Mezarı bile belli olmayan,
Türkiye’de şarkısıyla meşhur olan “Çırpınırdın Karadeniz” şiiri, 1914 sonunda Azeri şair Ahmed Cevad tarafından yazıldı. Azerbaycan bağımsızlığın simgesi olan şair, Stalin döneminde 1937 yılında kurşuna dizildi.
Ahmed Cevad (Azerbaycan’lı milli şair)
Önce bu meşhur şiiri yazan Ahmed Cevad’ı tanıyalım: 5 Mayıs 1892’de Şemkir İlçesinin Seyfeli köyünde dünya ya geldi. Gence’de ki medrese eğitimi sırasında Arapça, Farsça ve Rusça öğrendi. İlk şiirini yazdı. 1912’de Kaskas Gönüllü Kıtası’na katılarak Osmanlı askerinin yanında Balkan Savaşı’nda harp etti.
Savaştan sonra ülkesine dönen Ahmed Cevad öğretmen olarak çalıştı. Azerbaycan aydınlarının bir kısmında Rusya’da yükselmeye başlayan Sosyalist düşünceye yakınlık başlamışken; bir kısmın da millet şuurunun uyandırılması fikri canlanmıştır. Ahmed Cevad ikinci guruptadır. Vatan, bayrak, iman ve Türk birliği temalı şiirler yazar. En ünlü şiirlerinden “Çırpınırdın Karadeniz” bu dönemin ürünüdür.
Bu şiir 1914’te yazılmıştır. Yavuz’un 29 Ekim 1914’te Kerç çıkışına döşediği mayınlara çarparak batan Kazbek adlı Rus gemisini, Ahmed Cevad, Balkan Savaşı sırasında efsaneleşen Hamidiye’nin karşısına çıkartmıştır. Belki de savaşın kısıtlı haberleşme imkanlarıyla haber böyle ulaşmıştı Azerbaycan’a
Birinci Dünya Savaş yıllarında Ahmed Cevad yine Osmanlı’nın yanındadır. Azerbaycan Cemiyet-i Hayriyesi’nin yardımlarını Kars, Ardahan, Erzurum ve Trabzon’a ulaşması için çalışır. 1916’da Şükriye hanımla evlenir. Babası razı gelmediği için kaçırmıştır eşini. Aynı ilk kitabı Koşma yayınlanır.
1917 Ekim Devrimi’nde sonra Rus İmparatorluğu’nda yaşayan değişik halklar arasında bağımsızlık umutları belirir. Fakat ne Rusların, ne İngilizlerin hatta ne de Almanların Bakü’de ki zengin petrol kaynaklarını Azerilere bırakmaya niyetleri yoktur. Osmanlı ordusu Kars, Ardahan ve Artvin’i kurtarır ve Azerbaycan yolu açılır. Enver Paşa bu görev için kardeşi Nuri Bey’i düşünür. Rütbesi henüz yarbaydır. Padişah kendisine bütün Kafkas İslam orduları için bir nevi Emirlik Fermanı verir ve bir düzenlemeyle Nuri Bey”Nuri Paşa” olur.
Nuri Paşa, 25 Mayıs 1918’de Gence’ye girer. Nuri Paşa’nın Gence’ye girmesinden üç gün sonra 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan bağımsızlığını ilan eder. Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyet’in milli marşını Ahmed Cevad yazar. ( Üzeryir Hacıbeyov’un bestelediği marş, Sovyetlerin yıkılışından sonra tekrar Azerbaycan milli marş oldu.)
Ahmed Cevad, bu tarihten sonra Milli Meclis üyesi olur. Bağımsızlık ve vatan şiirlerinin en coşkulularını yazar o dönem de ikinci kitabı Dalga 1919’da yayınlanır. İstanbul işgal edilince İstanbul şirini yazar, ancak aynı akıbet Azerbaycan’ında beklemektedir. 28 Nisan 1920’de Kızıl Ordu’nun işgaliyle Azerbaycan bağımsız Cumhuriyet son bulur.
Ahmed Cevad için zor yıllar başlamıştır. Ömrünün sonuna kadar takip altında yaşayacağını bilmesine rağmen ülkesini terk etmez. 1923’te tutuklanır, delil yetersizliğinden serbest bırakılır. 1925’de “Göygöl” adlı şiirinden dolayı tutuklanır, bir süre sonra bırakılır. 1927’de Azerbaycan Âli Pedagoji Enstitüsü, Tarih ve Filojisi Fakültesi’nden mezun olur. 1927-1934 yılları arasında Gence ve Bakü’de yüksek okullarda ders verir. 1937 yılında tutuklanır beş ay boyunca sorguda işkenceye maruz kalır. 12 Ekim 1937 yılında mahkemeye çıkarılır ve ölüm cezasına çarptırılır. Cezası kurşuna dizilerek infaz edilir Ahmed cevad, o güzel şiir dillerde ölümsüzleşir.
ÇIRPINIRDIN KARADENİZ
Çırpınırdın Karadeniz
Bakıp Türk’ün bayrağına
“Ah” deyirdin hiç ölmezdim
Düşebilsem ayağına
Ayrı düşmüş dost elinden
Yıllar varki, çarpar sinen
Vefalıdır geldi giden
Yol ver Türk’ün bayrağına
İnciler tak gel yoluna
Sırmalar düz sağına soluna
Fırtınalar dursun yana
Selam Türk’ün bayrağına
Hamidiye, o Türk kanı
Hiçbirinin bitmez şanı
“Kazbek” olsun ilk kurbanı
Selam Türk’ün bayrağına
Dost elinden esen yeller
Bana şiir selam söyler
Olsun bizim bütün eller
Kurban Türk’ün bayrağına
Ahmed Cevad
(bu şiir 1914 yazılmış hala dillerde coşmaya devam ediyor. )
Adnan Güllü
Tarih Araştırmacısı
/////////////////////////
Çırpınırdın Karadeniz ve AHMED CEVAD’IN HİKÂYESİ
https://www.altayli.net/ahmed-cevadin-hikayesi.html
Türk Dünyası Şehitlerine ve Turan YAZGAN’a ithaf edilmiştir.
Giriş
Soğuk savaş devri “Dış Türkler” yâda “Esir Türkler”, her anıldığında, Türk Milliyetçilerinin yaptıkları, toplantı ve merasimlerde, istek parçalarının başında ilk hatıra gelen ve hem hüzün hem de insanı coşturan “Çırpınırdın Karadeniz, Bakıp Türkün Bayrağına” adlı şiir, dinleyicilerin çoğu tarafından, yazarı ve bestecisi pek bilinmeyen ve aradan bir asır geçse de unutulmaz şahsiyetlerin arasına girmiş olan, Ahmet Cevat ile Şiir’in bestecisi, Üzeyir Hacıbeyli’yi, yeni nesillerin de tanımasını istedik.
Ahmed Cavad’ın ismi bilhassa ismiyle birlikte hatırlanan “Çırpınırdın Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına”, isimli şiir’iyle yaşamaktadır. Yazarın hayatı ve diğer eserleri ile bestecisi hakkında, Türk ve Azerbaycan matbuatında yapmış olduğumuz araştırmalardan kısaca söz etmek istiyoruz.
Sözleri, 15 Kasım 1914 senesinde Osmanlı’nın 1. Cihan Savaşında iştirakini büyük bir heyecanla izleyen Azerbaycan’ın milli şairi Ahmed Cevad tarafından yazılmıştır. 1918 yılının başlarında ünlü Azerbaycan bestecisi ve fikir adamı Üzeyir Hacıbeyli tarafından, Nuri Paşa komutasındaki Türk ordusu’nun Azerbaycan Türklerini soykırımdan kurtarmak amacıyla Azerbaycan’a gönderilmesi nedeni ile bestelenmiştir. Eser şiir şeklinde ilk kez 1919 senesinde Ahmed Cevad’ın ikinci şiir kitabı olan “Dalga”’da çıkmıştır. Şiirin el yazması, Ahmed Cevad, Bolşevikler tarafından hapse atıldığı zaman, şairin bu şiir ve diğer eserlerinin, el yazmalarıyla birlikte el konulduğu, sonrasında ise yakıldığı tahmin edilmektedir.
Eserin Üzeyir Hacıbeyli Beyin el yazısı ile yazılmış notası da bulunmamaktadır. “Çırpınırdın Karadeniz”’in notasının 1918 senesinde bestecisinin evi Ermeniler tarafından yakıldığı zaman veya Azerbaycan Halk Cumhuriyeti dağıldıktan sonra Hacıbeyli İran’a zorunlu muhaceret ettiği dönemde kaybolduğu düşünülmektedir.
Hazırda kullanılan nota ise, 1990 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Profesör’ü Dr. Süleyman Şenel, tarafından Üzeyir Hacıbeyli ev müzesine takdim edilmiştir. “Çırpınırdın Karadeniz” eseri 1920 yılından sonra Azerbaycan’da ilk kez 10 Mart 1992 yılında Ahmed Cevad’ın Cumhuriyet sarayında düzenlenen 100 yıllık jübile gecesinde seslendirilmiştir.
Ahmet Cevad (Cavad Ahundzade) 5 Mayıs 1892’de Gence yakınlarındaki Şamhor bölgesinin Seyfeli köyünde doğdu. Ahund olan dedesi Güney Azerbaycan göçmeniydi. Babası Mehmet Ali, köy içersinde molla olarak tanınsa da, din adamı değildi. Okur-yazar ve kültürlü olması nedeniyle onu böyle çağırırlardı.
Altı yaşında babasını kaybetti. Annesi ile birlikte Gence şehrinde yaşayan üvey kardeşlerinin yanına gitti. Onların maddi desteği ile 1906’da, Gence’de Şah Abbas mescidi bünyesindeki medreseye girdi. İlk tahsilini Köy okulunda, molla medrese’de alan ve 7 yaşındayken Kur’an okumayı başaran Ahmed Cevad, medresenin de en kabiliyetli talebelerinden biri olarak öne çıktı. Medresede Arap, Fars ve Rus dillerini öğrendi. Yabancı diller dışında tarih ve edebiyatla ilgilendi. İlk şiirlerini de medresede okuduğu yıllarda yazdı. Hocası, tenkitçi ve edebiyat tarihçisi Abdullah Sur’un (1883–1912) değerli tavsiyelerini aldı.
Bazı kaynaklarda Ahmed Cevad’ın medreseyi bitirdiği 1912’de, Balkan Savaşı sırasında İstanbul’da teşkil edilen, Kafkas gönüllü kıtası içinde Trakya cephesinde savaştığı bildirilir. Çok genç olmasına rağmen, XX. yüzyıl başlarında Azeri şairler içinde Türkçülüğü ilk defa terennüm eden, Türk milliyetçiliği fikrini ortaya atanlardan bir de Ahmed Cevad’dır.
1913’te öğretmen olarak çalışmaya başlar. 1915–1916 yılları arasında Gürcistan’ın başkenti Batum’da yaşar. Buranın ileri gelen zengin ailelerinden Süleyman Bey Recanizade’nin kızı Şükrüye hanımla evlenir. Aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı sırasında, kendi memleketlerinde Ermeni ve Rus zulmüne uğramış Türklere yardımda bulunur.
1920’de Azerbaycan’ın Bolşevik Rusya tarafından işgalinden sonra Ahmed Cevad için zor ve meşakkatli, tahkirler ve takiplerle dolu bir hayat başlar. 1923 sonlarına doğru gizli polis-çeka tarafından tutuklansa da bir müddet sonra suçluluğu ispatlanamadığından serbest bırakılır. Lakin gizli takipler hayatının sonuna kadar devam eder.
1922’de Üniversitelere dâhil olma imkânı bulan işçi fakültesini, 1925’te ise Ali Pedegoloji Enstitüsü’nü bitirir. 1924–1926 yılları arasında Bakü’de Edebiyat Cemiyeti’nin başkanlığını yapar. 1925 yılından itibaren ise “İnkılâp ve Medeniyet” dergisinin mes’ul müdürlüğü görevinde bulunur. 1927–1934 yılları arasında Bakü ve Gence’deki yüksek okullarda ve enstitülerde Azeri Türkçesi ve Edebiyat öğretmeni olarak görev yapar.
1935’te yeniden Bakü’ye döner ve Azerneşre’de (Azerbaycan Devlet Neşriyat Kuruluşu’nda işe başlar. 1936 yılı sonlarına doğru, Türkiye’ye hayranlık duyması ve Türkiye matbuatında şiirlerinin yayınlanması nedeniyle görevinden alınır. 1931’den beri açık şekilde devam eden takip ve suçlamalar, gazeteler vasıtasıyla yayılan karalama ve iftiralar dozunu daha da artırır.
Ahmed Cevad 1937’de karşı-devrimci faaliyette ve Pantürkizm gibi sahte ve uyduruk suçlamalarla tutuklanır ve askeri mahkemenin kararıyla idam cezasına mahkûm edilir. 1937 sonlarında şair, kurşuna dizilir.
Ahmed Cevad’ın şair kişiliği, onun 1920 Bolşevik ihtilaline kadar yazdığı şiirlerde kendisini göstermektedir. 1920–1936 yılları arasında Şair, devamlı ve katı bir kontrol altında olduğundan; onun her yeni şiirinde, her mısrasında siyasi bir renk, siyasi bir mana ve ifade aranırdı. Hatta duygusal ve kederli şiirleri bile onun yeni rejime muhalefetinin sembolü olarak değerlendirilirdi. Bolşevik rejiminin baskısıyla pişmanlık ve itiraflara zorlanan şair, bazen kendi düşünce ve fikirlerine aykırı nazımlar yazmak zorunda kalmıştır. Mesela birkaç mısrasını örnek aldığımız “Moskova” (1930) şiiri gibi;
Men bu günkü görüş’ten evveller çok uzağdım,
Bilmedim, Moskova’ya düşman gözüyle bakdım
Uyarak gençliğimde Müsavatın sözüne,
Yıllar boyu göz yumdum hakikatin özüne
Bilmedim, Moskova’ya düşman gözüyle bakdım
Uyarak gençliğimde Müsavatın sözüne,
Yıllar boyu göz yumdum hakikatin özüne
Azerbaycan’ın istiklaline yalnız şiirleri ile değil, kişisel mücadelesiyle de katılan Ahmed Cevad, 1918’de Türk Ordusunun saflarında Bakü’ye gelir, hürriyet ve özgürlüğüne kavuşmuş Azerbaycan’ı, Müslüman dünyasında ilk cumhuriyet olan Azerbaycan Cumhuriyeti’ni öven ateşli şiirler yazar, bütün varlığıyla Türkçülük, Çağdaşlık ve Müslümanlık temeli üzerinde oluşmağa başlayan yeni, milli kültür hayatına katılır. 1916’da “Koşma”, 1919’da “Dalga” adlı şiir kitapları yayınlanır. Uzun yıllar ilk ve orta dereceli okullarda öğretmenlik yapar. Daha çok lirik şiirler yazan şair, şiirlerinde halk hayatını ve tabiatı konu almıştır. Yapılan araştırmalara göre, “Sesli Kız” ve “Kür”, adlı iki şiir kitabı daha vardır. Ayrıca başka dillerden çevirilerde yapmıştır. Ömer Hayyam’ın Rubaileri, Şota Rustavelli’nin “Pelenk Derisi Giymiş Pehlivan” adlı eserleri, onun kalemiyle Azeri diline kazandırılmıştır.
1955‘de SSCB Baş Savcısı, şaire karşı ileri sürülen ithamların asılsız olduğunu belirtti ve Ahmed Cevad’a ölümünden sonra beraat verdi. Suçsuzluğu geç de olsa anlaşılmış, Sovyet Rusya tarafından itibarı 1955 yılında iade edilmiştir. Şiirleri, kitap halinde Türkiye’de yayınlanan ilk XX. yüzyıl Azerbaycan şairlerinden biridir.
Eserleri:
Koşma, Şiirler Mecmuası, 1916 Bakü. Dalga, Şiirler Mecmuası, 1919 Bakü. Ölümünden sonra yayınlanan Şiirler 1958 Bakü, yayın tarihleri bilinmemekle beraber, Ömer Hayyam’ın Rubaileri, Şota Rustavelli’nin “Pelenk Derisi Giymiş Pehlivan” adlı eserleri ile Sesli Kız” ve “Kür”, adlı iki şiir kitabı daha vardır. Ayrıca “Ne Gördümse”, “Gök Böl” ve “Ben Olaydım” Çırpınırdın Karadeniz, eserleri şiir şeklinde ilk kez 1919 yılında Ahmed Cevad’ın ikinci şiir kitabı olan “Dalga” da çıkmıştır. Azerbaycan Milli Marşı’nın da aynı zamanda müellifidir. Şiirlerinde ağırlıklı olarak romantizm hâkimdir. (Horttan, Yaralı Kuş, Tan Yıldızı, Yazık, Akşamlar), Sovyetler döneminde yazmış olduğu, Biz Kardeş Değimliyiz? Pamuk Destanı, Bir Mayıs Bayramı, Göy, (mavi), Göl, Bayram, Ben Olaydım, Gürcistan şiirlerinde modern hayat ve vatanperverlik gibi temalar işlenmiştir. Şekspir’in “Othello” eserini, Puşkin’in şiirlerini Azerbaycan diline tercüme etmiştir. Şiirin el yazması nüshaları, Ahmed Cevad, Bolşevikler tarafından hapse atıldığı zaman, şairin diğer eserlerinin el yazmaları ile birlikte el konulduğu ve yakıldığı tahmin edilmektedir.
1. Dünya savaşı sırasında Rus işgaline uğrayan Türkiye topraklarında “Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi” ve Kardeş Yardımı Kömeği ” vasıtasıyla Anadolu Türklerine yapmış olduğu yardım faaliyetlerinde ve 1917 tarihlerinde Kardeş Yardımı Kömeği Dergisi’nin yazı kadrosunda görev alan şahsiyetlerden biri de Ahmed Cevad’tır. Şimdiye kadar hakkında birkaç önemli ilmi çalışma yapılmış olsa da bu konu yeteri kadar incelenmiş ve aydınlatılmış değildir.
Azerbaycan Milli Şairi/Gazeteci-Yazar ve Kültür Tarihçisi, Opera ve Dram Yazarı, Müzikolog.
1885 yılında dünyaya gelen Üzeyir Hacıbeyli, Azerbaycan profesyonel müzik sanatının kurucusudur. Azerbaycan milli marşını da besteleyen sanatkâr; 20.Yüzyıl Azeri müziğinin büyük klasiği, Türk-Müslüman dünyasında ilk operanın müellifi, gazeteci-yazar ve drama yazarı ve kültür tarihçisidir. 19 Eylül 1885’te Ağcabedi kasabasında doğdu. Babası Ebdülhüseyin Bey asilzade olmakla beraber bir devlet memuruydu. Şuşa’nın ileri gelen ailelerinden biri olduğundan ilk eğitimini Şuşa’da gördü. Burada önce molla mektebine, daha sonra Rus okuluna devam etti. 1899-1904’te Gürcistan’ın Gori şehrindeki öğretmen okulunda tahsiline devam etti. Daha küçükken şiir ve musikiyle ilgilendi, Gori’de okurken Rus dilini ve edebiyatını mükemmel öğrenmenin yanı sıra, müzik sahasında da dikkat çekecek derecede ilerlemişti. Özellikle de skripka çalmağı öğrenmiş, ayrıca nota bilgisine sahip olmuştu.
Gori öğretmen okulunu bitirdikten sonra, 1904–1905 Azerbaycan’ın Cebrail ilinin Hadrut köyünde öğretmen olarak çalıştı. 1905’in sonlarına doğru milli gazete ve dergi çalışmalarına katılmak, kendisini gazetecilik alanında yetiştirmek için Bakü’ye döndü. Burada saadet okulunda öğretmen olarak işe başladı ve aynı zamanda “Hayat” gazetesinde tercüman olarak da görev aldı. 1906-1907’de ise “Matbuatta istifade olunan siyasi, hukuki, iktisadi ve askeri sözlerinin lügati” eserini yayınladı. 22 Ocak 1908’de, bütün Şark’ta, Türk-İslam dünyasının ilk operası olan “Leyla ve Mecnun” operasını sahneye koydu. Bu eserin librettosunu da besteci, Fuzuli’nin aynı adı taşıyan mesnevisinden aldı. Bu ilk milli opera, Azerbaycan’ın kültür hayatında oldukça önemli bir hadisedir. 1909’da, tanınmış Rus yazarı Nikolai Gogol’un doğumunun 100. yılı kutlanırken, Üzeyir Hacıbeyli onun meşhur “Şinel” (Palto) eserini Azeri Türkçesine çevirmiş ve yayınlatmıştır. 1907-1910’da ise “İkbal”, “Yeni İkbal” gazetelerine, ayrıca “Molla Nasreddin” dergisine “Filankes” mahlasıyla “Oradan-buradan” genel başlığı ile makale ve fıkralar yazdı.
Kısa bir süre “Yeni İkbal” gazetesinin başyazarlığını da yaptı, 1910–1915 arası Üzeyir Hacıbeyli, faal gazetecilikten bir ölçüde uzaklaşarak, bütün zamanını müzik alanına yöneltti. Bu yıllarda bir taraftan müzik eğitimini tamamlamaya, müzik eğitimini çağdaş seviyeye yükseltmeye ve dünya müziğinin klasik örneklerini öğrenmeye, bir taraftan ise yeni eserler ortaya koymaya çabalıyordu. Üzeyir Hacıbeyli, 1911’de Moskova’ya giderek Rusya Müzik Cemiyeti’nin organize ettiği kursa katıldı. 1915’de ise Petersburg Konservatuarı’na girmiş ise de Birinci Dünya Savaşının başlaması nedeniyle buradaki müzik eğitimini yarıda bırakmıştır.
Gazetecilik faaliyeti ve yüksek müzik tahsili alanının yanında, Azerbaycan Milli Müziğini, yeni türler ve eserlerle zenginleştirerek; 1909’da “Er ve Arvad”, 1910’da “O Olmasın, Bu Olsun” (diğer adı” Meşedi İbad”), 1913’te “Arşın Mal Alan” müzikli komedilerini, 1909’da ”Şeyh Senan”, 1910’da “Rüstem ve Söhrab”, 1912’de “Şah Abbas ve Hurşidbanu”, “Aslı ve Kerem”, 1915’te “Leyla ve Harun” opera ve piyeslerini yazar. Bu eserlerin hepsinin librettosunun yazarı da Üzeyir Hacıbeyli’dir. Bu eserleriyle, yalnız milli müzik sanatını değil, aynı zamanda Azerbaycan milli dram sanatını da, bir açıdan zenginleştirmiştir. Bu eserlerin hepsi de yazıldığı dönemde sahneye konulmuş ve büyük ilgiyle karşılanmıştır. Eserleri dünyada atmış dile çevrilmiş ve büyük ilgi görmüştür.
Üzeyir Hacıbeyli 1915’te gazetecilik faaliyetine yeniden dönerek, besteci olan kardeşi Zülfikar Hacıbeyli ve gazeteci Ceyhun Hacıbeyli ile birlikte, Hacıbeyli kardeşlerin müzik cemiyetini kurarak, sadece Azerbaycan’ın değil, tüm Kafkasya’nın Orta Asya ve İran’ın müzik hayatında büyük yenilikler ve hizmetlere imza atmıştır.
1918’de Bakü’de Ermeni soykırımının şiddetlendiği bir devirde, geçici olarak İran’a gitmek zorunda kalmış, ama Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulması haberini alınca vatana dönmüş ve Cumhuriyet’in resmi yayın organı olan ”Azerbaycan” gazetesinin başyazarlığına atanmıştır. Üzeyir Hacıbeyli’nin, bu gazete de yayınlanmış ateşli, ihtiraslı, vatanseverlik ve milliyetçilik duyguları ile dolu yazıları, o dönemde milli hislerin ve vatan sevgisinin uyandırılmasına büyük etkisi olmuş, aynı zamanda tarih sahnesine yeni çıkmış genç Cumhuriyet’in fikir ve düşüncelerini, amaç ve isteklerini ortaya koymuştur.
Azerbaycan’daki 1920 Bolşevik devriminden sonra, “İnce Sanat İşleri İdaresi”’nin müzik bölümü başkanlığına getirilmiştir. 1921’de Bakü’de, Azerbaycan Devlet Türk Müziği Mektebi’ni kurmuştur. 1928–1929 ve daha sonra ise 1938–1948 yıllarında Azerbaycan Devlet Konservatuarı’nın rektörü olmuştur. 1940 yılında profesör olmuş, 1945’te ise yeni kurulan Azerbaycan Bilimler Akademisi’nin akademik üyesi seçilmiştir. 1938’de, SSCB Halk Artisti fahri ünvanı almıştır. Sovyet döneminde Üzeyir Hacıbeyli, müzik teorisi ile daha fazla ilgilenmiş, “Azerbaycan Halk Müziğinin Esasları” adlı temel eserini yazıp yayınlatmıştır.
Üzeyir Hacıbeyli, 23 Kasım 1948’de Bakü’de vefat etmiş ve büyük bir törenle, on binlerce kişinin katıldığı bir matem merasimiyle Bakü’nün “Hiyaban” devlet mezarlığında toprağa verilmiştir.
Üzeyir Hacıbeyli, XX. yüzyıl Azerbaycan kültürüne yalnız büyük bir besteci olarak değil, aynı zamanda etkili bir gazeteci-yazar sıfatıyla girmiş, onun çok sayıdaki makale ve fıkraları, müzikli komedileri, asrın başlarındaki Azeri Türkü’nün hayatını, geçimini, istek ve arzularını, problemlerini ortaya koymuş, aynı zamanda bu problemlerin çözülmesi yolunda onlara manevi destek olmuştur.
Eserleri:
Üzeyir Hacıbeyli, Azerbaycan profesyonel müzik sanatının kurucusudur. Azerbaycan milli marşını da besteleyen sanatkâr; “Şeyh Sanan” (1909), “Rüstem ve Zöhrab” (1910), “Şah Abbas ve Hurşid Banu”(1912), “Aslı ve Kerem” (1912), “Harun ve Leyla” (1915) adlı operalarını ve “Karı ve Koca” (1909–1910), “O Olmazsa Bu Olsun/Meşhedi İbad” (1910–1911) ve “Arşın Mal Alan” (1913), “Leyla ve Mecnun”, Ceyhun Hacıbeyli, ile birlikte,”Halk Müziğinin Esasları”, “Azerbaycan’ın Müziği ve Sanatı Hakkında” adlı eserleri yayınlanmıştır.
2011. doğumunun 125. yılı Türk dünyasında, görkemli bir şekilde kutlanan Üzeyir Hacıbeyli, Türk dünyasının ve doğunun ilk opera eseri olan “Leyla ve Mecnun”u 12 Ocak 1908 yılında besteledi. Olgunluk döneminin en önemli şaheseri olarak kabul edilen ”Köroğlu” operası ise 1937 yılında Bakü’de sergilenmiştir.
Sonuç
Dünyamız, olağanüstü hızlı değişimlerin yaşandığı bir dönemden geçmektedir. Türkiye ve Türk dünyası bu hızlı değişimlerden en çok etkilenen ülke ve toplumlardan biri olmuştur.
Yıllar yılı iletişim kuramadığımız, ortak tarih ve kültürel değerlere sahip olduğumuz kardeş ülkelerle buluşmanın, tanışmanın mutluluğunu yaşıyoruz, yaşamaktayız. Yüzyıllarca ayrı coğrafyalarda yaşamalarına karşın, birbirlerini unutmayan karşılaştıklarında birbirlerini anlamakta güçlük çekmeyen ve sevgi ile kucaklaşan Türk topluluklarının, ortak dilleri ve kültürel değerleri sayesinde aralarındaki zoraki ayrılığın yerini ebedi dostluk bağlarına bırakmıştır.
İnsanların birbirlerini daha iyi tanımaları, daha iyi anlamaları ancak birbirlerinin kültürleri hakkında bilgi sahibi olmaları ile mümkündür. Demirperde nedeniyle ve rejim farklılığından dolayı aynı soydan gelen insanların kültürel birlikteliği kesintiye uğramıştır. Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının 20’nci yılında, arzu edilen seviyede olmasa da, dilde, fikirde, işte birlik, ortaya konulan arzu ve irade, bizi yeniden şevk ve heyecana sevk etmiştir. Ortaya konan çalışma ve sarf edilen gayretler, Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri’nde hazırlanan antoloji ve edebiyat ürünleri incelendiğinde, çok uzun yıllar birbirlerinden kopuk olmalarına karşın Türk dünyasındaki insanların acılarının, sevinçlerinin, beklentilerinin ortak duygu ve düşüncelerde aynı çaba içersinde oldukları görülmektedir.
Geçmişte Türk toplulukları farklı coğrafyalarda olmalarına rağmen, sevinçte, keder’de ve hüzün’de, bu hüznün en güzel örneklerinden biri de, “Çırpınırdın Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına”, Marşı’dır.
Bu konulardaki bilgi eksikliklerini ortadan kaldırmak, Türkiye ve Azerbaycan halkının birbirlerine karşı sevgilerini ve samimiyetlerini bir kez daha vurgulamak son derce önemlidir. Bu onurlu duruşu tarihin tozlu raflarından alıp günümüzün idrakine sunmak, o zor günlerde hiçbir fedakârlıktan kaçınmadan maddi, manevi ve moral değerleri ve yardımların hemen her türlüsünü yapan bu insanları minnetle ve şükranla yâd etmek insanlığımızın bir gereğidir. Türklük için çekilen acıları ve sıkıntıları kendine ar addetmiş bu çilekeş insanların yaptıkları hizmetleri ve duydukları sevgi ile heyecanı bugün de devam ettirmeye çalışmak, onlara hürmet ve saygı borcumuzun en azından bu şekilde ödeme gayretinde olmak vicdani bir görev ve ödevdir. Bu bağlamda; karşılıksız ve her zaman daim olan kardeşlik ruhunu dünya var oldukça devam ettirilmesi ve yeni nesillere aktarılması her birimizin üzerine düşen tarihi, bir görevdir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu çalışmamızı yeni nesillerin istifadesine sunmaktaki amacımız; iki kardeş devlet arasındaki dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin, aynı zamanda hem hüzün hem de neşeli zamanlarımızda bizi heyecanlandıran bu eseri meydana getiren değerli insanlara şükran ve minnet duygularımızı ifade etmek bu değerli şiir, şair ve bestecisini genç nesillerimize tanıtmaktır.
Ahmed Cevad’ın Hayatı, şiirleri ve makalelerinin tam bir tespiti yapılamamıştır. Bu tespit için ayrıca bir çalışma gerektiği ortadadır. Ancak kendisi, şiirleri ve makalelerinin araştırılması ve bir kaynakta toplanması yeni nesillere tanıtılması gereken bir kalem ve fikir adamı olduğu muhakkaktır ve bu yazımızın hedefi ve maksadı, buna işaretten ibarettir.
ÇIRPINIRDI KARADENİZ
Çırpınırdın Kardeniz,
Bakıp Türk’ün bayrağına
“Ah” deyerdin, hiç ölmezdim,
Düşebilsem ayağına.
Bakıp Türk’ün bayrağına
“Ah” deyerdin, hiç ölmezdim,
Düşebilsem ayağına.
Ayrı düşmüş dost elinden,
Yıllar var ki, çarpar sinem,
Vefalıdır, geldi giden,
Yol ver Türk’ün bayrağına.
Yıllar var ki, çarpar sinem,
Vefalıdır, geldi giden,
Yol ver Türk’ün bayrağına.
İnciler dök gel yoluna,
Sırmalar düz sağ, soluna
Fırtınalar dursun yana
Selam Türk’ün bayrağına.
Sırmalar düz sağ, soluna
Fırtınalar dursun yana
Selam Türk’ün bayrağına.
Hamidiye o Türk kanı
Hiç birinin bitmez şanı
Kazbek olsun ilk kurbanı,
Selam Türk’ün bayrağına.
Hiç birinin bitmez şanı
Kazbek olsun ilk kurbanı,
Selam Türk’ün bayrağına.
Dost elinden esen yeller,
Bana şiir, selam söyler
Olsun bizim bütün eller,
Kurban Türk’ün bayrağına
Bana şiir, selam söyler
Olsun bizim bütün eller,
Kurban Türk’ün bayrağına
15 Aralık 1914, Gence/Azerbaycan
Turan CAN
TİKA-Araştırmacı
TİKA-Araştırmacı
Kaynakça
- Sivil Toplum Kuruluşları Konfederasyonu, tarafından 2008 yılında hazırlanan, “Çırpınırdın Karadeniz, Klip ve Belgesel Film Proje Çalışması” yapılmış olup, bugün bu projenin akıbeti hakkında bilgi sahibi değiliz.
- Vilayet MUHTAROĞLU, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, Azerbaycan Türk Edebiyatı, Cilt 4. Kültür Bakanlığı 1993 Ankara
- Çırpınırdın Karadeniz, Klip ve Belgesel Film Proje Dosyası, notlar.
- Turan CAN, Azerbaycan Dosyası, TİKA, 2008 (Yayınlanmamış)
- Turan CAN, TİKA-Azerbaycan Bilgi Notu, 2010
- Günay G, ÖZDOĞAN, Bağımsızlığın İlk Yılları, Kültür Bakanlığı, 1994 Ankara
- Sabuhi AHMEDOV, Azerbaycan Tarihinden Yüz Şahsiyet, 2006 Bakü
- Gardaş Kömeyi, (Kardeş Yardımı), Tıpkıbasım, 2012 Bakü
- Ahmet TECİM. (Kardeş Yardımı), Tıpkıbasım, 2012 Bakü
- Altın Çağ’ın İncisi Köroğlu, Haz: Heyet, Türksoy Yayını, 2011 Ankara
- ///////////////////////////////////////
- http://www.yenidenergenekon.com/186-ozgurluk-ve-kahramanlik-sairi-ahmet-cevat/
- 186) ÖZGÜRLÜK VE KAHRAMANLIK ŞAİRİ: AHMET CEVAT
- ÖZGÜRLÜK VE KAHRAMANLIK ŞAİRİ:AHMET CEVAT————————————————————-Milletlerin tarihi ve kültürel derinliğinin en önemli göstergesi edebiyatıdır. Çünkü edebiyat doğrudan doğruya milletin hayatından kaynaklanır ve onu yansıtır.Türk Edebiyatı’da Türk milletinin köklü tarihini, engin ruh halini, zengin kültürünü yansıtır. Bu nedenle edebiyatımızda aynen tarihimiz gibi asırlara ve coğrafyaya sığmayan bir karakter taşımaktadır.Yusuf Has Hacip’le bilgeliğe doymuş, Kaşgarlı Mahmut’la kendini bulmuş, Dede Korkut’la soy soylamış, boy boylamış, Nasrettin Hoca ile güldürmüş, Yunus Emre ile hakka varmış, Fuzüli ile çöllere düşmüş, Köroğlu’yla coşmuş, Cengiz Aytmatov’la gürlemiştir.Görüldüğü gibi Türk milleti zengin bir edebiyatın mirasçısıdır. Fakat bizlerin bu zenginliği yeterince tanıdığı ve faydalandığı söylenemez.Milleti millet yapan değerlerin varlığı gibi bu önemli kişilerde kültür hayatımızda, hemen herkesin bildiği, tanıdığı yol göstericiler, ışık tutanlardır. Ama bazıları vardır ki eserleri, düşünceleri yaşadığı halde duyulmamış ve isimleri unutulmuş niceleri bulunmaktadır.Eserleriyle, yaşam mücadelesiyle hayatı pahasına katkı sağlamış, Azerbaycan’ın İstiklal şairi Ahmet Cevat’ta bunlardan biridir.Tanıtmaya çalışacağım şair, Azerbaycan Edebiyatı içerisinde şiir alanında tanınan, Türkiye’deki şiir akımının da etkisi altında kalan ve dönemin bütün heyecanlarını üzerinde toplayan Ahmet Cevat’tır.Türkiye’de öğrenim gören Azerilerin Ahmet Cevat üzerinde önemli etkisi olur. Ahmet Cevat adını, aynı dönemde Türkiye’de yaşamış olan dilbilimci Ahmet Cevat (Emre) den almıştır.5 Mayıs 1892’de Gence’de doğan Ahmet Cevat, küçük yaşta yetim kaldığı için ağabeyleri okutur. 1912’de okulu çok iyi dereceyle bitiren Ahmet Cevat öğretmenlik yapmaya başlar. Azerbaycan milli kimliğinin oluşması için mücadele verir, demokratik ve modern bir Azerbaycan’ı hedefler.Daha öğrenciyken şiirleri çevresinin ve öğretmenlerinin dikkatini çeker. “Koşma” adlı ilk şiir kitabını 1916’da, “Dalga” adlı ikinci kitabını da 1919’da yayınlar. Bu kitapları okuyucular arasında ilgiyle karşılanır.1912-1913 yıllarında, Azerbaycan’da Türk ordusu için maddi yardım toplanır. Bir çok genç Türk ordusunda savaşmak için İstanbul’da kurulan “Kafkas Gönüllüleri Birliği”ne yazılırken, henüz 20 yaşında olan Ahmet Cevat’ta bu gönüllülerle Türk ordusuna katılmıştır.Ahmet Cevat, 1915’te Ermeni katliamına maruz kalmış Kars-Erzurum yöresine yardım amacıyla düzenlenen “Kardaş Kömeği” adıyla bilinen faaliyetlere aktif olarak katılmış, cephe vekili Hüsrev Paşa’nın yardımcısı ve sorumlu katibi olarak maddi yardım dağıtmış, yaralı ve esir Türk askerlerin ziyaret ederek onların ihtiyaçlarını karşılamıştır.I.Dünya Savaşı yıllarında, işgal edilerek Batum’a bağlanan Artvin’de, Rize’de, Trabzon’da ve Erzurum’da bulunmuştur. Kafkasya’daki Türk esir askerlerinin en çok sevdiği şair Ahmet Cevat’tır.Ahmet Cevat’ın yaratıcılığında Türkiye’nin önemli bir yeri vardır. Döneminde diğer aydınlar gibi Ahmet Cevat’ta Türkiye’yi yakından izlemiştir, Türkiye’nin toplumsal ve kültürel hayatıyla sıkı ilişkileri de olmuştur. Bu nedenle şiirlerinde, Türkiye’deki bir çok siyasi, sosyal yaşantıların, olayların etkilerini görmek mümkündür. Bu dönemde Türkiye’den çok şey umuluyor ve bekleniliyordu.Bu yakın ilişkiler ve beklentiler; Şehidlere, Türk Ordusuna, Ey Asker, Çırpınırdı Karadeniz, Şehid Esir, Ben Bulmuşam, İstanbul, İngiliz ve Bismillah gibi şiirlerinde görülmektedir.Bu şiirlerinde, Türkiye özlenen, beklenen bir sevgili, bütün Türklerin ordusu ve bazen de olağanüstü özellikleri olan bir kurtarıcı olarak yer alır. Ya da o cennetini açık gözle görülen bir rüyada, Türkiye’de bulmuştur.Böylece şair Türkiye’nin acı ve sıkıntıları ile yakından ilgilidir. İstanbul’un işgali altında yazdığı şiirde, sadece Türkiye’nin değil bütün Türklerin başkenti olarak gördüğü İstanbul’a ve dünyadaki bütün Türklerin kırılan ümitlerine göz yaşı döker.Yine Ahmet Cevat, Türkiye’yle ilgili şiirlerin bir bölümünde de Türk ordusuna duyulan sevgi ve minnettarlık duygularını işlemiştir. Türk ordusu Azerbaycan’ı hem İngiliz işgalinden kurtarmış, hem de Rus ve Ermeni baskısına karşı kollamıştır.Hepimizin bildiği ya da duyduğu o meşhur “Çırpınırdı Karadeniz” şiirinde;Çırpınırdın KaradenizBakıp Türkün BayrağınaAh diyerdin hiç ölmezdinDüşebilsem ayağınaİnciler dök gel yolunaSırmalar düz sağ solunaFırtınalar dursun yanaSelam Türkün BayrağınaDost elinden esen yellerBana şiir…selam söylerOlsun bizim bütün ellerKurban Türk’ün bayrağınadiyerek, Türkiye’yi bütün dünya Türklüğü için bir kurtarıcı ve toparlayıcı olarak görmüştür.“Çırpınırdın Karadeniz”in müziği Azerbaycan’ın ünlü bestecisi Üzeyir Hacıbeyli’ye aittir. Şiir 15 Kasım 1914’de Gence’de yazılır. Bu dönem Osmanlı Devleti’nin son yıllarıdır. Böyle bir çöküş döneminde Türk’ün bayrağını övmek daha cesur ve anlamlı olmaktadır.Ahmet Cevat şiirleriyle, yazılarıyla bütün Türk dünyasında, özelliklede Azerbaycan’da ve Türkiye’de sevilmiş ve meşhur olmuştur. Bugünkü Azerbaycan bayrağının rengini, milli marşının müziğini ve ritmini Ahmet Cevat’tan almıştır.1920’de Azerbaycan’ın Rusya tarafından işgalinden sonra, Ahmet Cevat için zor ve sıkıntılı günlerde başlamıştır. Karşı devrimcilik gibi asılsız suçlamalarla tutuklanmış ve askeri mahkeme kararıyla ölüm cezasına mahkum edilmiştir. 1937’de Sovyet yönetimi tarafından yargılanmadan kurşuna dizilerek öldürülmüştür. 1955’de SSCB başsavcısı Ahmet Cevat’a karşı ileri sürülen bütün suçlamaların asılsız olduğunu belirtmiş ve ölümünden sonra beraat kararı vermiştir. KGB baskısı altındaki ailesi de ancak 1950’den sonra zindandan kurtulabilmiştir.Böylece fırtınalı ve acı dolu bir yaşamının son meyvesi olan ve 1937’de öldürülmeden önce yazdığı, çok güçlü bir özgürlük şiiri olan “Susmaram” şiirini yazmıştır.“Susmaram” Ahmet Cevat’ın yakın arkadaşını hapishane ziyaretine gittiğinde ezberlettiği bir şiirdir. Bu şekilde olmasının nedeni; yazılı metin olarak elde tutulması ve yakalanması ölüme neden olacak kadar büyük bir suçtur. Ahmet Cevat’ta arkadaşının bu cezaya çarptırılmasını istemediği için arkadaşına;“Ağaçlara bakarım, ben söyleyeyim, sen dinle, ama bunu ezberle, bugünler gelip geçecek, güzel günler, hürriyet dolu günler geldiğinde bunu yazmaya döker, oğluma ulaştırırsın ve yayınlatarak milletime hediye edersin” der. Bu şekilde ezberleterek şiir bugünlere ulaşır. Bu şiir 2004 yılında Kültür Bakanlığı’na hediye edilmek üzere teslim edilmiştir.S U S M A R A M !Men bir gulam, yük altında ezilmişem, gardaşım,Sevinç bilmez bir mahkumam, ahu-zardır sırdaşım.Damga vurub, zencirleyib tullamışlar zindana,Karlı-buzlu cehennemler mesken olmuşdur bana.Mene dinme, sus deyirsen, ne vahtacan susacam,Buhranların, hicranların, mahbesinde galacam?Niye susum, konuşmayım, insanlıkda payım var,Menim ana vatanımdır talan olan bu diyar.Niye susum, konuşmayım, Türk yurdudur bu toprak,Oğuzların, elhanların vatanında kimdir, bak!Bu dünyada azadlığı şan şöhretten üstün tut,Alçaklığı, yaltaklığı rezilliyi sen unut!Nece susum, konuşmayım, men eyleyim heyanet?Hanı sevgi, hanı vatan, de harda galdı millet?Men bir gulam, yerim altun, suyum gümüş, özüm aç,Atam mahkum, anam sail, elim her şeye möhtaç.Men Türk evladıyam, derin aklım, zekam var,Ne vahtacan çiynimizde gezecekdir yağılar?Ne kadar ki, hakimlik var, mahkumluk var, ben varam,Zülme garşı isyankaram, ezilsem de susmaram!TBMM’nin 21 Şubat 2006 tarihli saat 15: 05’deki 1.oturumunda gündem dışı konuşma olarak Afyon milletvekili Dr. Mahmut Koçak tarafından Ahmet Cevat hakkında bilgi verilmiş ve Türk kültürüne hizmet edenlerin unutulmaması gerektiği belirtilmiştir.Bugün tarihe mal olmuş, büyük kültür ve medeniyetler meydana getirmiş ve hizmet etmiş herkese minnet borçluyuz. Onlar asla unutulmamış ve unutulmayacaktır. Bu vesile ile Ahmet Cevat’ı ve bağımsızlığımızın ve kültürümüzün bütün kahramanlarını tekrar saygıyla anıyorum.Fuat UÇAR
- ////////////////////////
- S U S M A R A M !“Men bir gulam, yük altında ezilmişem, gardaşım,Sevinç bilmez bir mahkumam, ahu-zardır sırdaşım.Damga vurub, zencirleyib tullamışlar zindana,Karlı-buzlu cehennemler mesken olmuşdur bana.Mene dinme, sus deyirsen, ne vahtacan susacam,Buhranların, hicranların, mahbesinde galacam?Niye susum, konuşmayım, insanlıkda payım var,Menim ana vatanımdır talan olan bu diyar.Niye susum, konuşmayım, Türk yurdudur bu toprak,Oğuzların, elhanların vatanında kimdir, bak!Bu dünyada azadlığı şan şöhretten üstün tut,Alçaklığı, yaltaklığı rezilliyi sen unut!Nece susum, konuşmayım, men eyleyim heyanet?Hanı sevgi, hanı vatan, de harda galdı millet?Men bir gulam, yerim altun, suyum gümüş, özüm aç,Atam mahkum, anam sail, elim her şeye möhtaç.Men Türk evladıyam, derin aklım, zekam var,Ne vahtacan çiynimizde gezecekdir yağılar?Ne kadar ki, hakimlik var, mahkumluk var, ben varam,Zülme garşı isyankaram, ezilsem de susmaram!”
- http://www.edebiyatvesanatakademisi.com/Sairler/Detay/ahmet-cevad-semkir-hayati-ve-siirleri-1174.aspx
- ///////////////////////////////////////
- Hayatini Türklüğe adamiş, Büyük Türk şairi Ahmet Cevat
- https://groups.google.com/forum/#!topic/zeytinburnuocak/yf7dp8Xz3xI
- Ahmet Cevat, 5 Mayıs 1892 yılında Gence'de dünyaya geldi. Babası son derece dindar ve bir Türk aydını olan Mehmet Ali'dir. Cevat, okul yaşına geldiğinde Kur'an'ı ezberledi. 8 yaşında iken babasını yitirdi. Gence Medresesi'nde 6 yıl okuduktan sonra, 1913 yılında "Şeriat Muallimi" unvanını aldı. Rusça'dan başka, batı dillerinden bir kaçını, bu dillerden tercüme yapacak kadar öğrendi.
- 1. Dünya Savaşı'na katıldı. Ön safta çarpıştı. Ermeni zulmüne uğrayanTürk illerinin; esir, yaralı ve sahipsiz halkına "HayriyyeCemiyyeti"nin bir üyesi olarak yardıma koştu. Savaş yıllarında;makaleler, şiirler, tercümeler vasıtasıyla Türk Milleti'niuyandırmaya, Türk Ordusu'na destek olmaya çalıştı. 1916 yılında ilkşiir kitabı olan "KOŞMA" yayınlandı....Bu kitabında Şair; yaşadığı zamanın da tesiriyle, sıkıntıları,üzüntüleri, bekleyişleri, davetleri, arzu ve istekleri işledi. "TürkBirliği" fikrine inanmayanlara, kendilerini kurtarmaya gelen "TürkOrdusu"nsi güvenmeyenlere sitemler, bu kitaptaki şiirlerin başlıcakonusunu teşkil eder.1. Dünya Savaşı'nın Türk Dünyası'na çıkardığı ağır faturalar...Katliamlara, kırgınlara uğramalar... Yoksulluklar... Türk Ordusu'nun"Kafkas Seferi" zaferlerin sevinci, yenilgilerin üzüntüsü... Hepsi,hepsi, bu kitapta yer alan şiirlerde; çoğu zaman apaçık, nadir olarakda sembollerle kendisini ortaya koyar.Meselâ; "Yaralı Kuş" şiirinde dediği gibi, O "dost ararken avcı yolunaçıkan", "Azrail'i sağma, ölümü soluna" alan, "şair olduğundan beriyaralanan", "yurdundan ayrı", "yuvasından uzak" kalan, "Eşiningözünden ve gönlünden ırak" olanları (ve kendisini) lirik bir tarzdaokuyucuya iletir. "Kuşlar" şiirinde hıyanet içinde olanları, kuşlaraşikâyet ederken;"Sizde hiç bir baba yapmaz böyle müthiş cinayetiBizim gibi sizde yoktur anaların hıyaneti"der ve kuşlardan, ruhunun "mezarlık âleminden" kurtulması için fazlakanatlarını ister. "Muallim" şiiri öğretmenlere gerekli ilgigösterilmediğinden, maddî imkansızlıklarla hastalıklara yakalananlarıüç levha şeklinde anlatır. "H.C" başlıklı şiiri; dini yanlışyorumlayan, "ümmeti mahv eyleyen", yaptığı hareketlerden ve söylediğisözlerden "Ahkâm-ı Kur'an"m bile imdat istediği,Millî toparlanmaya karşı çıkan, toplumun uyandırılmasına katkısıolmayan ve git gide hakikatten uzaklaşan sözde "Pişivay-ı ebli iman-iman sahiplerinin önderi" olanlara çatmakta ve onlara;"Kör gözlerin, şil ellerin bir kavmi mahv etmektedir Bak onunenkazıdır bu ah u efgan bir utan! Çok uzaklaştm hakikatten dur Allahaşkına Ey hakikat katili, ey canlı peykân bir utan!"diye seslenmekte ve onları teşhir etmektedir. Ahmet Cevat "Koşma" adlıbu kitabında "Şiirim" adlı şiirinde olduğu gibi, çoklukla şiirininmuhtevasını açıklamaktadır. Burada; şiirinin "Sınık birTürk sazı" olduğunu, tellerini inleterek "adım-adım Turan İllerini"gezmek istediğini açıklamakta, "kalbinin önce Allah'ın emirleriyle"sonra da "Türklükle" dolu olduğunu ifade etmektedir."Görünmez yollardan", "Şehit esir", "Harbzâdeler'e" "Ne gördümse","Münacaat", "Mayıs" adlı şiirleri hep bu türden duygu ve düşüncelerleyazılmıştır. Bilhassa bu kitabı'nın son şiiri olan "UYAN!" uyanışa vebirliğe çağrı niteliğindedir. Ahmet Cevat, bu şiirinin bir yerindeşöyle demektedir;"Oldun yadlar oyuncağıYurdun arsızlar ocağıTapınma azgın şeytanaYükseldi "birlik" sancağıSen ey yatan uyan, uyan!Kıyamettir olmuş ayan!"Bu kitabın yayınından bir müddet sonra Türk Ordusu Rus ve İngilizkuvvetlerine karşı zaferler kazanarak Bakû'ye girdi ve daha sonraları28 Mayıs 1918'de Bağımsız "AZERBAYCAN CUMHURİYETİ" ilan edildi veAhmet Cevat da bu meclise üye seçildi. Ülküsünün kısmen de olsagerçekleştiğini gören Şair; yeni yazdığı şiirlerle birlikte, daha önceyazdığı bir kısım şiirlerini toplayarak 1919 yılında "DALGA" adıylayayınladı.Hükümet Matbaasında basılan bu kitabında, daha çok sevinçler yer aldıancak şiirlerinin hemen hemen tamamında söz ettiği "Türk Birliği"fikrinin gerçekleşmemesi, kurtarıcı olarak gördüğü Osmanlıİmparatorluğu'nun parçalanması, Türk Ordusu'nun dağıtılması,Anadolu'nun idaresiz kalışı ve hele çok sevdiği İstanbul'un İngilizlertarafından işgal edilmesi "Dalga" adlı kitabındaki şiirlerde kendisinibelirgin olarak gayet lirik bir tarzda hissettirdi."Yazık", "Aşıkm derdi", "Sensiz", "Derdim", "Of bu yol" ve "İstanbul"adlı şiirleri bu kederlenişin en güzel ifade edildiği şiirlerdir.Ahmet Cevat, konusu İstanbul'un işgali olan "İSTANBUL" şiirinde,İstanbul'un güzelliklerinden de söz açmaktadır. İstanbul'u işgal edenİngilizleri İstanbul'un ince beline sarılan bir yılana benzetir ve..."Ben sevdiğim mermer sineli yârinDiyorlar koynunda yabancı el varBakıp âfaklara uzak yollaraAğlıyormuş mavi gözler İstanbul."gibi mısralarıyla; üzüntüsünü, sevdiğini kaybeden bir aşığın edasıyladile getirir. Ahmet Cevat, "Dalga" kitabında, Azerbaycan'ın tekrarişgal edilme endişesini taşıyan şiirlere de yer vermiştir. Bu tehdidi"Gelme!" ve"Kurapatkin'e" şiirlerinde görmek mümkündür. Yalnız korkmadığını da buşiirlerde açıkça gösterir. Şair "Vicdanının yenilmez bir kale"olduğunu belirtirken, hür yaşama azmi ve imanını da cesaretlehaykırmaktan geri durmaz. "Ben Kimem" şiirinde kendisinin çiğnenen birülkenin "Hak bağıran sesi" olduğunu her fırsatta dile getirir.Bu üzüntü dolu, endişeli ve ümitsizlikle karışık şiirlerin yanında,sevinç ve gurur dolu şiirlerin çokluğu hemen göze çarpmaktadır. "AlBayrağa", "Bismillah", "Ben Bulmuşum", "Ey Asker" "ÇırpınırdıKaradeniz", "Türk Ordusu'na", "Şehitlere" gibi şiirleriyle sevinç veövgülerini büyük bir şiiriyetle ifade eder. Ahmet Cevat, "Al Bayrağa"şiirinde Türk Bayrağı'na yazılan en güzel ve en manalı mısralarınısöyledi:"Gül renginde bir yaprağın Ortasında bir hilâl Ey Al Bayrak seninrengin Söyle niçin böyle al?"diye başlayan bu şiirde şair, Al Bayrakla konuşur; O'nu göklereçıkartır. "Çırpınırdı Karadeniz" şiiri ise 75 yıldır millî bir şarkıolarak nesillerin gönlünü titretti. Milyonlarca Türk'ün dilinde ezberoldu. "Ey Asker" şiiriyle Türk Askeri'ni alkışladı. Bu şiirin biryerinde;"Şu karşıki duman çıkan bacadanSen gelmeden iniltiler çıkardı.Gecikseydin mazlumların feryadıYeri, göğü, kainatı yıkardı"diyerek, kardeş yardımını (Kardaş Kömeği ve bu yardımın öneminivurguladı. "Türk Ordusu'na" şiirinde,"Ey şanlı Ülkenin, şanlı OrdusuUnutmam Kafkas'a girdiğin günüGelirken koğmaya Turan'dan Rus'uAyağını Karadeniz öptü mü?gibi mısralarıyla o günü ölümsüzleştirdi. Ahmet Cevat'ın burada sözetmediğimiz şiirleri de dahil, hepsinin konusu "Türklük"tür KOŞMA veDALGAM adlı iki kitabında da "esir vicdanı", "insanı" "Esir Türk'ü"terennüm etti. Sade ve güzel Türkçe'yi yerleştirmeye çalıştı.Bugünkü yazı dilimize ulaşmamızda Ziya GÖKALP, Ömer SEYFETTİN gibi Oda büyük gayret sarf etti. İsmail GASPIRALI'nın dil anlayışınıkendisine rehber edindi. "Dilimize" adlı şiirinde de söylediği gibi,"Od" yerine "Ateş", "Kara" yerine "Siyah", "Dil" yerine "Zeban","Yağmur" yerine "Baran", "san" yerine "Zerd" diyenlere çattı. VatanıArapların,Farslann "hemveteni" haline sokmaya çalışanlara, lanet okuyaca ğımbelirtti.Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Sovyet hakimiyetine sokulmasından sonra,Küba şehrinde öğretmenliğe döndü. 1926 yılında Baku Yüksek PedegojiEnstitüsü'nü bitirdi. Doçent, Profesör ve İdareci olarak çalıştı. Hemheyecanla beklediği "Türk Birliği" düşüncesinin gerçekleşmemesi, hemde çok sevdiği kızı Elmas'ı çok genç yaşta kaybetmesi şairi bedbinliğeitti. Lirik ve hüzünlü şiirler yazdı.Bir türlü yeni rejim O'nu geçmişinden dolayı rahat bırakmadı. Rejimlebarışık olamadığı için "Poema'lara yöneldi. "KÜR", "SESLİ KIZ", "KIZIMİÇİN" şiirleri bu tür şiirlerin en güzel örneklerindendir. Dostlarınınricasıyla serpiştirdiği rejime hoş gelebilecek mısralara, bir kaçşiire rağmen, Stalin polisinin sıkı takibine uğradı. O'nun sanatınıkıskananların da fitne ve fesatları eksilmedi. Her şiirinin, hermısrasının altından başka manalar aradılar. Öyle ki, "KÜR" adlı uzunşiirinin sonunda bulunan,"Dolaşıp dağı taşı Katırım ol yük taşı Eğil Kür'üm, eğil, geç Devransenin değil geç!" kıtasına nice özel manalar verilerek şairin"Komünizm"e bir türlü dostlaşmadığı ileri sürüldü. Bir süre sonra buçeşitten dedikodular etkisini gösterdi. Ahmet Cevat tutuklandı veStalin'in toplu katliamına uğrayan binlerce aydından biri olarak "HalkDüşmanı" ilan edildi ve 13 Kasım 1937 günü 45 yaşında iken kurşunadizilerek katledildi.Uzun süre şiirleri yayınlanamadı, kitapları yasaklandı. Şiirlerininbir kısmı değişikliğe uğratılarak 1958 yılında "Şe'rler" adıylayayınlandı. Baku'da filoloji İlimler Doktoru olan Şair AliSelahattin'in belirttiğine göre (2) Moskova'nın da izniyle AhmetCevat'm doğumunun 100. yılma rastlayan 1992 yılında; Azerbaycan'datoplantılar tertip edilecek, "Seçilmiş Eserleri" adıyla da iki ciltkitabı yayınlanacaktır.Unutturulmaya çalışılan bu büyük şairin eserlerinin yenidenokuyuculara sunulması "Açıklık" politikası bakımından da güzel birjesttir ve kadirşinaslık örneğidir. Ahmet Cevat'm Türkiye'de detanıtılması, yeni nesillere öğretilmesi bir Türklük borcudurkanaatindeyim.(1) Şairin "KOŞMA" ve "DALGA" adlı iki kitabında yer alan şiirlerinintamamı "Çırpınırdı Karadeniz" adıyla tarafımdan yayına hazırlandı.Yakında okuyuculara sunulacaktır. S.G.(2) Ali Selahattin'in gönderdiği yazı "Çırpınırdı Karadeniz" adh bnkitabın girişine konulmuştur.Servet GÜRCANTürkyurdu DergisiÇIRPINIRDI KARADENİZÇırpınırdı KaradenizBakıp Türk'ün bayrağına"Ah!..."diyerdin hiç ölmezdinDüşebilsem ayağına!Ayrı düşmüş dost elindenİller var ki çarpar sinemVefalıdır geldi gidenYol ver Türk'ün bayrağınaİnceler dek gel yolunaSırmalar düz sağ solunaFırtınalar dursun yanaSelam Türk'ün bayrağınaHamidiye ve Türk kanıHiç birinin bitmez şanı"Kazbek"olsun ilk kurbanıSelam Türk'ün bayrağınaDost elinden esen yellerBana şiir.... selam söylerOlsun bizim bütün ellerKurban Türk'ün bayrağınaAtıldı dağlardan zafer toplarıYürüdü ileri asker BİSMİLLAH!...O, han sarayında çiçekli bir kızBekliyor bizleri zafer BİSMİLLAH!....Ey ! harbin talii bize yol ver , yolSen ey coşan deniz,gel,Türk'e ram olSen ey sağa,sola kılıç vuran kolKollarına kuvvet gelir BİSMİLLAH!...Ahmet CevatMÜNACÂTEsirgesin Tanrım, yabancı gözdenBizim ilde mabedinin taşını!Acı bize imanımız sönmesinRahmetinle gidert bu göz yaşını.Yârab vatan senin, iman senindir.Mü'mini güldüren Kur'an senindir.Vatanda lal kalan mescit, minareGözün dikmiş sesin gelen diyare.Garipliğe değilmi bu işâreMahşer oldu... atma bizi kanareYârab vatan senin, iman senindir.Mü'mini güldüren Kur'an senindir.Sofilerin böyle olup, küsmesi,Ezanların titreyerek esmesi,Hatimlerin, hutbelerin her sesiÇağırmakta imdadına bir keşi,Yârab vatan senin, iman senindir,Mü'mini güldüren Kur'an senindir.Ey mertliği ilham eden büyük HakBuyruk senin kullarına ne sormakPek dertliyim bir arzumuz var ancakCebraille gönder bize bir sancak!..Yârab vatan senin, iman senindir,Mü'mini güldüren Kur'an senindir.Kereminle haber verdin adını,Bize tattır o cennetin tadını,Ümmetinin düşündürüp şadınıAğa dikme bize her yad kadını!..Yârab vatan senin, iman senindir,Mü'mini güldüren Kur'an senindir!..Ahmet Cevat
- //////////////////////////////////
AZERBAYCAN MİLLÎ MARŞI VE TÜRKİYE
- http://www.qiriminsesi.com/azerbaycan-milli-marsi-ve-turkiye.html
- AHMED CEVAD’I SÜRĞÜNE GÖTÜREN ŞİİR: GÖYGÖLMilli şairler yazdıkları eserlerle bazen kendi kaderlerini bilerek yada bilmeyerek tayin ederler bunlardan biri de Azerbaycanın İstiklal ve güclü şairi Ahmed Cavaddır.Yazdığı şiirler, tercüme eserleri, cephede yaralı askerlere yardımı, bütün bunları biraraya topladığımızda hayatın her alanında mücadele ettiğini müşahade ediyoruz. Cevat için çileli dönem asıl 1922 yılından başlar, 1937 yılına kadar devam eder.. Bu yıllar arası bir cani gibi mahkeme mahkeme dolaştırılıyor, bir vatan haini gibi muamele görüyordu. Ama O bunlara hiç mi hiç aldırış etmeden, “milletim, genç neslim” diyerek inim inim inliyordu... Bu yolun uzun olduğunu, menzilinin çok olduğunu, yolların derin zulmet sularıyla dolu olduğunu, bu suların geçit vermeyeceğini çok iyi biliyordu. Belki fakirliğe, susuzluğa, açlığa tahammülü vardı, fakat tek bir şeye tahammülü yoktu, o da milli ve manevi değerlerin göz göre göre yok edilmesine.. ölürdü de bunlara müsaade edemezdi.. Bütün bunlar dayanılacak türden değildiCavad’ın kendi vatanında bile şiirlerinin basılmasına izin verilmiyor, evi basılıyor, ne kadar el yazma eseri varsa toplanıp yakılıyordu.. Bazen evinin kapısına dahi kilit vuruluyor, rahat bir yaşam sürmesine izin verilmiyordu..Cavad’ı çekemeyenler oldukça fazlaydı. Onu sadece içinde vatan sevgisi olduğu için değil, bununla birlikte Türkiye hayranlığı, Türkiye sevgisinden dolayıda sevmeyenler çoktu. Bundan dolayı onun eserlerinin Türkiye’deki bazı gazetelerde bile basılmasına tahammül edemiyor, vicdanları kararmış bazı ikiyüzlü yazarlar, ağza alınmayacak sözlerle Cavat’ı kötülüyor, bu yazılarını da değişik gazete ve dergilerde de bir maharetmiş gibi yayınlıyorlardı.Şiirlerine avuç açtı, Türkiye Ahmet Cavad’ınSahtekarlığı ayan oldu cümleye Ahmet Cavad’ınYazdığından kendinin, elbette vardır haberi[1]Bu şiirleri yazanlar sadece yayınlanan şiirlerinden dolayı değil, aynı zamanda insanları uyandırmasını da eleştiriyorlardı. Onun Meşhur “Göygöl” şiirinde Türkçülük propagandası yapmakla şuçluyorladı. Aynı şiirin başka bir beyitinde;Kanını coşturarak eski dostluk hevesi,Aklına düştü bugün, Göygöl’ün hatırası,Gücü yetmedi etrafı görmeye Ahmet Cevat’ınHilesi oldu beyan ülkeye Ahmet ’ın [2]diyerek ona hakaret yağdırmanın yanında, efsane diye adlandırılan “Göygöl” şiiriyle de alay ediyorlardı. Hatta iş daha da vahim hale gelerek, bazı gazetelerde onun aleyhinde makaleler yayınlanıyor, millete karşı küçük düşürülmeye, onun hakkında gönüller şüpheye düşürülmeye çalışılıyordu.İşte bunlardan bir örnek: “ yeni yol” gazetesindeki 6 Kasım 1929 26. sayısında, aynı gazetede muhabir olarak çalışanların imzasıyla yayımlanan bir yazı. “ Biz “ yeni Yol ” gazetesinde çalışan muhabirler olarak, “ Komünist Gazetesinde çıkan, Ahmet Cavat’ın sistem düşmanlığı hakkındaki yazılarını okuduk. Biz onun çürümüş Müsavat basınında sosyalizm aleyhine yazdığı iftira ve yalan-yanlış istinatlarına şiddetle nefretimizi bildiriyoruz. Ahmet Cavad’a biz hiç bir zaman bir milliyetçi duygusu ve vefası görmedik. Şimdi ortaya çıkan fitnesi bile bizi korkutmuyor. .Çünkü biz, onun geçmişini de, bizlere yazdığı yabancı şiir parçalarını hala unutmadık.Her ne vasıta ile olursa olsun, Azerbaycan şurasından eli çekilmiş müsavatçılar arasında yazdıklarının yayılması, onun sosyalizme karşı olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Büyük zorluklara katlanarak, kurduğumuz sosyalizm sistemi Ahmet Cavad gibi iki yüzlü hainlere haddini bildirecektir....”[3]Evet, vatan ve milletine sadakatle sahip çıkan bu insanın sesi onu sevmeyenler tarafından böyle kesiliyordu . Sadece bunlar mı? Elbetteki hayır. Yıllarca dost görünüp, fırsatını bulduğunda arkadan hançerleyen insan kılıklılar da yok değildi. Sıkıntılı zamanlarda dost bilip kucağına sığındığı insanlar bile, onu sırtından hançerliyordu.“ 1920-1925 yılları arasında sadece 4-5 şiiri yayınlanmıştır.. Onu eleştirmek için pusuda bekleyenler vardı. 1925 yılında şairin ölmez eseri “Göygöl” neşredilmişti. Semed Ağamalıoğlu (Rusya zamanında toprak bakanlığı yapmış) onun için; “Kim diyebilir ki, Azerbaycan’ın Puşkin’i yoktur... var.. hem de en mükemmelinden..”. diyerek övgüler yağdırmıştı Ahmet Cevat’a... Ama daha sonra...Ağamalıoğlu’nun yanına “Kızıl Kalemler” – Rusya zamanında kurulmuş Yazarlar Cemiyeti- cemiyetinden üç şahıs gelerek, Ağamalıoğlu’na; bu şiiri siz övüyorsunuz ama, bu şiirde devleti yıkmak, ona karşı çıkmak manaları taşıyan ay ve yıldızdan bahsedilerek onun için göz yaşı döküldüğü ifade ediliyor” demelerine karşısnda, Ağamalıoğlu korkusundan az önce takdir ettiği, yere göğe sığdıramadığı insanı yakalanıp hapis edilmesini ister. Cavad yakalaranak hapsedilir ve bu şiirde ay ve yıldızdan kasıt, devlete karşı olduğu fikri ona zorla kabul ettirilmek için işkence yapılır. Bunu duyan hanımı ve anası Ağamalıoğlu’nun yanına gelir.- Ay oğul sende bilirsin Cavad’ın çocukları var. Onun topu, tüfeği, askeri yok ki, Sovyet hükümetine karşı çıksın onu niye hapsettiniz. der. Ağamalıoğlu;-Ay Kadın; senin oğlunun ne olduğunu biliyor musun? Nedir, kimdir.? O Sovyet hükümetini bir balon gibi parmağına takıp, çevirip duruyor”..diyerek Ahmet ’i kötülemeye başlar.. “Göygöl” şiirini okuyup, Azerbaycan’ın Puşkin’i ilan ettiği Ahmet Cavad’ı, şimdi de aynı şiiriyle Sovyet Devletini yıkmakla ittiham ediyordu. [4]Evet, sovyet rejimi insanları o hale gitirmişti ki, kardeşleri birbirine düşürmüştü.. Cavat, bir yandan bu sistemle mücadelesine devam ederken, kendi milletine de derdini anlatamamanın ızdırabını yaşıyordu. 1920-1930 yılları arasında hiç bir şair Ahmet Cavad kadar devamlı ve uzun süre tenkit edilmemişti.Ahmet Cavat, bir taraftan şiirleriyle halkı uyandırmaya çalışırken, diğer taraftan müthis baskılara göğüs germekle uğraşıyordu. Bunlardan en önemli olanı, yazdığı şiirlerinde milliyetçilik yaptığı iddiasıyla mahkeme mahkeme süründürülüyor olmasıydı. O günlerde değişik mahkemeler teşkil edilmiş, devlet rejimine karşı gelenler iki guruba ayrılmıştı. Ahmet Cavat ikinci grubun içinde yer alıyordu. Bu grupta olanlar vatan haini ilan edilmiş ve kurşuna dizilmeleri isteniyordu. Ama önce göstermelik mahkemeler kurulmalı ve bu mahkemelerde bunlar yargılanmalıydı. Mahkemelerde onların aleyhinde söylenen her şeyin ispat edilmesi bir yana, iftiralar da bile hiç bir isbat şartı aranmadan aynen kabul ediliyordu. Ve belirlenen kişiler tarafından bir sürü isnatsız şeylerle Ahmet Cavad itham edilecek ve sonunda da kurşuna dizilecekti. Evet, senaryo önceden hazırlanmış, senaryonun hayata geçirilmesiyle alakalı bütün işlemler tamamlanmıştı. İnsanlık tarihinde bu tür göstermelik mahkemelerin sayıları oldukça fazladır Bunlardan sadece bir misal vermek yeterli olacağı kanaatindeyim.” ... Sosyal Sovyetler Birliği Askeri Yüksek Mahkemesi heyetinin onu ittiham ettikleri en büyük suçu, devlete karşı çıkmak ve milliyetçilik yapmasıydı.Bunun yanında 1937 yılında Azerbaycanda mevcut olan isyancılar ve terör teşkilatlarıyla bir olup, SSCB’den ayrılarak başka bir devlet kurma suçuda ilave ediliyordu. En son duruşmasına onu müdafaa edecek hiçbir vekil alınmamış, insanlık tarihinde görülmemiş bir hadise olarak bu mahkemesi sadece 15 dakika sürmüştür. Mahkemenin almış olduğu karar esasında 13 Ekim 1937’de Bakü’de bir vatan haini gibi kurşuna dizilerek idam edilmişti.” [5]Resmi kaynaklar Ahmet Cavad’ın 1937 tarihinde Bakü’de bir vatan haini gibi kurşuna dizilerek idam edildiğini yazsa da, bazı kaynaklarda Cavad’ın Bakü’deki Bayıl zindanlarında dövülerek öldürüldüğü de yazılmaktadır.. Bu meseleyle alakalı Hayat ve çile arkadaşı Şükriye hanım şu ibretli vakıayı naklediyor.” Ben bayıl hapishanesinde bir vatan haini eşi gibi! cezamı çekerken, daha önce bizim evde hizmetçi olarak çalışan ve şimdilerde hırsızlık suçundan dolayı burada olan Mariye isminde bir kadın vardı. Bana; eşini başı sarılmış, 40 derece ateş içinde kıvranarak hapishanenin seyyar hastahanesine götürülürken gördüğünü. söylemişti.. Ben o zamanlar eşimle görüşme talep etmeme rağmen, eşimle görüşmeme izin verilmemişti . Şimdi anlıyorum ki, benim görüşmek istediğim o sıralar eşim çoktan dövülerek öldürülmüştü.”. [6] O günden beri ölümü halen esrarını koruyan Ahmet Cavad’ın öldürülmesiyle iş bitmiş miydi..? Elbetteki hayır. Geride kalan aile de parçalanmalıydı. Onun aile fertleride gerektiği cezaya çarptırılmalıydı.. Gözünü kan bürümüş vanpirler, hala kana doymamıştı. Evin çileli hanımı, hayatı saray bahçelerinde geçen Şükriye hanımdan işe başlanmıştı. Şükriye hanım bir vatan haini eşi gibi, aynı suçtan yargılanan bir sürü kadınla tren vagonlarına doldurularak Kazakistana (bir rivayete göre Sibiryaya) sürgüne gönderiliyordu.Evet bu aile parçalanmalıydı. Arkada bir iz dahi kalmayacak şekilde. Ve öylede olmuştu. Ama asıl bir mesele daha vardı. Hayat boyu rahatlık nedir bilmeyen, yeri gelince yiyecek bir lokma ekmeye bile ihtiyacı olan Şükriye hanımı, kocasına ihanet ve vefasızlık yapmaya ikna etmek için sanaryolar üretilmeliydi.Sıra bu ailenin çilekeş annesi Şükriye hanıma gelmişti. Önce kocasına ihanet etme, vefasızlık yapmaya zorlanacaktı Şükriye hanım. Herşeyden önce o bir ana idi. Ona öyle bir damardan yaklaşıyorlardı ki, belki anne şefkatiyle çocuklarına acır da söylenenlere harfiyen uyar, onlarda istediklerine nail olurlardı.İnsanlıktan nasibi olmayan, insanlık tarihine kapkara bir sahife açan bu kem talihli insanlar, zindandaki Şükriya hanıma yaklaşarak şu iğrenç teklifi yaparlar;Karşı taraf:Şükriye hanım. Çocuklarının hatırına sana bir iyilik yapmak istiyoruz.Şükriye hanım;Çocuklarıma göre bana iyilik etmek isteseydiniz, gerçekten bunda samimi olsaydınız, çocuklarımın babasını götürmezdiniz.Karşı taraf;İnat etmeyin. Bir düşünün çocuklarınız için ne yapabilirsiniz.Şükriye hanım;Yardım etmek kimin elinden gelir ki, benden yapmamı istiyorsunuz.Karşı taraf;Sözlerimize karşılık vermenin sana hiçbir yardımı olmaz.Şükriye hanım;Bana kimin yardımı oldu ki,Karşı taraf;Kısaca söylemek gerekirse. İstermisiniz sizi ve çocuklarınızı kurtaralım.Şükriye hanım;Bunu hangi taş yürekli ana istemez ki,Karşı taraf;Çok güzel. Senin beraatin için çok güzel bir çıkış yolu var. Kocan halen hayattadır. Vakit kaybetmeden bize dilekçeyle baş vurarak eşinizden boşandığınızı yazarak, onunla bir bağınız kalmasın. Ondan sonra rahat rahat oturup çocuklarınızı büyütün rahat edin.[7]Şükrüya hanımın müsbet bir cevap vereceği ümidiyle rahatlayan karşı taraf, bu işi başarmanın verdiği rahatlıkla yüzlerinde bir gevşeme meydana gelmişti ki, Şükriye hanımın onları deli divaneye çevirecek vefayla, sadakatla şahlanışına şahit oldular.Ben ha.. ben.. Şükriye hanım... Ahmet’imden boşanayım.Ben ki, Ahmet Cavad’a olan aşkım yüzünden sarayları bırakıp, Acaristan’ın beyi babam Süleyman beyi bırakıp, sefilliği, aclığı, çileyle bütünleşen bir hayatla Ahmet’i tercih etmiştim. Şimdi onu tam öldüreceğiniz bir zamanda benim ona vefasızlık, sadakatsizlik yaparak, ölümüden önce onu benim öldürmemi mi istiyorsunuz ha.. öylemi.. asla.. asla..-Bağlayın elimi kolumu, tutun beni..Celletlar.... Ahmet’imden önce benim canımı alın... Boşanmaktansa ölmem daha iyidir.[8]Şükrüye hanım, böyle yaşamaktansa sürgüne gitmeye çoktan razıydı. Bir anda aklına düğün gününde Ahmet Cavad’ın ona yazıp, okuduğu bir şiir geldi.. Hapishanedeki kamarasında bu şiiri kendi kendine okuyarak doyasıya ağlamıştı. Onlar hayatın her türlü cefasına, talihsizliğine daha baştan beraber karşı koymaya karar vermişlerdi ve gönülleriyle beraber hayatlarını, diğer bir ifade ile bela ve musibetleri beraberce göğüsleyeceklerdi. Ama hayatın o güzel gündüzleri birden geceye dönüvermişti. Çünkü o, bir vatan haininin eşi damgasını yemişti artık. Dostları bile ona selam vermez olmuştu. Defalarca baskı yapılmıştı Şükriye hanıma,, Eğer kocasından şikayetçi olur da ondan boşanırsa, bütün bu işkencelerin biteceği sözü verilmişti kendisine. Ama o, ölürdü de, Ahmetini satamazdı. Bu yola beraber çıkmışlardı ve sonunda ölüm dahi varsa, o ipi beraber göğüsleyeceklerdi. Uyguladıkları binbir entrikadan ve işkenceden sonra bir netice alamayanlar, son çare olarak uzak diyarlara sürgün etme kararına gelmişlerdi.Bir hayvanın bile dayanamayacağı hayat şartlarına onları zorluyorlardı. Bir gece zülmetli karanlıklar altında onları toplayarak, nereye gidildiği hiç kimseye belirtilmeden bir bilinmeze doğru yol almaya başlamışlardı. Soru sorma hakları yoktu. Hayvan taşımacılığında kullanılan vagonlar bu sefer kocaları vatan haini ilan eden kadınlarla doluydu. Dışarıdan içeri bir gözün algılayacağı kadar bile bir ışık hüzmesi süzülmüyordu. Bu vagonlar adeta kabir hayatını andırıyordu. Kimseler yok muydu bu işe dur diyecek.? Hangi insanlık, hangi insan hakları, hangi vicdan bütün bu olanları kabul edebilirdi..Bütün bu olanlar karşısında, korkutularak sindirilmeye çalışılan insanlardan biri olan Şükriye hanım bu işe dur demenin zamanın geldiğini şöyle anlatıyordu;“ .. vicdanların aşınıp yok olduğu bir zamanda, erkeklerin istibdat ejderhasının ağızına sıkıştırıldığı bir zamanda, kirlenmemiş, rezalete bulaşmamış vicdan kalmadı mı? O kirlenmemiş vicdanlar, üstüne çamur çökmemiş insaflar nerde kaldı? Niye bir araya gelip, yeter bu istibdat demiyorlar,? Niye bir temizin, bir dürüstün çirkefe bulaşmasına engel olmuyorlar.? Niye .. niye... demek ki, başından bulandırılan su artık herkese sirayet etmişti.[9]Evet bütün bunlar düşünülmesi gereken şeylerdi. Bunları düşünecek kafa bile bırakmamışlardı onlara. Şükrüye hanım bütün bunları düşünürken beyni çatlayacak hale gelmişti.. İnsanları işledikleri bir suçtan dolayı, önce muhakeme edip, daha sonra gereken ceza verilmeli değil miydi.?. Dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş hadiseler yaşanıyordu onların hayatında. Mahkemelere yalancı şahitler para karşılığı ifade veriyor, hiç kimsenin tanımadığı bu insanların verdiği ifadeler aynen kayıtlara geçiyordu. Bu insanlardan bazıları daha sonra pişmanlık duyarak “ Ahmet aleyhinde ifade veren Ahundov, Efendiyev, Hüseyinov, Zeynallı ve Çobanzade, yalancı şahitlik yapmaları için, kendilerine inanılmaz derecede baskı yapıldığını itiraf etmişlerdi”[10]Şükriye hanımı hayatının sonlarına ziyaret edenler, onun çehresinde geçmişin bütün ızdırap lekelerini görebiliyorlardı. Bazen bir şeyi hatırlamak için uzunca düşünmek zorunda kalıyordu. Hayatının son anlarında onu ziyarete giden Azerbayacan’ın sevilen yazıcı ve şairi Mehmet ASLAN’ın şu tesbitleri onun durumunu net bir şekilde ortaya koyuyordu. “... ne zamandan beri hafızası bu kadar berbat haldedir. Yazık ! kadında öyle unutkanlık var ki, adını bile sorsanız oracıkta şaşırıp kalıyor.”[11]Evet, Şükriye hanım saray bahçelerinde yetişmiş bir güldü. Çileli ve ızdıraplı bir hayatı onunla tanıdığı Cavad’ı yazmış olduğu bir şiirde, ona olan sevgisini şöyle dile getiriyordu.Bir gülsün, dermişim gençlik bağından,Kem aldım ömrümün gençlik çağında,Bir bağa, bahçeye , giremem sensiz... [12]Evet, Şükriye hanımda her dakika hesaba çekilmekten o kadar sıkılmıştı ki, artık kendini idare edemeyecek dereceye gelmiş, aklı dengesini de bozulmak üzereydi. Artık dünyadan ızdırap ve çile dolu sırlı bir hayatla uçup giden Cavad’ından sonra yaşamak neye yarardı ki. Ama şükriye hanımın daha çilesi dolmamıştı. Yaşayacağı daha çok şeyler vardı hayat yolunda. Bunlar sadece Şükriye hanımın çektikeri. Buna göre Ahmet Cevat’ın çektiği işkence ve sıkıntıları varın sizler düşünün.İnsanlık tarihinde, kendisine asla yakışmayan binlerce kara sayfalar vardır. Bu kara sayfaların bazıları var ki, bütün ömrünü milleti ve vatanı için çileyle geçiren insanlara reva görülen insanlık dışı işkencelerdir. İşte tek sucu vatanını seven, vatanı için gençliğini feda eden bir insanın hanımı olmak veya o ailenin bir ferdi olmak...Yıl 1938. Henüz Kocasının ayrılık acısı içinde taptaze olan Şükriye hanım ve onun gibi yüzlerce kadınla beraber, bunca işkenceden sonra yaşadığı sürgün hayatından tüyler ürperten bir kesit. Şükriye hanım anlatıyor;“ ...... trenden indirilince kocaları vatan haini olan kadınlar” geldi diyorlardı... masallarda anlatıldığı gibi, adam yiyen insanlar bizleri karşıladı. Bizler bu boyda, bu gövdede adamları ilk defa görüyorduk. Ellerindeki değnekler çok amansızdı.. bir şey olduğunda kafaya, omuza acımasızca vuruyorlardı.. niye.?. niçin..?. sorularına cevap yoktu.. Madem çekilecek suçumuz var elbetteki çekeriz.. değilmi ki, vatan ve millet uğrunda.. Ruslar yiyecek dünya nimeti adına pek bir şey vermiyorlardı hatta öyle bir hale gelmiştik ki, gece ve gündüzün farkını bile varamıyorduk. Günler geçtikçe açlıktan ayakta duracak takatımız bile kalmamıştı, ölecek duruma gelmiştik. Birlikte olduğumuz Ceyran hanım, sanki kuyunun dibinden sesleniyor gibi,- Şükriye uyuyor musun.?- Hayır..- Ben de Şükriye.. herhalde ölüyorum.- Ölme, dizlerini birbirine kenetle.. daha çekilesi meşakkatli günlerimiz var onları çekmeliyiz.- Dizlerimi nasıl sıkayım Şükriye, takatım kalmadı ki, kaç gün oldu bilemiyorum, bize dünya nimeti adına hiç bir şey verilmedi ki, ölüyorum...- Bende seninle birlikte... dur bak ben senden beter haldeyim. Aklıma bir şey geldi Ceyran, senin aklına gelen hayırdır inşallah. Sende iğne var mı.? Ne yapacağın iğneyi?- Bizi açlığın mengenesinden kurtarırsa ancak bu kurtarır.İğneyi parmağına batırarak parmağını teş.. ve parmağını teşerek kendi kanını emmeye başlar.- Gözüme ışık geldi.. Allah’ım sen kerimsin......[13]Onlar bu halde bile rahat bırakılmıyorlardı. O haldeyken bile sıkı bir mesai altında çalıştırılıyorlardı.“ Kocaları vatan haini ilan edilen kadınları muhtelif tezgahlara dağıtılmıştı. Şikriye hanım, dikiş bölümüne düşmüştü. Buna bütün kadınlar sevinmişti. Hayatlarının hiç bir garantısı olmayan kadınlar, böyle bir iş verilmesinden dolayı belki hayatlarının devam edeceğine bıraz daha ümitleri artıyordu. Bunun içindir ki, bütün mahkumlar kendi gücü ve becerisinden daha fazlasını yapmaya çalışıyordu. Yeter ki, bir parça ekmek versinlar. Yeter ki kadınlara insanlık dışı sert davranışları bıraz daha yumuşatsınlar.”Artık kadın halleriyle bazı şeylere takatleri yetmiyordu. Günlerce az-susuz bırakılarak çalıştırılan, her türlü işkencelere maruz bırakılan, erkeklere gücü yetmeyen, yürekleri küçük acılara bile tahammül edemeyen bu analara, hangi insanlık bu kadar zülümü ve işkenceyi reva görebilirdi. İşte komünizm dedikleri sistemin temel taşlarını bunlar oluşturuyordu. Onun her taşına, her tuğlasına masum insanların kan izleri vardır.Bununla da kalmıyorlardı. Bu işkence kampında akşamlara kadar çalıştırılan insanlara akşamları bile istirahat reva görülmüyordu.Yemek olarak bir kuru ekmek ancak veriliyordu. “ Akşam iş bitiminde kadınlardan bir grup şeçilerek ayırılıyordu. Şükriye hanımda bunların içindeydi. Gündüzleri göz kırpmadan görülen işlerden sonra sabah için bütün yemek hazırlama ve ekmekleri pişirmekte yine onlara düşüyordu. Şükriye hanım daha 8 yıl burda kalacak ve bundan beter ağır işlerle yüzyüze gelecekti. Ondan sonra... acaba ondan sonra rahat bir hayat olacak mıydı.?...[14]Evet; Kocaları birer birer ortadan kaldırılmış sıra kendilerıne gelmişti. Onlarda bunun farkındaydılar. Onlarda kocaları gibi hem kocalarına, hem de milletıne sadakat içindeydiler ve devam etmeye de kararlıydılar.GÖY GÖLDumanlı dağların yeşil koynundaBulmuş güzellikte kemali, göy göl.Yeşil gerdanlığı güzel boynunda,Aks etmiş dağların cemali, göy göl.Yayılmış şöhretin şarka, şimale,Şairler hayrandır sendeki hale.Dumanlı dağlara gelen suale,Bir cevap almamış soralı, göy gölBulunmaz dünya’da benzerin bel ki,Zevvarın olmuştur bir büyük ülke,Olsaydı gönlümde bir yeşil gölge,Düşseydi sinene yaralı, göy göl.Senin güzelliğin gelmez ki, sayaKoynunda yer vardır yıldıza, aya,Oldun sen onlara mihriban daye ,Felek busatını kuralı, göy göl.Kesin eyş-nuşi, gelenler susun,Dumandan yorganı, döşeği yosun,Bir yorgun peri var biraz uyusun,Uyusun dağların maralı, göy göl.Zümrüt gözlerini görsünler diye,Çamlar boy atmıştır, uzanmış göğe,Geçmiştir onlara gazabın niye?Düşmüşlerdir senden uzağa göy göl.Dolanır başında, gökte bulutlar,Bezenmiş aşkınla çiçekler, otlar.Öper yanağından kurbanlar otlar,Ayrılık gönlünü kıralı, göygöl !Bir sözün var mıdır esen yellere,Siparış vermeğe uzak ellere...Yayılmış şöhretin bütün ellere,Olursa olsun goy nereli, göy göl..[15]
[1] Saleddin Ali, Ahmed Cevad, s.162.[2] a.g.s. s.162.[3] Yeni yol Gazetesi 6 Kasım 1929 . sayısı 26[4] Saleddin Ali –I, s. 22-23.[5] Saleddin Ali –I , s.18-19.[6] Mahmut Tofik ve Hasanov Rahman , s.12.[7] Mahmut Tofik ve Hasanov Rahman. s.6.[8] a.g.e., s.. s.7.[9] Mahmut Tofik ve Hasanov Rahman, s.3-4.[10] Saleddin Ali , Ahmed Cevad, s. 306.[11] Mahmut Tofik ve Hasanov Rahman. s.20.[12] Saleddin Ali, Ahmed Cevad, s.301.[13] Mahmut Tofik ve Hasanov Rahman. s.18.[14] Mahmut Tofik ve Hasanov Rahman. s.18.[15] Saleddin Ali -I, s.230-231. - ...................................
- AHMED CAVAD VE M. AKİF ERSOY’ UN BENZERLİKLERİ:Onun Akif’le benzer tarafları sayılamayacak kadar çoktur. Hayatını bir sünger gibi sıkma imkanımız olsaydı, süzülen damlalarda Akif’in hayatındaki çile ve ızdırapların hepsine şahit olacaksınız.Merhum M.Akif’ten ilave Cavad’ın hayatından süzülenlerde kan var, can var, sevgilelerden ayrı düşmek, işkence ve nihayetinde haksızlıkların en büyüğü olan vatan hainliği vardı! O da Asım’ın neslini Kafkazlarda düşleyen bir yiğitti. Kafkaz bahçelerinde de o neslin çiçek açmasını istiyor, hep o nesil için yanıp tutuşuyor, hep onun türkülerini söylüyordu. Hayatını o neslin güllerini bitirmek için toprak, şiirlerini de onlar için bir nağme yapıyordu... O da o gül devrini göremeden Akif’den yaklaşık bir yıl sonra gül bitirmek için toprak oluyordu.Onunda duygu ve düşüncelerini, çırpınışlarını, kendi insanı başta olmakla pek anlayan veya anlamak isteyen olmadı. O bir HAK aşığıydı. Akif’in hayatını bir filim şeriti gibi göz önünden geçirebilenler, Cavad’ın ruhunu, ahlakını, davasını daha iyi anlarlar kanaatindeyim.Ahmed Cevad, bazı yönlerden belkide M.Akif’ten daha şanslı değildi. O, bir taraftan şiirleriyle halkı uyandırmaya çalışırken, diğer taraftan müthiş baskılara göğüs germekle uğraşıyordu. Bunlardan en önemli olanı, yazdığı şiirlerinde milliyetçilik yaptığı iddiasıyla mahkeme mahkeme süründürülüyordu. Bu mahkemelerin hepside göstermelik mahkemelerdi. Bunlardan sadece bir misal vermek yeterli olacağı kanaatindeyim.” ... Soyal Sovyetler Birliği Askeri Yüksek Mahkemesi heyetinin onu ittiham ettikleri en büyük suçu, devlete karşı çıkmak ve milliyetçilik yapmasıydı.Bunun yanında 1937 yılında Azerbaycanda mevcut olan isyancılar ve terör teşkilatlarıyla bir olup, SSCB’den ayrılarak başka bir devlet kurma suçu da ilave ediliyordu. En son duruşmasına onu müdafaa edecek hiçbir vekil alınmamış, insanlık tarihinde görülmemiş bir hadise olarak bu mahkemesi sadece 15 dakika sürmüştür. Mahkemenin almış olduğu karar esasında 13 Ekim 1937 yılı gecesi Bakü’de bir vatan haini gibi kurşuna dizilerek idam edilmişti.” [1]1922 yılından sonra mahkemeler soruşturmalar onun yakasını bir türlü bırakmıyordu. Yazmış olduğu şiirler hemen tenkit yağmuruna tutuluyor, kendisine ağır ithamlarda bulunuluyordu. Ahmed Cavat’a bir Akif nazarıyla baktım demiştim. Çünkü onun hayat bahçesinden hep Akif’in kokularını duydum. Akifle görüşüp görüşmediğini bilemiyorum ama, onun duygularıyla dopdolu olduğu aşikardır. Duygu ve düşünce aynı ise,mızrap tellere aynı ritimle dokunduruluyorsa, elbetteki o tellerden çıkan nağmelerde aynı olacaktı..Mehmet Akif insanımızın dertlerini hep kendi içinde duyup, o dertlere hem-dert olmuş bir insandı. Bazen dertleriyle başbaşa kalmış, dertlerini anlayabilecek hiçbir dertli bulamamıştı. Bazen de dertlerini anlayacak bir dertli aramaktan yorulmuş ve bitkin düşmüştü. Dert çok büyüktü. İnsanımız fikren ve ruhen çökmüş, ye’se ve ümitsizlik bataklığında çırpınıyrdu. Onları uyandırmak, kulaklarına bir şeyler fısıldamak adeta imkansızdı. Dertleri bir mürekkep misali aktı hayat sayfalarına. Dile geldi kalemi, haykırdı sesini bütün aleme.. ruhsuz , hıssız sinelere. Sağına baktı, soluna baktı, hiçbir çıkış yolu görememişti. Dertlerin bir kabus gibi üzerine çöktüğü bir anda derdini ve ızdırabını duyuramamanın verdiği sıkıntıyla;Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı ?Mahşerde mi biçarelerin, yoksa felahı !Nur istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!“yandık!” diyoruz… Boğmaya kan gönderıyorsun !…………………………………………………………………Yetmez mi musab olduğumuz bunca devahi ?Ağzım kurusun … Yok musun ey adl-i İlahi![2] diye feryat etmeye başlamıştı. Bu sözler belkide Akif’ın ağzına yakışacak sözler değildi ama, bütün insanlığın derdini bir kambur gibi sırtında daşıyan insanların cinnet anıdır bu sözler. Yaşadıkları çileli bir hayatla, birbirlerinden uzak olmalarının yanında, manen ve ruhen birbirlerine bu kadar yakın olan bu insanlar, yakınlığı yazmış oldukları mısralarla da ortaya koyuyorlardı.Ahmed Cavad aynı dertler altında inim inim inliyor ve ülke insanının perişan hali karşısında, o da Akifvari kendinden geçiyordu. Duygu ve düşünce, dert ve keder aynı olunca mızrap “Of Bu Yol” şiiriyle tellere şöyle dokunuyordu.........................................................Ey Allah’m yanılttın, her bir doğru adımıYoksa, yoksul dünyadan, adaletin kalktı mı?Ey dinlinin dinsizin, inandığı son kuvvetKalmadı mı sende de, insanlara merhametBen ki, bilmek isterdim, kimler ağlar kim gülerOnun için etmiştir, felek beni derbederBen söyledim derdimi, taze yeşil yaprağaDaha derdim bitmeden, o serildi toprağaNe yoksuldur tabiat, ömrü ne az çiçeğinYazık bağban sana ki, boşa çıktı emeğin... [3]Bakıldığında bu iki şiir arasında çok fazla bir fark olmadığı net bir şekilde görülecektir. Yaşadığı dönemin insanlarına sesini gerektiği gibi duyuramamanın ızdırabını da kader yüklemişti sırtına Cavad’ın.. Dünyadan da bir sene aralıklarla göçüp gitmeleri birbirine ne kadar yakın olduklarını gösteriyordu. Milletinin dert ve ızdırabı, onun yüreğinde ayrı bir burkuntu meydana getiriyordu. Her taraftan gelen feryatlar, iniltiler onu içinden çıkılmaz bir buhrana sürüklüyerek, dert ve ızdıraplarla kendindinden geçiriyordu. Vatan ve milletinin içinde bulunduğu sıkıntıyı şöyle dile getiriyordu.Ziyafet görmedim, yaslıdır eller,Çoğalmış mezarlar, derdini söyler,Talanmış şaneler, bozulmuş tellerOlduğunu duydum imdada geldim.Yarılmış korkudan pembe dudaklar,Aşıklar ah çeker derdinden ağlar.Bak neler söylüyor tarlalar, bağlar?Kardaş sesi duydum imdada geldim.[4]Evet, o vatan ve milletinin başka bir milletin esareti altında yaşamasını istemiyordu. Mazlum insanların ahları artık arşa ulaşmıştı. Geceleri uyuyamıyor, sürekli milleti için bir çıkar yol arıyordu. Onu asıl üzen, kendi vatanında parya olmanın yanında, kendi derdini anlayacak, bunu başkalarına anlatacak insanın az olmasıydı. Bu durumu iki ayrı şirinde şöyle ifade ediyordu.Felaket görmeyen millet olur mu?Düşün,biraz düşün, hiç kanın var mı?Gözler kör mü? Yoksa gönüller dar mı?Ah! Yine ben niye feryata geldim.[5]Mehmet Akif, duygu ve düşüncesiz insanların hallerini anlatırken ondan da aynı iniltiler yükseliyordu;Bunca zamandır uyudun, kanmadın;Çekmediğin kalmadı,usanmadın.Çiğnediler yurdunu baştan başa,Sen yine bir kere kımıldanmadın!.[6]Sıkıntıların en büyüğünü o milletin bilgili ve aklı başında insanlarından çekiyordu. Çünkü bir milleti boyunduruk altına almanın en kolay yoluydu bu tür insanların satın alınması. Bu yolla yola getirilemeyen önder insanlar değişik bahanelerle ortadan kaldırılarak, bedenleri bir mechule gönderiliyordu. Yani yol ikiydi; Azerbaycan tabiriyle “ Ya yok, Ya he”. Evet veya hayır. Evinden bir akşam üstü alınıp, bir daha geri dönmeyen o kadar alim insanlar varki, bugün sayıları dahi bilinmiyor. O günden bu güne hiçbir haber alınamamıştır. Daha sonra kendisi de bu yolla ortadan kaldırılan Cavad, bir şiirinde şöyle dile getiriyordu.Karları boyamış mazlumun kanı,Ölenler çok, fakat mezarı hani?Ayaklar altında şöhreti, şanı,Yerde kalan görüp, feryata geldim.Verip yad ellere sırma elini,Gelinler bırakmış güzel elini.Anasız yavrular, söyle ninnini,Ninnisiz yavruya imdada geldim.Tütmez bacaları, yanmaz çırağlar,Kardeşi bacıdan ayırmış dağlar,Bacılar nerdedir, bulutlar ağlar,Halkın düştüğü kötü durum, şairin kalbini kana bulamıştır. Bu kadar zengin olan bu toprak evlatlarının elinde ve avuçlarında birşeyler bırakılmamıştı. İnsanı insanlığından küstüren bir sürü olaylar yaşanıyordu.Yurdun dört köşesindeki mezalimlerden son derece müteessirdi. Sanki vatan sahipsiz kalmış, asıl sahipleri kanlara bulanmıştı. Bu manzarayı Akif şöyle dile getiriyordu;Ah! Karşımda vatan namına bir kabristanYatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu![8]Bütün olaylar yaşanırken Azerbaycan Türkü’nün feryatlarına kulak veren olmadı. Hiçkimse bu insanların yardımına koşmaya cesaret edemiyordu. Böyle bir zamanda Türk askeri kanı bir canı bir kardeşinı,in imdadına koşuyordu. Ahmed Cavad böyle bir zamanda yardıma koşan Türk askerine karşı adeta halkın çığlığı oldu ve onlara, şu anda bile Türkiye’de dillerden düşmeyen:Çırpınırdı, Kara denizBakıp Türk’ün bayrağına.Ah! Diyorum, hiç ölmezdim,Düşebilsem ayağına.Ayrı düştüm dost elinden,Yıllar var ki çarpar sinem,Vefalıdır, gelen, giden,Yol ver Türk’ün bayrağına.........................................[9]O, herşeyden evvel insanımızın içinde bulunduğu cahaletten onları kurtarmayı birinci vazife olarak telakki etmişti. Her fırsatta sesini yükseltebildiği kadar yükselterek, ilimsiz cahil bir milletin, milli ve manevi değerlerini koruyamayacağı, zamanla bu duyguların dumura uyrayıp yok olacağı, böyle bir milletin de kendi ayakları üstünde duramayacağını, hayatın cazibesi karşısında dize geleceğini anlatmaya çalışıyordu.Ama bütün bunlardan habersiz olarak yaşayan bir sürü insan vardı. Bu insanlar halen olup bitenlerin farkında bile değillerdi. Cavad, cehaletin akıttığı zifirle tıkanan kulakları patlatırcasına onlara şöyle haykırıyordu.Ey kardeşler! Bir zamanlar ilimsizlik dumanıCehaletin kor pençesi kaplamıştı her yanıKur’an nedir ? anlamadık,Vatan nedir.? Bilmedik,Karşımızda yetimlerin göz yaşını silmedik,Ağlanacak bir hal idi, kendimizde görürdük,Dilimizin, dinimizin gitmesine gülürdük…[10]****Görürsün, hissedersin varsa vicdanınla imanın:Ne müthiş bir kahramanlık çarpıyor göğsünde kur’anın!O vicdan nerdedir, lakin? O iman kimde var? Yazık!Ne olmuş, bende bilmem, pek karanlık şimdi duygular!O imandan çok az olsaydı millette,Şu üçyüzelli milyon halkı görmezdim böyle horlanmış halde![11]Ahmed Cavad, yoksulluklarla dolu bir hayat yaşadı. Bu yoksulluk ona, maddi yoksulluklardan daha ağır geliyordu. Vatan evlatlarının bir bir yok edilmesi, vatanında bir yabancı gibi yaşaması, milletin kendi öz benliğinden uzaklaştırılması ona dayanılmaz bir azap veriyordu.Bu şanlı millete ne oldu ki, kendi ayakları üzerine bir türlü doğrulamıyordu. Millet olarak ne yapmıştık ki, bizlere bu zülümler reva görülmüştü. Halbu ki, bu millet, insanlığa zarar vermek şöyle dursun, ayaklarına ziller bağlayarak yollardaki karıncaları bile ezmiyecek kadar merhamet duygularıyla yüklü bir milletti.Çaresizlik içerisinde kabına sığmayan Cavad, vatanı ve milleti uğrunda can verenlerin arkasından onlara şöyle sesleniyordu..Dağlar gülümserken dumanlar aldı !Bükülmez kolların neden boşaldı ?Geldin, yoksul ninen kimlere kaldı ?Ölme, gardaş ölme, düşman çoğaldı !Ölsen de, söz yok ki, kanın çoşacak !Düşman boğmak için dağlar aşacak ![12]Burada değerli Doc.Dr. Lutfiye Esgerzade’ nin MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ I. ULUSLARARASI MEHMET AKİF SEMPOZYUMU (19-21 KASIM 2008) vesilesiyle oradaki bildirisinin kısa bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum: Bildiğimiz gibi Türkiye ile Azerbaycan arasındaki edebi-medeni alakalar XIX. Asırda da mevcut idi. XIX. asrın sonlarında Mirza Fetali Axundzade yazı meselesi ile alakalı olarak İstanbul’a sefer etmişti. Buradaki aydınlarla iletişim kurmuştu. Büyük mütefekkirden sonra İstanbul’da çıkan gazete ve dergileri Azerbaycan’da alıp okuyor, aydınlanıyor, aydınlar Avrupa muhitine yakın olan İstanbul hayatına ilgi duymaya başlıyorlardı. Bu asrın sonlarında milyoner Hacı Zeynelabidin Tagiyev’in maddi desteğiyle, Ahmet Bey Ağaoğlu’nun editörlüğü ile Bakü’de neşir olunan Kaspi gazetesinde Türkiye hayatına ait hayli materyal veriliyordu. XX. asrın ilk gazetesi olan Şarki-Rus’da Osmanlı, İstanbul mevzuları hususi yer tutardı. Aynı zamanda ileri düşünceli aydınlar evlatlarını İstanbul’a tahsil almaya gönderirlerdi. Bu amiller Azerbaycan ve Türkiye arasında sanki kültürel köprü yaratmışlardı. Bu ziyalılar sayesinde Azerbaycan Azerbaycan’ın fikir ve sanat hayatında Türkiye’nin izleri görünmeye başladı. Bu sahada özellikle Alibey Hüseyinzade, Ahmet Ağaoğlu, Mehmetağa Şahtahtlı gibi Azerbaycan aydınları büyük katkı sağlamışlardı. Öte yandan XX. yüzyıl başlarında Azerbaycan edebiyatında dikkate değer yer tutmaya başlayan romantizm edebi akımı da çoğunlukla Avrupa’dan Türkiyeyoluyla gelmiştir. Edebiyatımızda milli romantik şiirin temsilcileri olan Hüseyin Cavid, Muhammet Hadi,Ahmet Cavat gibi yazarlar da Rıza Tevfik, Abdulhak Hamit, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem ve özellikle Mehmet Akif Ersoy gibi Osmanlı şair ve yazarlarının etkisi altında bulunmuşlardı.Bayrak bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi Türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Bayrak milletin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletin kaderi birbirine bağlıdır.Türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna her zaman kanlarını dökmüşlerdir. Bayraktan, bayrak sevgisinden söz açmışken bildirmek isterim ki, Mehmet Akif’in Azerbaycan edebiyatı ile irtibatı tek Hüseyin Cavid ile bitmiyor. Azerbaycan edebiyatının sevilen incilerinden, Ahmet Cavat yaratıcılığında da Mehmet Akif Ersoy’un derin etkisi görülmektedir. Mehmet Akif’in bayrak ve yurt sevgisi ile Ahme Cavat’ın “Çırpınırdı Karadeniz” şiirinde fikirleri uyuşur.Çırpınırdı Karadeniz, bakıp Türk’ün bayrağına,Ah değerdim, hiç ölmezdim. Düşebilseydim ayağına.Bununla birlikte Mehmet Akif’in “Safahat”ında olduğu gibi “İstanbul” şiirinde Ahmet Cavat yalnızTürkiye’nin değil, bütün Türklüğün başkenti olarak gördüğü İstanbul’a ve Türklüğün kırılan umutlarına gözyaşı döker. Cavat’ın bu ağlaması, gözyaşı dökmesi samimiyet dolu bir ağlamadır. Çünkü bütün Dünya Türklerinin umudu Türkiye’dir. Başkentin işgali de bütün Türk dünyasında büyük bir ümitsizlik uyandırmıştır. Şairin eserlerinde Bakü’yü kurtarmak için gelen Türk ordusundan ordumuz diye söz etmesi, İngilizlere Çanakkale’de ders verdik diye övünmesi de bu sebeptendir (İ.M.Yıldırım. Selam Türkün Bayrağına. İzmir. 1992, s. 37).Şair 1918 yılında İngilizlerin Bakü’den kovulmasından söz ederken Akif gibi Çanakkale zaferini hatırlatıyor, düşmanlar için bu zaferin ağı olduğunu dile getiriyor:Damağında Çanakkale ağısıSenmisen Türk ellerinin yağısı?İslam dünyasını ölüm çalğısıÖlüm niyyetiyle yakan ingilis!Şair Çanakkale savaşını uzaktan uzağa seyr etmesine rağmen, Ermeni çetelerinin 1918 yılının Mart ayında Müslümanların Bahar Bayramı olarak kutladıkları Nevruz bayramı günlerinde Bakü’de hiç bir suçu olmayan otuz binden fazla sivilin, Türk Müslümanın katledilmesini de unutmuyor, “Şehitlere” ve “Harbzadelere” isimli şiirlerinde bu faciaları tasvir ediyor.Tarihte şahittir ki , Ermeni vahşiliklerinden hemen sonra İngilizler Bakü’de yerli Türklere işkence etmiştir. İngilizlerin yaptığı bu zulümleri şair şiirinde bu şekilde dile getiriyor:Didilmiş bedenler, yolunmuş saçlar....Dağılmış yuvalar görmek istesenKardan kefen geymiş yoksullar, açlarO ellerde ne var bilmek istesenSene bir kamança her şeyi söylerMen bir kamançayam tellerim inler.Her iki şairinde ortak kaderi, istiklal şairi olmaları ve vatanlarında garip olarak yaşamalarıdır.Çağdaşlarının onları pek anlayamamarı onları ciddi manada üzüntüye boğmuştur.Bunun yanında her iki şairinde cephelerde askerlere yardım etmeleri, cephedekilere morel vermeleri ve vatan sevgisi muhabbetini herşeyin üstünde tutmaları onların gerçek manada vatan ve millet şairi olmalarını bir kere daha ortaya koymuştur.Bütün bunları yaparken devletlerinden hiçbir maddi karşılık beklememişlerdir.M.Akif vatanından ayrı bir ülkede sürgün yaşarken, A.Cavad ise kendi ülkesinde kurşunlara dizilerek şehid ediliyordu. Ve Akif çok sade denecek bir şekilde cenaze merasimiyle uğurlanırken,Cavad´ın mezarı bile bilinmemektedir.Bu yüce vatan ve millet şairlerinin ortak noktaları yaşatma uğruna kendi yaşamlarında dahi vazgeçmeleri idi.Her iki yüce ruh da dünyanın fani ve geçici olduğunu bütün yaşamlarıyla hem çağdaşlarına hem de gelecek nesillere yaşayarak anlatmışlar.Azerbaycan ve Türkiyenin en çok sevilen ve okunan şair ve yazarlarının kısa hayat hikayesini hep beraber müşahade ettik.Allah, fani hayatlarını, hiçe sayarak bu dünyadan zevk ve sefa sürmeden göçüp giden, hak aşıklarını cennetiyle mükafatlandırsın.QAFQAZ ÜNİVERSİTESİÖMER CULFA2010,BAKÜ
[1] Ali Salettin, Ahmet Cevat Seçilmiş Eserleri-1, Bakü: Azerbaycan Devlet Neşriyatı-Poliografya Birliği, 1992, s.18-19.[2] Ömer Faruk Huyugüzel, Rıza Bağcı ve Fazıl Gökçek. M.Akif Ersoy Safahat -1 ZAMAN yayınları s.405[3] Tofik Mahmut ve Rahman Hasanov, Ahmet Cevat Sen Ağlam Ben Ağlarım, Bakü. Yazıcı Yayınları 1991, s.112[9] Ali Salettin, Ahmet Cevat, Bakü: Gençlik Neştiyatı, 1992, s.102.[10] Ali Salettin, Ahmet Cevat, Bakü: Gençlik Yayınları,1992, s. 44.[12] Ali Salettin Ahmet Cevat Seçilmiş Eserleri-1, Bakü: Azerbaycan Devlet Neşriyatı Poliografya Birliği Yayıncılık, 1992, s.1 - ..............................
Eserleri
Ahmet Cevat’ın günümüze kadar gelmiş fazla bir eseri yoktur. Onun elyazmalarıdan günümüze kadar gelenlerin sayısı tahminen 1130 sayfadır. Bunlardan, bazıları basılmış, bazıları ise hala basılmayı beklemektedir. Şairin eserleri Azerbaycan İlimler Akademisinin Elyazmaları İnstutusunda saklanmaktadır. Zaten Bakü’de kurşuna dizilerek, kendi vücüduyla beraber eserleri de ortadan kaldıralarak imha edilmişti. Onun edebi kişiliği 1918 yılında başlamış, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin yıkılmasıyla da sona ermiştir. İlk bilinen şiiri, 1913 yılında “Şelale” jurnalında yayınlanan “ Müthiş Düşüncelerim” adlı şiiridir. I. Dünya savaşı yıllarında o müthiş zülümleri görünce, hemen yardım cemiyetleri kurmaya başlayarak insanlara yardıma koşar. O yıllarda “İmdat” şirini kaleme alır. Bundan başka şairin “Şehit Esir”, “Mayıs”, “Uyan”. “Of Bu Yol” vb. şiirleri kaleme alır.Ahmet ’ın 1916 yılında ilk kitabı olan “Koşma” İstanbul’da yayınlanmıştır. 1919 yılında ise “ Dalga” ,1928 yılında ise, “İstiklal Uğrunda” adlı eseri yayınlanır. Onun ilk hikayesi Osmanlı askeriyle bir Rus askeri arasında geçen dostluğu konu alan “İki Düşman” adlı hikayesidir. Ahmet eserlerinde temel dayanak olarak Kur’an-ı Kerimi ve halk edebiyatını esas almıştır. Onun yayınlanan ikinci kitabı “Dalga” dır. Azerbaycan’ın Milli marşı da bu kitapta yer alır.Ahmet , Manzum hikayelerde de başarılı olur. Özellikle “Pamuk Destanı”, “Kür” gibi hikaye ve destanları meşhurdur. Bunlar arasında istiklaliyet uğrunda verilen mücadeleyi konu alan “ Sesli Kız” destanı en meşhurlarındandır.Onun vücuduyla beraber eserlerinin ortadan kaldırılmasıyla da iş bitmemişti. Gözü dönmüş, insanlıktan nasibini alamayanlar, ailesini de ortadan kaldırmaya and içmişlerdi. Onun vefadından hemen sonra, ailenin direği olan hayat arkadaşı Şükriye hanım’a sıra gelmişti. Evinde ne kadar elyazmaları, resimleri ve değişik eserleri varsa, hepsi toplanarak götürülmüştü. Zaten onun sadece eserleri değil, o günlerde aile fertlerinin bile yok edilme kararı çoktan verilmişti. Cavad ailesi hayatlarının sonuna kadar bu zülümleri iliklerine kadar yaşayacaklardı.Onu beğenmeyen, yazdığı şiirlerinden dolayı eleştirmek için fırsat bekleyenlerin yanında, Azerbaycan’ın büyük şairi Hüseyin Cavit yazılarında onu çok beğendiğini ifade ediyordu. “ Umumiyetle şairler hakkında yazılar yazmayan Hüseyin Cavit gibi bir sanatkar, Ahmet ’ın büyük bir şair olduğunu herkesten önce yazılarıyla gazetelerde yazmıştır.[1]” Eserlerinin çoğu günümüze kadar gelememiş ve değişik entrikalarla ortadan kaldırılmıştır. Eserlerini ortadan kaldırılması planlı yapılmış bir senaryo idi. Tek amaç, onun eserlerinin insanların eline geçmesini engellemekti. “ Ahmet Cevat’ın evi 1937 yılında talan edilmişti. Kitapları, el yazmaları, bir çok kıymetli eserleri kendisi ile beraber götrüldü. Ama daha sonraları evine defalarca yetkili insanlar gönderilerek arkada bırakılan elyazma ları da bir bir toplatılmıştı.” [2] Zaten o günlerde evinde bir aile ferdi bile kalmamıştı. Bütün aile fertleri çoluk çocuk demeden dağıtılmıştı. Başta hanımı olmak şartıyla Kazakistan’a sürgüne, çocukları değişik bakım evlerine gönderilmişti. Evine sahip çıkacak bir ferd bile yoktu. Daha sonraları da kapılarına mühür vurularak, tüten en son ocakları da söndürülmüştü. “ kapısına mühür vuruluşundan istifade eden komşuları, evine pencerelerden girerek yerlere savrulan elyazma eserlerini toplayarak, imha etmişlerdi.. Bunlardan başka kendisine ait fotoğraflar ve ne kadar kıymeti biçilemeyen eserleri varsa, kimselere ulaştırılmadan ortalıktan kaldırılmıştı..” [3]Ahmet Cevat çok güzel bir karaktere ve müthiş bir basirete sahipti. Bazı eserlerinin günümüze kadar gelip ulaşmasında onun basiretinin çok büyük rolü vardı. Bu eserler akraba ve komşulara saklamak için verilen eserleridi. Daha önceden olayları sezmiş olacak ki, bazı eserlerini ve şahsi eşyalarını yakın olduğu insanlara ulaştırmayı başarmıştı. “ .. kendine mahsuz bir hassaslıkla yazdığı eserlerden bazılarını komşularına, dostlarına, hemşehrilerine ulaştırmayı başarmıştır. Matbu eserleri yanında bizlere ulaşan bu eserlerin numuneleri, onun istidatları, hüneri, karakteri hakkında tek bilgi kaynağıdır.” [4] Onun bazı eserleri bugün Azerbaycan İlimler Akademisinin elyazmaları instutusunun Nizamı adına Azerbaycan Edebiyat Müzesinde korunmaktadır.Ahmet Cevat’ın eserlerinin yok edilmesi hakkında değişik riyavetler vardır. Onun hakkında Azerbaycan’da ilk ve tek geniş çaplı araştırmalarıyla tanınan Ali Saleddin şu meseleyi neklediyor. “ Ben Ahmet Cevat hakkındaki araştırmama devam ederken. KGB’nin yüksek rütbeli görevlilerinden olan GUOZDYEV ve yardımcısı GUSAROV’un imzaları olan bir tutanak elime geçti. Bu tutanaktaki ifadeleri görünce adeta tüylerim diken diken olmuştu. GUOZDYEV ve GUSAROV’un ifadelerine göre: Ahmet hakkında mahkeme soruşturması esnasında topladığımız ne kadar kitap, dergi, el yazmalar, gazetelerde çıkmış yazı ve resimler varsa hepsini 4 Temmuz 1937 tarihinde idamından hemen sonra yakarak imha ettik” deniliyordu.[5]Günümüze kadar ulaşan bazı eserleri:1. Koşma ( şiir kitabı)2. Dalga ( şiir kitabı)3. Medrese Şiirleri4. Şükriyename (şiir kitabı)5. İstikla Uğrunda6. İki Düşman ( Osmanlı-Rus askerleri arasında geçen dostluğu anlatan)7. Kuk-kulu-gu ( Çocuk şiirleri ve ninnileri)8. Kür Destanı Poeması: Kür çayının başladığı yerden başlayarak döküldüğü hazar denizine kadar geçtiği yol hikaye ediliyor. Hatta şair Kür çayına dönerek, onun halk idaresine teslim olmasını ister.9. Sesli Kız Poeması : Mevzusunu tarihten almıştır. Asıl işlenen konu azadlık uğrunda savaşmaktır.10. Pamuk Destanı Poeması : Bu destanda şair, pamuğun ilk vatanından, onun yayılmasından ve Azerbaycan’a getirilmesinden genişçe bahseder.Tercüme Eserleri:1. Otello ( Şeksbir)2. Romeo ve Julyet ( Seksbir)3. Kaplan Derisi Giymiş Pehlivan ( Ş.Rustavel)4. Babalar ve Oğulları ( Turkenev)5. Padişahın ölmüş kızı ve yeni Pehlivan masalı (Puşkin)6. Kırmızı Horoz Masalı ( Puşkin)7. Tunç Atlı ( Puşkin)8. Saray Ayanına ( Permantov)9. Dvoryan Ziyalılığına (Permantov)10. Ancak 18 yaşında ( Georg Veyert)11. Sıçanların Müşaveresi ( Jan Lafonten)12. Dişi Arslanın Defni ( Jan Lafonten)* Poema: Menzum veya adeten lirik şeklinde yazılan ve müzik eşliğinde sahnelenen eserlerdir.Makalelerinden bazıları:1. Yeni Nesil ve İçtimai Yaralarımız2. Ramazan3. Kars Heyetinin Yaptığı İşler.4. Batum Müslüman Birlik Cemiyeti3.1 Edebi Şahsiyeti
1918 yılları Ahmet Cavat’ın edebiyat sahnesine çıktığı ve meşhurlaştığı yıllarıdır. 70 yıl Azerbaycan topraklarında hüküm süren sosyalizmin kurduğu sistem içerisinde yaşayan bir şairin, kendi duygu ve düşüncelerini rahat bir şekilde ifade etmesi mümkün değildi. Eğer rahat bir şekilde ifade edebilecek biri çıksa da, can-mal, evlad-u iyal, kısacası her şeyi göze alması gerekiyordu. Ya da, bazı şairlerin yaptığı gibi, kendi duygu ve düşüncelerini değil de, sosyalizmin güzelliğini, mükemmelliğini anlatmak şartıyla ses çıkarılmıyordu. “ Ahmet sovyet devrinde yazdığı bütün yazılarına göre tazyiklere, mezelletlere, takiplere ve dayanılmaz işkencelere maruz bırakılmıştı. Her şiiri yayınlandığında en az on-onbeş defa değişik yerler ve şahsiyetler tarafından acımasızca tenkite tabi tutulurdu. Bundan dolayı kendisi birkaç defa da hapsolunmuştu[6].O, ancak vicdanının ve milletinin sesine kulak veriyor, şiirlerinde de sadece bu konuları işliyordu. Başkaları gibi dikte ile, sürgün korkusu ile, zindan korkusuyla kabuk değiştiren dalgavuklarla hiçmi hiç arası yoktu. Bunu da kendine ve şairliğine bir zül saydığı için, resmi gayrı resmi bütün toplantı ve konferanslarda sürekli eleştirliyordu. Hatta onun aleyhinde en güzel şiir yazan ve en kötü ve acımasız makaleler yazıp dökenler adeta mükafatlandırılıyordu. Onun yazdığı yazıların başkalarının eline geçmemesi için, eserleri toplatılmış ve onunlada kalmayıp, “ Gazeteciler Cemiyetinden” bir halk düşmanı olarak ihraç ediliyordu.Ahmet Cevat, bedii eser vermeye 20. asır önceleri başlamıştı. İlk şiir kitabı 1916 yılında yayınlanan “koşma” dır. Daha sonra 1919 yılında “ Dalga” kitabı yayınlanmıştır. Bu eserler dünya’nın en karışık olduğu 1916 yılında neşr edilmişti. O, gönlünden geçenleri çekinmeden dünyaya haykırmaya devam ederken, Rus işgalıyle ayrı bir devrin başlayacağından belki de hiç haberi olmamıştı.Sovyet hakimiyeti devrinde de çizgisinden hiç taviz vermedi. Bir çok önemli eseri Azerbaycan diline tercüme etti. Bunlardan bazıları; “ Şekspir’in Otello, Romeo ve Julyet, Ş.Rustavellinin Kaplan derisi giymiş Pehlivan, Türkenev’in Babalar ve Oğulları vs.” tercüme ederek Azerbaycan edebiyatına kazandırmıştı. “ Lakin Ahmet Cevat, kudretli bir lirik ustası olarak en parlak devrini Bağımsız Azerbaycan Devletinin kurulmasıyla yaşamıştır. 0 asrın ilk 10 yılında Azerbaycan medeniyetinin en zengin sayfalarından birini yaşanıyordu. Bu devirde çok kuvvetli edebiyatçılar olmasına rağmen Ahmet Cevat haklı olarak, Azerbaycan tarihinde ilk istiklal şairi olarak milletinin sinesinde kendine has bir yere oturmuştu.” [7]Evet, O, yaptığı işlerden hiç bir zaman mükafat beklemeyecek kadar kadirşinas bir şahsiyetti. Ahmet ’ın bir muhakemesinde ona düşman olan ve ondan hoşlanmayanlar her türlü yola başvuruyorlardı. “... yine bu Cevat meselesi gündeme geliyor...... O dur ki aziz arkadaşlar, ben Cevat meselesine son noktayı koyuyorum. O her zaman bizi aldattığına ve bu zamana kadar kendini bize ıspatlayamadığına göre Gazeteciler Birliğinden atılsın”[8]Evet, Ahmet Cavad bu zamana kadar onlar gibi başkalarına yaslanmamış ve onlara dalkavukluk yapmamış, kalbinin ve milletinin dili olmuş haykırmıştı. O bu yolun sonunda ölüm bile olsa dönmeyi asla düşünmüyordu. Öyle bir zihniyet ki, bir zamanlar kendisini altın kalem ödülüne layık görmüş, daha sonra onu yazdıklarına göre vatan haini ilan etmişti. Bundan dolayıdır ki, Ahmet Cevat’ın muhakimelerinde mevzu edebiyatın, sanatın ve medeniyetin inkişafı değildi. Asıl mesele komünist partisinden, ideolojiden, Rus siyasetintendi.Bu devirlerde edebiyat alanında büyük bir Rus hakimiyetinin ağırlığı her yönüyle kendini belli ediyordu. Yazılan şiirler, makaleler, tiyatrolar vb. Her şeyden üfül üfül sosyalizm esintileri geliyordu. Hele milli ve manevi duyguların ifade edilmesi asla mümkün değildi. Eserlerinde bu mevzuları işleyen Azerbaycan sanatkarları halk düşmanı, milliyetçi, panturkist panislamizim diye damgalanıyor ve sonunda kurşuna dizilişe kadar uzanan bir koridora girmeye gitmeye mecbur bırakılıyordu.Bunlar içerisinde sürgüne gönderilen ve oralarda hayatını kaybeden, Hüseyin Cavid ve Ahmet Cavad’ın ayrı yeri vardır. Ahmetd Cavad, Rusların bütün bu baskılarına rağmen, milli ruh ve milli düşünceyi başka sembollerle ifade ederek adeta ölüme meydan okuyordu.Ahmet Cevat, hayatının sonuna kadar ömrünün büyük bir bölümünü geçireceği hapishane hayatıyla ilk defa 1923 yılında tanışmıştı. O, Ruslar tarafından bir Türkiye hayranı olduğu ta baştan biliniyordu. Mirza Bala Memmedzade’nin Sahte pasaport düzenleyip, Türkiye’ye kaçmasıyla alakalı o sorumlu tutuluyordu. Zaten böyle şeylere ancak o cesaret edebilirdi bu herkes tarafından da biliniyordu. Ama gerçektende bu olayla onun hiçbir alakası olmamıştı. Bu ilk olaydan yakın arkadaşları sayesinde kurtulan Cevat, gerçek manada ilk hapıshane hayatıyla “ Göy Göl ” şiiri sayesinde tanışmış oldu.1920-1925 yılları arasında dör-beş şiiri ancak yayınlanabilmişti. 1925 yılında ölmez eser olarak nitelendirilen “ Göy Göl ” şiiri yayınlanmıştı. Yıllardır onu birşeylerle itham etmeye çalışanlara gün doğmuştu. Bu fırsat çok iyi değerlendirilmeliydi. Çünkü bu şiirde Türkçülük şimgesi olan ay ve yıldızdan bahsediliyordu. Gence medresesine girdiği gün, nasıl hayatının dönüm tarihi olarak nitelendiriliyorsa, ilk defa kurşuna dizilecekler listesine adının yazılmasına sebep yıldız ve ay ilk defa bu şiirde yer alıyordu.Senin güzelliğin gelmez ki, sayaKoynunda yer vardır yıldıza aya,Aslında bu şiiri, elden gitmek üzere olan Azerbaycan’a yakılmış bir ağıt olarak ele alır. Dost bivefa, düşman kuvvetli olunca elden de başka birşey gelmiyordu. Onların en büyük silahi gönüllerindeki ızdırap kıvılcımlarının kan yerine mürekeple yazıldığı kalemleriydi.“ ..... yürekten gelen bir şiir için hadsız işkencelere dayanmayı göze alan şair, Göy Göl’e hasrettiği bağımsız Azerbaycan’ın devrilmesine bir ağıt olarak yazmıştı. Aynı zamanda bu şiir Azerbaycan için yas tutma manasına da geliyordu...”[9]Evet, Ahmet Cevat bütün ailesini, varını yoğunu hatta canını bile kaybettiyse de, Azerbaycan Devletinin ileride istiklaliyetine kavuşacağı ümidini hiç kaybetmemişti.1918 yıları Ahmet için tanınma dönemi sayılır. O yeni bir ses, yeni bir soluk getirmişti edebiyata ve şiire. O devirde her şeyi ile kendini unutan, milli ve manevi duygulardan uzaklaşan insanları, bu derin gaflet uykusundan uyandırmak, onlara dost ve düşmanın kim olduğunu, vatan ve millet üzerine ne oyunlar planlandığını anlatmak gerekiyordu. Sağına soluna bakmadan, kimse yok mu demeden bu yola baş koymak gerekiyordu.Bu uğurda sadece şair olmak, kalemi kuvvetli olmak yetmiyordu. 1920 yıllardan Azerbaycan edebiyatında başlayan dikdatörlük devri gemi azıya almış, kimselere göz açtırmıyordu. Her şeyden önce bu işe girecek bir şair, canını, malını ve hatta hayatını ortaya koyması gerekiyordu. Ahmet Cevat’da zaten bunu yapmıştı.Bir gül ektim açılmamiş derdiler,ZAhmetimden bana bir diken kaldı.Emek çektim, gün geçirdim, gül ektim,Emeğimden solgun bir fidan kaldı..[10]“ Sovyet devrinde milli azadlık mevzularını eserlerinde işlemek kesinlikle yasaklanmıştı. Buna rağmen Ahmet Cavat, bir an olsun eserlerinde bu mevzuları işlemekten geri durmadı. O eserlerinde milli istiklal, azadlık ve vatan kelimelerinin yerine başka semboller kullanmıştır. Mesela: Milli azadlık ve vatan kelimelerinin yerini sevgili ve kadın sembolleriyle ifade etmiştir.”Hani senin her aşığa her gence,Aşk okuyan kalbin sönmüştür bence,Bulmuyorsa kalbin artık eğlence,Sen ağlama ben ağlayım, güzelim...[11]Evet, Ahmet Cavad bütün evlatlarının hasreti yanında bağrını yakan başka bir ateş daha vardı. Bu ateş esarete boyun eğdirilmiş, asıl sevdası olan Azerbaycan sevdasının gönüllerden silinmesi ve unutturulmasıydı. Bütün fikrini meşgul eden, geceleri uygusunu kaçıran, evlatlarının hasret acısını bastıran bu sevgiyi “Unutulmuş Sevda” diye dile getirmişti.Beni çok genç iken ağlattı zaman,Çekerek perde o hoş manzaraya.Benim ilk aşkımı ilk elde hemen,Gömdüler bilmedim, ama nereye? [12]Şiirlerinde değişik semboller kullanmasına rağmen, Sovyet hükümetinin bu sembolleri çözmesi çok uzun sürmemişti. Artık bu sevdayı tamamen unutturmak ve ortadan kaldırmak için, sadece şairi değil, onun kılcal damarlar gibi bağlı olduğu bütün ailesini ortadan kaldırmak gerekiyordu. Buna Sovyet hükümeti adeta and içmişti. Evet bu sevda bir kadına ilanı aşk değildi, bu sevda bir güzele aşık olmak değildi, bu aşk dünyalıklar içerisinde zevku sefa sürmek değildi, bu aşk hayatını hayat etmek, saraylarda yaşamak değildi, Bu aşk Azerbaycan, bu aşk vatan-millet aşkıydı.Dargınım ben böyle bahta,Yüreğim kan lahta lahta.Bak ki, kimler çıktı tahta,Küstü kimin bahtı, bağlar?[13]“Göygöl” şiiri onun hayatında çile ve ızdırabın başlangıcı olmuştu. Şiirinde milliyetçilik yapıyor diye ikinci defa hapishaneler yolu kendisine açılmış oldu. Zaten bu koridordan kurşuna dizileceği güne kadar çıkamamıştı. Bu koridorun sonu yeni bir hayatın başlangıcıydı. Bu koridorun sonu, doğduğunda isminin koyulduğu dedesi Cevat Han’ın yoluna çıkıyordu.Kurtulmak istedi bu güzel yurdun,Çardan ayrılarak bir devlet kurdun.Yeni kızıl Çar’a sen karşı durdun,Kuvvetin yetmedi savaşa, göygöl.Evet, gerçekten de Ahmet Cavatların, Hüseyin Cavid’lerin, Mikail Müşfiklerin ve daha nice nice adsız kahraman kadın ve erkeklerin gücü Kızıl Çar’a yetmemişti. Ama bu insanlar hep ümitle yaşadı ve gelecek yeni nesillere de hep ümit ve vatan aşkı aşılayıp gittiler. 1920 yıllarda edebiyatın dikdaturluk etkisi altına girmesine rağmen Ahmet Cavad, her yönüyle çembere alınmış adeta ağız açamaz hale gelmişti. Çünkü o, bir milliyetçi ve vatanperverdi. Zaten şairin şiirleriyle başının derde girmesi de bu devre rastlar. Bunu şu mısralarıyla ifade eder:“ Yaralıdır, gönül kuşum yaralı,Yaralandı yazık şair olalı”
[1] Saleddin Ali-I, s.21[2] Saleddin Ali, Ahmet Cevat, s.5.[3] a.g.e.[4] Saleddin Ali, Ahmet Cevat, s.5[5] Saleddin Ali-I, s.30[6] Saleddin Ali-1, s. 22.[7] Aliyeva Aybeniz, s.5 .[8] Saleddin Ali-I, s. 28.[9] Aliyeva Aybeniz s.7.[10] Mahmut Tofik ve Hasanov Rahman, s.90.[11] Aliyeva Aybeniz, s.6.[12] Mahmut Tofik ve Hasanov Rahman, s.58.[13] Aliyeva Aybeniz, s.29.- /////////////////////////////////////////////////////////
- http://www.kimkimdir.net.tr/marslar/azerbaycan-ulusal-marsi
- https://youtu.be/PWycUXCxZu8
Azerbaycan Ulusal Marşı
Azerbaycan Ulusal Marşı (Azerice: Azərbaycan Respublikası Dövlət Himni), Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ulusal marşıdır. 30 Ocak 1920 tarihinde açılan yarışmada ulusal marş olarak seçilmiştir. Ülkenin 28 Nisan 1920’de Sovyet yönetimine girmesi üzerine kullanılamamıştı. 27 Mayıs 1992’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesi üzerine 1918’deki kısa bağımsızlık döneminde yaratılan marş ülkenin ulusal marşı oldu. Sözleri Ahmet Cevat, bestesi Üzeyir Hacıbeyov‘a aittir.Azeri Türkçesi
Azərbaycan! Azərbaycan!
Ey qəhrəman övladın şanlı Vətəni!
Səndən ötrü can verməyə cümlə hazırız!
Səndən ötrü qan tökməyə cümlə qadiriz!
Üç rəngli bayrağınla məsud yaşa!
Üç rəngli bayrağınla məsud yaşa!Minlərlə can qurban oldu,
Sinən hərbə meydan oldu!
Hüququndan keçən əsgər!
Hərə bir qəhrəman oldu!Sən olasan gülüstan,
Sənə hər an can qurban!
Sənə min bir məhəbbət
Sinəmdə tutmuş məkan!Namusunu hifz etməyə,
Bayrağını yüksəltməyə,
Namusunu hifz etməyə,
Cümlə gənclər müştaqdır!
Şanlı Vətən! Şanlı Vətən!
Azərbaycan! Azərbaycan!
Azərbaycan! Azərbaycan!——————————-Türkiye Türkçesi
Azerbaycan! Azerbaycan!
Ey kahraman evladın şanlı vatanı!
Senin için can vermeye hepimiz hazırız!
Senin için hepimiz kan dökebiliriz!
Üç renkli bayrağınla mesut yaşa!
Üç renkli bayrağınla mesut yaşa!Binlerce can kurban oldu,
Sinen bir savaş meydanı oldu!
Kendilerinden geçen askerlerin,
Her biri kahraman oldu!Sen olasın gül bahçesi,
Sana her an can kurban!
Sana binbir muhabbet,
Sinemde tutmuş mekân!Namusunu korumaya,
Bayrağını yükseltmeye,
Namusunu korumaya,
Bütün gençler hazırdır!
Şanlı vatan! Şanlı vatan!
Azerbaycan! Azerbaycan!
Azerbaycan! Azerbaycan!Söz Yazarı:Ahmet Cevat
Beste:Üzeyir Hacıbeyov
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder