6 Kasım 2018 Salı

Bektaş ve Mektupları

https://www.facebook.com/memories/?source=promotion_feed_story&story_id=10151284167907700

Yaz
Cevap bekleme..
Bizim
Alaca da bir "Bektas" imiz vardi..
Hali vakti yerinde bir ailenin çocugu..
Derlerki Lise yillarinda bir bayan ogreticiye abayi yakmis..
Liseliye ogreticisi pas vermemis..
O da gara sevdaya yakalanmis..
.....
Bektas, omuzunda uzun bir sopa..
Sopanin sirt tarafina gelen ucum da bir file...
Askina yazdigi mektuplari, sanki gönderiliyormuş gibi o fileye koyar..
File dolar taşardi..
Bektas, o metuplarla Alaca yollarini arsinlardi..
Cok nazik ve sadece istediği insana nezaketle " iyi günler" diyen Bektas'a halk, ..... Diyordu..
Peki
Cadir da mektup yazan ve yazdiranlara ne demeli?..
Chp'li Tekirdağ Malkara belediyemizi gördünüz mü sevgili çağdaş bireyler
Ata'ya mektup çadırı açmış, isteyen gidip atamıza mektup yazabiliyormuş😍
Ne zaman cevap verir acaba atam. Çok bekletir mi ki😬

//////////////////////////////////////////////////////////////

ŞÜKRÜ BİLGİLİ ANLATIYOR::


http://www.sukrubilgili.net.tr/h_5834/alaca-ilcemizin-mecnunlari/


"ALACA İLÇEMİZİN MECNUNLARI”

"ALACA İLÇEMİZİN MECNUNLARI”


 Paylaş
  17 Ekim 2016 16 : 45 

"Bu yazımı Alaca'mızın tüm mecnunlarından, ailelerinden, yakınlarından ve akrabalarından özür dileyerek y azıyorum.

Bugün sizleri hayatın değişik bir dünyasında gezdireceğim.

“Aklını ve şuurunu kaybetmiş, akıl ve şuur dengesi bozulmuş kimseye, mecnun, meczup, divane ve deli.” deriz.

Allah hiçbir kimseyi mecnun, meczup, deli divane yapmasın. Yüce Yaradanımız, bizlere vermiş olduğu aklın ve şuurun kıymetini bilmemizi ve kendisine de şükretmemizi hatırlatmak için gözümüze sokar gibi çevremizde mecnunları, meczupları ve delileri ibreti alem için yaratmıştır.

İnsanlar bu mecnunları, meczupları, delileri gördükçe ibret alıyorlar mı?

Sanmıyorum....

Acaba kaçımız onlarla kendimizi kıyaslayarak Allah'a şükrediyoruz.





İlçemizde nice mecnunlar geldi geçti. Uzun yıllardır Alaca'mızda bulunmadığımdan şimdi hangi mecnun var bilmiyorum. “78 Kuşağı Bizler” çocukluğumuzdaki “Ökkeş”i, “ Cemal”i, “ Bektaş”ı ve “ Zeliş”i çok iyi hatırlarlar.

Bunlardan, Alaca'mızın Çorum yolu ile Yozgat yolunun doğusunda kalan mahalleleri kendisine, batısını da “Zeliş”e bırakan pehlivan görünümlü ve elindeki şarap şişesiyle avare avare dolaşan, daha sonra da bir duvar dibine sızıp kalan “Cemal” ile üniversite hayatında aşık olduğu kıza kavuşamadığından dolayı mecnun olan, fakat konuşmalarıyla kültürlü biri olduğu anlaşılan, uzun saçları ve asasıyla hemen dikkati çeken “Bektaş” artık aramızda yoklar;her ikisi de öbür dünyaya intikal ettiler.

Acaba “Ökkeş” 'den haberi olan var mı?

Çocukluğumuzda çok korkardık mecnunlardan. Bu yüzden sinemaya gittiğimizde, çarşıya çıktığımızda sağımıza solumuza dikkatle bakar, onları uzaktan izlerdik. Kaçma mesafesine geldikten sonra iki elimizi ağzımıza getirir “Ökkeeeş”, “Cemallll”, “Zelişşş”, “ Bektaşşş” diye bağırır, kızdırırdık o garibanları. Onlar kızdıkça bizler de çok zevk alırdık. Bizlerle beraber aklı başındaki kişilerde bu insanlarla eğlenirlerdi.

Aslında doğru bir davranış değildi. Hiçbir kimse de bizi uyarmazdı, yaptığımız hareketten dolayı. Belkide büyüklerimiz ikaz ettiler bizleri, ama onları hiç dinlemedik.

Her cumartesi ve pazar sabahı yürüyüş için İncirli semtindeki Çiçekli Parkı'na giderim. Yine bir gün parkın yürüyüş parkurunda komşumuz Ahmet Amca ile yürürken sağ tarafımda bir ağacın altında ayakta gelene giden dikkatlice bakan bizim “Ökkeş”i gördüm.

Şaşırdım kaldım. İçimden “Acaba bu bizim çocukluğumuzdaki Ökkeş mi?” dedim.

Ben şimdi kırk beş yaşındayım. Ökkeş'in kaç yaşında olduğunu da siz hesaplayın. Kendi kendime “Ökkeş acaba bu zamana kadar yaşamış mıdır? Bu olsa olsa bizim “Ökkeş”in bir benzeridir.” dedim. Sonunda dayanamadım. İkinci turdan sonra yanına yanaştım.

-Hemşehrim sen Alacalı mısın? Dedim.

-Evet, dedi. Niye sordun?

-Sen Alaca'nın Denizhan Mahallesi yolu üzerinde mi oturuyordun?

-Evet,

-Nerde kalıyorsun şimdi? Dediğimde eliyle “Papaz Deresi” tarafını gösterdi.

-Babanla mı berabersin?

-Evet, der demez bizim Ökkeş yavaşça çocukluk günlerimizde olduğu gibi vaziyet almaya başladı, ileride yerde serili küçük taşların yanına gitti. Ben de başka bir şey demeden uzaklaştım.

Beni göremeyecek mesafedeki bir ağacın arkasına saklandım. Sabahın o seherinde “Ökkeeeeş” diye seslice bağırdım. Yürüyüş yapan insanlar beni tam göremedikleri için “Bu ses nereden geliyor diye?”sağa sola baktılar. Bense ağaçların yaprakları arasında Ökkeş'i izliyordum. Ökkeş sesimi duyunca ne yapacak diye merak ediyordum.

Otuzbeş yıl geçmesine rağmen “Ökkeş Ökkeşlikten” ben de “çocukluktan” vazgeçmemiştim. Ökkeş sesimi duyar duymaz birden kulaklarını dikti, ayaklarını yan yan basarak sesi aramaya başladı, bir eliyle de yere eğilip küçük taşlara sarıldı. Beni görse idi inanın çocukluğumuzda olduğu gibi evimize kadar kovalardı. Ama beni göremiyordu.

İnsanların ter döktüğü o parkta ben sesimin çıktığı kadar “Ökkeeeş” diye nasıl bağırmıştım, bilemiyordum. Hatta komşumuz Ahmet Amca “Şükrü ayıp olmuyor mu böyle bağırman?” diye bana kızmıştı.

İnsanlar yaşı kaç olursa olsun zaman zaman çocukluk günlerini yaşamak istiyor. Bir kaç dakika içinde Ökkeş ile çocukluğumu bu parkta yaşamıştım. Bir başkasının mutsuzluğuna rağmen ben mutlu idim. Bir anda yedi ile on yaşlarına daldım, gittim...

Okul dönüşünde Ökkeş bizi kanatlı kapılarının önünde elleri arkada beklerdi. Bizler Ökkeş'in yanından tıpış tıpış geçerken göz göze gelirdik. Ökkeş bizi iri gözleriyle dikkatlice takip ederdi. Ne biz de, ne de Ökkeş'te çıt yoktu. Ökkeş'in taş atma mesafesini geçer geçmez “Ökkeeeeş ! Ökkeeeş!” diye bağırmaya başlardık.

Ökkeş hemen harekete geçer, yerden taşları alır, kuvvetlice atar, küfürle karışık bir sesle, eskiden Kanlıbostan mevkiinden sel gelmesin diye Denizhan Mahallesinden başlayıp Muhacir Mahallesine kadar toprakla doldurulan Sete kadar bizleri kovalardı. Bizlerse katıla katıla güler önünde çil yavrusu gibi o yana bu yana kaçardık. Her okul dönüşümüz “Ökkeş”le eğlenerek geçerdi. Ökkeş'i kapıda göremediğimiz günleri ise üzülürdük.

Aynı “Ökkeş” yine yıllar önceki gibi ”Ökkeş” sesini duyduğundan sinirli ve kızgındı. Elindeki taşı sesin sahibine vurmak için sabırsızlıkla kenarda bekliyordu.

Sırf çocukluğumu yaşamak için “Ökkeş”i rahatsız etmiştim. Bu doğru bir hareket değildi. Bunun bilincindeydim. Ama hislerime birden hakim olamamıştım.

Keşke “Ökkeş”, çocukluk günlerimde bizlere savurduğu taşlardan birini başıma vursaydı da yıllar sonra aynı hatayı yapmasaydım.

Bu yüzden “Ökkeş”ten ve tüm “Mecnunlardan” özür diliyorum.

Çünkü ayrı bir dünyada yaşayan mecnunlarımızı rahat bırakalım, onları sadece güleceğiz diye zevklerimize ve eğlencelerimize alet etmeyelim. Bizleri bu konuda büyüklerimiz uyarmadı. Ne olur; çocuklarımıza, “mecnunlarla eğlenilmesinin çok yanlış bir davranış olduğunu” anlatalım ve onları uyaralım....

Sözü mecnunlarla ilgili bir fıkra ile noktalayalım.

Adamın lastiği tam tımarhanenin önünde patlamış. Ancak kaldırıma yanaşabilmiş. Sonra işlem malum... Kriko, stepne, bijon anahtarı derken bir de bunların yanına talihsizlik eklenince, söktüğü 4 adet bijon yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer. Mazgal açılır gibi değil, bijonlar görünür gibi değil.

Talihsiz sürücü bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz duygular içerinde kaderiyle baş başa kaldırıma çöker.

Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir mecnun “Çaresiz adam” ın halini bir süre daha acıyarak izledikten sonra seslenir:

-Heyy salaaak ! Sen ne yapıyorsun orda öyle?

-Sorma birader, lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.

-Düşürdüğün şeye bak! Sök öbür lastiklerden birer tane. Sok hepsi 3 bijonlu olsun.

Adam lastiklere bir bakar bir de deliye ve sanki aklına bir fikir gelmiş gibi işe girişir. Herşeyi tamamlayıp bağaj kapağını kapatan sürücünün aklı deliye takılır. Arabasına binmeden evvel ona seslenir:

-Yahu birader! Bu kadar zekan varken seni o tımarhaneye neden tıkdılar.

-Biz burada delilikten yatıyoruz, salaklıktan değil.

İlçemizin tüm mecnunlarına selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

Not: Bu yazı 2002 yılında yazıldı. Şu anda “Zeliş” kardeşimizde Hakkın rahmetine kavuştu. Rahmetli olan ilçemizin tüm mecnunlarına Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanları Cennet olsun. Rabbim onların yüzünü Cennet’te güldürsün....
///////////////////////////////////////////////////
DADDO-DESTAN-MAMELİ !!!!!!
http://m.sukrubilgili.net.tr/hdetay.php?aid=5836

Kaydet
Alacalı hemşerilerim, “Daddo-Destan-Mameli” kelimeleri sizlere neyi hatırlatıyor?
Bu üç kelimeyi ancak bir bizim kuşak.;78 kuşağı yani 1958’lerde doğmuş ve üniversiteyi 1978’lerde veya daha sonraları bitirmiş; çocukluğunu, ilkokul, orta ve lise yıllarını güzel ilçem Alaca’da geçirmiş; özellikle lise ve üniversite yıllarında sağ ve sol çatışmaların alevlendiği, her gün beş-on kişinin öldüğü yıllarda ateş çemberinden geçmiş nesil ile bizden önceki kuşak olan ağabeylerimizin 68 kuşağı hatırlar.
Daha önce yayımladığım “Alaca İlçemizin Mecnunları” yazımın girişinde:
“İlçemizde nice mecnunlar geldi geçti. Uzun yıllardır Alaca'mızda bulunmadığımdan şimdi hangi mecnun var bilmiyorum. “78 Kuşağı Bizler” çocukluğumuzdaki “Ökkeş”i, “ Cemal”i, “ Bektaş”ı ve “ Zeliş”i çok iyi hatırlarlar. “ demiş,
“Bunlardan, Alaca'mızın Çorum yolu ile Yozgat yolunun doğusunda kalan mahalleleri kendisine, batısını da “Zeliş”e bırakan pehlivan görünümlü ve elindeki şarap şişesiyle avare avare dolaşan, daha sonra da bir duvar dibine sızıp kalan “Cemal” ile üniversite hayatında aşık olduğu kıza kavuşamadığından dolayı mecnun olan, fakat konuşmalarıyla kültürlü biri olduğu anlaşılan, uzun saçları ve asasıyla hemen dikkati çeken “Bektaş” artık aramızda yoklar;her ikisi de öbür dünyaya intikal ettiler. “ diye bir hatırlatma yapıp “Ökkeş” ile ilgili anılarımı anlatmıştım...
Yazım çok beğenildi ve yazıma güzel yorumlar yapıldı. Yorumların içinde bazı mecnunların yazılmadığı eleştirisi de vardı. Çocukluğumda beni etkileyen mecnunlardan bahsetmiştim... Ama birkaçını unutmuşum. Onları da Hacı Kaya kardeşim ve Mevlüt Asa abimiz bana hatırlattı.
Hacı Kaya kardeşim “ Onlar Allah’tan bizlere emanettir. Senin tanımadığın Hacı Ömer, Tahsin benim yanımda. Tahsin ve Sadık’ta vardı. Şimdi benim bildiğim yaşayan Harun, Sadık. Bir de mürid peydah olmuş Alaca’ma.” demiş, Mevlüt Asa abimiz de “Arkadaşlar buruda noksanlar var. Dursun vardı. Daddo, Ramis vardı. Onların resimleri yok mu?” diye bir soru sormuş.
Ben bugün sizlere “Zeliş, Cemal, Bektaş ve Ökkeş “gibi çocukluğumda beni etkileyen ve zihnimde derin izler bırakan ve ilk yazımda ismini sehven unuttuğum DADDO’dan bahsedeceğim.
DADDO ismini ilçemizde O’na kim vermişti? Ne anlama geliyordu? Ben şahsen bilmiyorum. Bilen varsa yazarsa iyi olur.
Alaca’mızda “Destan Kültürünü” çocukluğumuzda bizlere yaşatan Daddo’muz yaşıyor mu bilmiyorum...
Birçok genç “Destan Kültürü” de nedir diyebilir. Gerçi bu kültür şu anda ilçemizde unutulmuş durumda.
Daddo denince Alaca’mızda ilk akla gelen kelime bana göre “DESTAN” ve MAMELİ” dır…
Çocukluğumuzda, “Destan – Mameli” kelimeleri, Daddo ile özdeşleşmişti.Mameli, Destan denilince Daddo hatırlanıldı.
Türk Dil Kurumu Sözlüğünde Destan , “1. Tarih öncesi tanrı, tanrıça, yarı tanrı ve kahramanlarla ilgili olağanüstü olayları konu alan şiir, Manas, Şehname, İlyada, Kalevala birer destan örneğidir. 2. Bir kahramanlık hikâyesini veya bir olayı anlatan, koşma biçiminde, ölçüsü on bir hece olan halk şiiri. 3. Çağdaş Türk edebiyatında biçim ve içerik yönünden, geleneksel destanlardan ayrılık gösteren uzun kahramanlık şiiri: Üç Şehitler Destanı. Çanakkale Destanı.” olarak tarif edilmiş.
Bizim Daddo’nun elinde tomarla sattığı Destanlarda, her hafta veya her ay konusu değişen ; Çorum ilimizde veya Alaca ilçemizde sevdadan dolayı kavuşamayıp ölen aşıkların veya kan davasından dolayı öldürülen bir gencin veya askerde şehit olan bir askerin ölümlerini acıklı bir şekilde anlatan dörtlükler yazılı idi.
Benim gibi çok duygulu bazı insanların Daddo’nun destanlarını dinlerken, okurken ağladıklarına çok şahit olmuştum.
Daddo, rahmetli abim Tatar Satılmış’dan yaşça ve bedence biraz büyüktü ama onların kuşağının adamıydı.
Abimgilin kuşak çok iyi tanıyordu ve onunla sebze pazarında bir kardeş gibi işaret diliyle sohbet ediyorlardı ve kahkaha ile karşılıklı gülüşüyorlardı.
Daddo, “Aklını ve şuurunu kaybetmiş, akıl ve şuur dengesi bozulmuş bir mecnun, bir meczup bir divane ve bir deli” değildi.
Daddo, aklı-başı yerinde, iri yapılı babayiğit güzel bir insandı. Onun bir adımı normal bir insanın iki adımına denkti. Cüsseliydi ve heybetliydi…
Ramiz adında bir de abisi vardı. Abisi de Daddo gibi iri yapılı biri idi.
Daddo, evimizin yukarısındaki mahallede Tezekan’da yaşıyordu. Tezekan , Özhan mahallesine, bizler tarafından çok tezek yapıldığından dolayı verilen bir addı.
Daddo’nun sokağımızdan başını öne eğererek, “daddara daddara dat” gibi kendince bazı sesler çıkararak, dev adımlarını atarak sallana sallana her gün çarşıya gidişini hiç unutamıyorum.
Doddo deli değildi. Sadece bir özrü vardı; sağır ve dilsizdi. Çat pat konuşabiliyor azda sanırım duyabiliyordu. Buna rağmen geçimini sağlamak için dilenmiyordu. Onurluydu. Çalışkandı. Ekmeğini taştan çıkarıyordu.
Genelde Cuma günleri boynuna astığı teypten yanık bir sesle okunan destanı satarken görürdüm onu pazarın kalabalıklar arasında. Çoğu kez yanında beş altı yaşlarında bir kızı dururdu…Herhalde bu kızı Daddo'ya yardım ediyordu.
Daddo, teypten okunan yanık sesli destanın sesini duymuyordu ama ara sıra teybin tuşuna basıp durduruyor, eliyle çok güzel çok güzel anlamına gelen işaretler yapıyordu.
Daddo’nun acıklı destanlarını zaman zaman ben de ilgiyle dinlerdim. Daddo teybi açtığında destan okunmaya başlayınca benim gibi birçok çocuk ve yetişkin de toplanırdı Daddo’nun etrafına.
Daddo, sanki teypten okunan destanı duyar gibi ve manasını anlamış gibi eliyle işaretler yapar, yüzündeki mimik hareketleriyle de destana manalar vermeye çalışırdı.
Eğer babamızdan yirmibeş kuruş harçlık almışsak bir tanede biz Destan satın alır, çantamıza koyar zaman zaman hüzünle yazılmış bu dörtlükleri okur ağlardık.
Daddo’nun esas mesleği hamallıktı. Destan satmadığı günlerde de iki lastik tekerlekli hamal arabasının ipini boynuna geçirir yük taşırdı. İri yapılı bedenine hamal arabası ufak geliyordu Daddo’nun.
Daddo, Destan satarak, hamallık yaparak ailesini kimseye muhtaç olmadan geçindiriyordu.
Birara Daddo'yu pazarlarda sağda solda göremedim. Merak edip “Daddo’dan haberi olan var mı ?”diye eşe dosta sordum.
Aldığım cevap şu idi: Daddo, pılıyı pırtıyı toplamış İstanbul’a gitmiş.
Sağır ve dilsiz olan Daddo, milyonlarca insanın yaşadığı İstanbul’da nasıl yaşayacaktı? Çelik-çocuğunu nasıl geçindirecekti?
Küçük bir kasaba olan Alaca’dan kalk, İstanbul’a git ve orada Destan satarak veya hamallık yaparak hayata tutun. Sağır ve dilsiz olan birinin bunu başarması o yıllarda çok zordu. Her babayiğitin karı da değildi İstanbul sokaklarında ekmek parası kazanmak.
Bizim Daddo,yu yıllar sonra pazarın kenarında üç tekerlekli bir motorsikletin üzerinde gördüm. Kalabalık bir insan topluğu etrafına toplanmıştı. Ben de kenardan boynumu uzattım Daddo’nun vatandaşlarla işaret dili ile konuşmasını dinledim.
Topluluktan biri elini her iki memesi üstüne götürdü, “Mameli’yi de İstanbul’a götürdün mü?” dedi.
Daddo’da, aynı hareketi yaptı; elini memelerine götürdü, dudaklarını uzattı ve parmaklarını birleştirerek aşağı yukarı indirdi ve “MAMELİ” kelimesini ağzından çıkardı, sonrada iki işaret parmağını yanyana getirerek uzakları gösterdi.
Ben bu işaretlerden ve Mameli kelimesinden bir şey anlamamıştım. Yanımdaki vatandaşa “Daddo ne demek istiyor” demiştim. Aldığım cevap beni çok güldürmüştü.
Daddo’nun eliyle memelerini göstererek ve ağzından çıkardığı “MAMELİ” kelimesinin anlamı eşi imiş. Eşini de beraberinde İstanbul’a götürmüş bizim Daddo.
Son gördüğümde Daddo’nun, yıllar önce destan satarken ve hamallık yaparken giydiği elbiselerden eser yoktu üzerinde. Motorsikletin üstünde çok mutlu görünüyordu ve giyim ve kuşamı çok düzgündü. İstanbul O’na yaramıştı. Çünkü O Osmanlının Başkenti İstanbul’da “MAMELİ “si ile ikinci baharını yaşıyordu.
Ulusal bir gazete, Daddo’nun altında gördüğüm motorsikletle İstanbul’dan Alaca’ya yaptığı yolculuğunu ve hayat hikayesini anlatan bir haber yapmıştı. Benim de bu haber ilgimi çekmiş okumuştum.
Daddo’nun resmi ve sattığı Destanlardan elinde bulunan varsa benimle paylaşırsa çok memnun olurum.
DADDO’muz şu anda MAMELİ’’si ile yani eşi ile birlikte yaşıyorsa her ikisine de sağlık ve sıhhatler diliyorum. Rahmetli oldu iseler Mekanları Cennet olsun. Allah rahmet etsin.
Daddomuzun resmi yok elimde .Bu yüzden onun resmini paylaşamadım.....
Kaslın sağlıcakla.....





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder