Sivil Toplum Kuruluşları (Kendileri gibi düşünen), Sanayiciler, Medya ve sokak güçleri olanalar...
Kısaca devletin resmi kurumları ve sokak gücü iktidarın ortağıdır.
Bugün de aynı zihniyetle hareket etmeye çalışıyorlar. 
Biliyorlar ki, böyle bir açık kapı olmazsa halkın çoğunluğuyla seçilmiş iktidarlara asla güç yetiremeyecekler. Bir daha da iktidara gelme ihtimalleri hiç olmayacak.
Hani halkçıydınız?
Hani Atatürkçüydünüz?
Hani Darbe Yasalarına karşıydınız?
"Halk için, halka rağmen!.." 
Halka rağmen, halk için bir şey yapmayın artık!
*
Necati ÇAVDAR Bey,
Oldukça güzel bir konuya değinmişsiniz. 
Gayet güzel izah etmişsiniz.
Kaleminize, çalışmanıza sağlık.
"Satır araları" 367 garabeti gibi lüzumu hasıl olunca hortlatılıyor. Milletin önüne set çekiliyor, Meclis güçsüz ve işlevsizleştiriliyor.
Milletin seçtiği iktidarlara hakkı olamayanlar ortak ediliyor, hatta "Demokles'in Kılıcı" gibi tepelerinde sallandırılıyor.
İnşallah yakın gelecekte bütün bunlardan bu millet kurtulur.

Tekrar teşekkürler.
Yönet
BeğenDaha fazla ifade göster
Yanıtla52h
Necati Çavdar Eyvallah, sağ olasın. Bunları yıllar önce yazmıştık. Önemine binaen paylaştık.
Yönet
BeğenDaha fazla ifade göster
Yanıtla52hDüzenlendi
Süleyman Bülbül güzel muhteşem yazı keşke köremeyen kalamyaydı ama çok köremeyen olmuş özellikle kemalistler körememiş köremeyesiceler
Yönet
BeğenDaha fazla ifade göster
Yanıtla51hDüzenlendi