BİLİNMİYEN SİVAS İSLAM KONFERANSI – (11/11/1919 – 10/12/1919)
1919
Kasım-Aralık aylarında, Sivas’ta üç oturum halinde bir İslam Kongresi düzenlenir. İlk
oturumu 11 Kasım 1919 tarihinde, Sivas’ın Zara ilçesinde yapılan ve icra heyetine Mustafa
Kemal Paşa’nın da seçildiği bu İslam Kongresi hakkında maalesef yerel kaynaklarda çok fazla
bilgi bulunmamaktadır.
İngiliz istihbaratı tarafından yakından izlenen bu konferansın raporları İngiliz devlet arşivlerinde
araştırmacıların incelemesine açılmıştır. Prof. Dr. Metin Hülagu, Timaş yayınlarında
çıkan “İslam Birliği ve Mustafa Kemal” adlı kitabında, Sivas İslam Kongresi hakkındaki İngiliz
Devlet arşivi belgelerini yayımlamıştır. Sayın Hülagu söz konusu kitabında, kongreye katılanları
ve alınan kararları anlatmış, İslam Kongresi’ni tertip eden Muvahhidin Cemiyeti
hakkında bilgiler vermiş, bu konudaki İngiliz istihbarat raporlarını kitabına eklemiştir.
Sivas İslam Kongresi’ni düzenleyen Muvahhidin Cemiyeti, 1. Dünya Savaşı’nın galibi İtilaf
Devletlerinin sömürgesi altında bulunan Müslüman ülkeleri istiklallerine kavuşturmak için,
bu ülkelerde İslam ihtilali organize etmeyi planlayan örgütlerden birisiydi. Gizli olarak kurulan
ve katı bir disiplini olduğu anlaşılan bu cemiyetin nizamnamesi aşağıda özetlenmiştir.
Nizamnamenin ilk maddesinde, medeniyetin gelişmesine rağmen fanatizmin hala dünyada
hüküm sürdüğü, bu nedenle dinin yönlendirdiği her türlü saldırıya karşı koymak için dinden
istifade edilmesi gerektiği belirtildikten sonra Cemiyetin gayesi; tüm dünya Müslümanlarını
Hilafet’in etrafında toplamak ve otonomilerini, bölgesel ve kültürel bağımsızlıklarınınazar-ı
dikkate almak kaydıyla, aralarında dayanışma birliği sağlamak olarak açıklanmıştır.
Muvahhidin Cemiyeti batılı devletlerin İslam ülkelerini işgal etmesini Hıristiyan fanatizminin
sonucu olarak görüyordu. Bu bakış açısı o sırada milli mücadeleyi yürütmekte olan kadro
tarafından da benimsenmişti. Nitekim, 11 Kasım 1919 tarihinde gerçekleştirilen ilk
toplantının açılış konuşmasını yapan Bekir Sami Bey konuşmasında, Hıristiyanlık’ın fanatik
saldırılarına karşı koyabilmek için İslam’a sarılmak zorunda olduğumuzu, bundan dolayıdır ki
programını okumuş olduğu Cemiyetin kurulmuş olduğunu ifade etmiştir.
Nizamnameye göre, Kur’an-ı Kerim’in muayyen ayetlerine uygun olarak tüm Müslümanlar
prensip olarak kardeşlerini kurtarmaya ve onlara yardım etmeye koşacaklardır. Bu sebeple her
Müslüman, Cemiyetin tabii üyesidir. Cemiyet prensiplerine muhalefette bulunmayan gayr-i
Müslimler cemiyetin koruması altında tam bir emniyet içerisinde olacaklardır.
Cemiyet vakit kaybetmeden faaliyete koyulacaktır. Zira İslam dini, İslam ülkelerinde yaşayan
insanların hürriyet ve dini bütünlüklerine, can ve şereflerine saygı duyulmasını emreder. Cemiyet
hedeflerini uygun bir lisanla anlatmak üzere, Türkistan’a, Kafkasya’ya, Rusya’nın
Asya’da kalan kısımlarına, Hindistan’a, Afganistan’a, Belucistan’a, İran’a, Cava’ya, Muskat’a,
Suriye’ye, Sumatra’ya, Irak’a, Kuzey ve Orta Afrika’ya özel temsilciler gönderecektir.
Nizamnamede, fiilen bağımsız bulunmayan veya yabancı kuvvetlerin sömürgesi yahut otoritesi
altında bulunan Müslüman halkların, Avrupa devletlerince de benimsenmiş olan milli
prensiplere uygun olarak, bağımsızlıklarını elde etmelerine gayret etmek cemiyetin başta gelen
vazifesi olarak açıklanmıştır. Bu ülkelerin bağımsızlığının elde edilmesini müteakip her
ülkeden gelecek temsilcilerin katılımı ile oluşacak ve hilafet merkezinde veya ona yakın
herhangi bir beldede toplanacak olan Muvahhidin Cemiyeti Meclisi’nce varılan kararlara uygun
olarak “ittihad-ı İslam” (Batılıların adlandırmasıyla Panislamizm) uygulamaya konulacaktır.
Cemiyet İngilizlerin tartışmaya açtığı, hilafetin kime ait olduğu meselesinde tavrını net olarak
ortaya koymuştur. Nizamnamenin 3’üncü maddesine göre Hilafet makamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun
hak ve fazilet bakımından yöneticisi olmasının yanında Osmanlı Hanedanının en
yaşlı üyesi bulunan kimsenin hakkıdır. Bu yüce makam hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak
şekilde tüm Müslüman dünyasını murakabe etme ve kontrolde bulunma hakkına sahiptir.
Nizamnamede, İslam Ülkeleri Konfederasyonu örgütlenmesi anlamına gelen bir de model
tasarlanmıştır. Nizamnamenin 17’inci maddesine göre; birliğe katılan her ülke bu birlik içerisinde
serbest ve bağımsız bir bölüm oluşturacaktır.
Bu ülkeler Hilafet makamının kutsi koruması altında sadece iktisadi, askeri ve dış politikalarda
birlik oluşturacaklardır. Her bağımsız ülkenin kendi başkanı, üst mahkemesi ve bir bakanlığa
ait kabinesi olacaktır. Ayrıca Hilafet makamının bulunduğu beldede, içerisinde bütün
Müslüman ülkelerin temsil edileceği Muvahhidin Cemiyeti Genel Merkezi oluşturulacaktır.
Sivas’taki toplantıda 9 maddelik kararlar alınır. Alınan kararların 1. Maddesine göre, Avrupa
devletlerinin Hilafet ve Osmanlı devletini yok etmeyi, Türkleri İstanbul, İzmir, Edirne ve
Adana’dan çıkarıp atmayı veya Hilafetin saygınlığını gidermeyi ve İmparatorluğun
bağımsızlığını tehlikeye düşürmeyi hedef alan bir siyaseti uygulamaya koymaları halinde,
evvela Osmanlı milleti böyle bir karar boyun eğmeyi reddedecek, ikinci etapta ise Muvahhidin
Cemiyeti şubeleri vasıtasıyla dünya Müslümanlarını isyana teşvik edecektir.
Diğer alınan kararlar, Muvahhidin Cemiyeti Yürütme Kurulu’nun Milli Mücadele Kuvvetleri
Temsilci Kurulu ile ortak hareket etmesine ve Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in önderliğinde bir
askeri kurul oluşturulması ve faaliyetine ilişkin kararlardır.
Mustafa Kemal Paşa, Talat Paşa’ya yazdığı 29 Şubat1920 tarihli mektubunda, İslam İttihadı
hususundaki görüşünü şu ifadelerle açıklamıştır. “Araplara karşı bidayetten beri ifade ettiğimiz
siyasi formül şudur: her millet kendi dahilinde istiklalini kurtardıktan sonra (konfederasyon)
halinde birleşmek. Bu esas Araplarca maalmemnuniyet kabul edilmiştir.” (İttihatçı Liderlerin
Gizli Mektupları, Hüseyin Cahit Yalçın, Sayfa 211)
Cemaat’ül-İslam, Mustafa Kemal’in talebi üzerine, en yakın zamanda tüm İslam ülkeleri temsilcilerinin
davet edileceği Ankara’da büyük bir İslam Kongresi düzenleme kararını almıştır.
Bu kongreyi gerçekleştirmek üzere teşkil edilen heyet, Mustafa Kemal’in talebiyle Şer’iye
Vekili Bursalı Mustafa Fehmi Gerçeker, Meclis Başkatibi Recep Peker, yazar Eşref Edip Bey
ve şair Mehmed Akif Bey’den müteşekkildi.
Kongrede görüşülmesi kararlaştırılan maddeler şu hususlardan oluşmaktaydı:
1) Müslümanları alakadar eden İslami konuların tartışılması,
2) Hilafet meselesinin ele alınması,
3) Avrupa Milletler Birliği teşkilatına karşı, Türkiye’nin başrolü oynayacağı, İslam Milletler
Birliği’nin tesis edilmesi.
Ancak yapılan çalışmalara rağmen, Eskişehir mağlubiyeti ve yaşanan iç sıkıntılar dolayısıyla,
1921’de Ankara’da bir İslam Kongresinin toplanması sağlanamamıştır.
Yine Nizamnameye uygun olarak, Sivas İslam Kongresi’nden sonra, 1920 yılında, Dr. Rıza
Nur, M. Şevket Esendal, Saffet Bey ve Ali Fuad Paşa ‘dan müteşekkil bir heyet, Yakın ve
Ortadoğu Müslümanlarını Batı sömürgesinden muhafaza etmek ve İslam Devletleri ile Türkiye
arasında bir ittifak sağlamak üzere, İran, Sovyet Rusya, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya,
Dağıstan, Hive, Buhara, Türkistan Cumhuriyeti üzerinde girişimde bulunmak üzere görevlendirilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa Arap dünyasıyla olan ilişkileri aşağıdaki şekilde anlatır;
“Suriye ve Iraklılar ile öteden beri münasebet tesis etmiş ve kendileri İngiliz ve Fransızlar
aleyhine teşebbüsata geçirilmiştir.
Daha ciddi esaslar dahilinde tevhid-i harekât için nezdimize gelmiş olan salâhiyattar Arap
murahhasları ile mukarrerat ittihaz edilmiştir. Araplara karşı bidayetten beri ifade ettiğimiz
formül şudur: her millet kendi dahilinde istiklâlini kurtardıktan sonra (konfederasyon) halinde
birleşmek; bu esas maalmemnuniye kabul edilmiştir.” (age.sayfa 211-212)
Mustafa Kemal Paşa mektubunda Türk Dünyasına yönelik faaliyetlerden de bahseder;
“Azerbaycan, Şimalî Kafkasya, Gürcistan ile daha ilk devirde az çok münasebata başlanmıştı.
Halil Paşa ile Sivas’ta arîz ve amîk görüştükten sonra kendisini Azerbaycan’a gönderdik. Esaretten
kurtulan Nuri Paşa’nın da Kafkasya’da faaliyete geçmesi için tedabir alındı.
Elyevm her ikisi ile muhabere ve münasebet berdevamdır. Halil Paşa Azerbaycanlılardan bir
kuvvetin başında olarak elyevm (Zanzezur) dedir. Ve Ermenilerle muharebe ediyor, Nuri Paşa
şimalî Kafkasya kuvvetlerine kumanda ediyor. Kendilerine arzu ettikleri zabitleri peyderpey
gönderiyoruz.
Halil Paşa’ya verdiğim nokta-i nazarlar: Azerbaycan ve Şimalî Kafkasya’da Çerkeslerin
istiklâllerini te’min etmek, Azerbaycan ile ittifak etmiş olan Gürcistan ile îtilaf (uyum) halinde yaşamak. Daha evvel Türkistan’da bulunduğunu tahmin ettiğim Enver Paşa ile tesis-i irtibat
ederek onunla Türkistan istiklâlini temine çalışmasını söylemek ve gerek Kafkasya’da ve
gerek Türkistan’da vücuda getirilecek harekât ve faaliyeti Türkiye menafiine (menfaatine)
tevcih etmek ve bunun için benimle muhafaza-i irtibat eylemek.
İki gün evveline kadar Halil ve Nuri Paşalardan vürûd eden ma’lûmattan henüz Enver Paşa ile
te’sis-i irtibat edilmemiş ve fakat bu maksatla icap eden zâbitanın gönderilmiş olduğu anlaşıldı.
Halil Paşa’ya ve Halil Paşa’dan evvel Kafkasya’ya gönderdiğim zabitlere Bolşeviklerle
temas ve zemîn-i itilâf taharri (uygun zemin) etmelerini ve fakat her türlü mukarrerat-ı
kat’iyye (kesin karar) için benim tasdikime ta’lik keyfiyet olunmasını söyledim.
Yakın zamana kadar (Novorosiski) ve şarkında (Denikin)ordusunun mevcudiyeti mezkûr temasa
müsaade etmiyordu. Şimalî Kafkasya’da Çerkeslerin teşkil ettikleri şura tarafından gönderilen
bir heyeti murahhasa ile aynı daire dahilinde talimat verdim.
Araplarla îtilafta kullandığım formülden ve Kafkasya’daki arkadaşlara verdiğim talimatta
anlaşılacağı vechile, benim de düşündüğüm, muhtelif İslâm kitlelerini mazhar-ı istiklâl olmak
için bugün Türkiye’ye musallat olan düşmanlar aleyhine tahrik etmek ve bu suretle Türkiye’nin
tazyikini tahfif (hafifletme) kuvva-i maddiye ve maneviyyesini âzami menâfii istihsal
edebilecek surette daha serbest kullanmak.
Ve âtiyen istiklallerini kurtaracak olan İslâm kitleleriyle konfederasyon halinde birleşmek.
Şimdiye kadar masruf (sarfolunan) mesainin tecellî eden netayici (neticesi) şayan –ı memnuniyet
gibi görünmektedir. Tahmin olunduğuna göre îtilaf devletleri ilk zamanlarda tatbikini
tasavvur ettikleri imha kararlarından sarf-ı nazar ederek (vazgeçerek) Türkiye‘nin mevcudiyetini
tanımak kararına takarrüp ediyorlar (yaklaşıyorlar).” (age.sayfa 212-213)
Mustafa Kemal Paşa Bolşeviklerle olan ilişkinin mahiyetini müşterek düşmana karşı birlikte
hareket etmek, şiddetle muhtaç olduğumuz para vesaireyi oradan temin etmek olarak izah
etmiştir. Ancak, İngiliz işgaline karşı Bolşevikliğin tercih edileceğini şu cümlelerle ifade eder:
“Binaenaleyh vatanımız parçalamak ve milletimizi İngiliz boyunduruğu altında görmek ihtimal-i
meş’ûmu karşısında Bolşevik prensiplerini fi’len tatbik etmekte çare-i halâs tahmin olunursa
cihet-i tatbikiyyesindeki müşkülâta rağmen bugün hâkim olduğumuz kuvvete istinaden
o hususa da tevessül etmek lâzım gelebilir.” (age.sayfa 214)
Paşa mektubunda, düşmana karşı yurtdışında mücadele gösterenlerin insiyatif sınırlarını şu
cümlelerle çizmektedir. “Türkiye’nin menafine (menfaatına) yönelik her türlü muhasala-i
mesaîyi hürmetle karşılarım. Müdavele-i efkârla mutalaatımdan gaye-i umumîye nafi(umumi
gayeye faydası) olabilecek fedakarlığı yapmakta tereddüt etmem. Ancak ikinci, üçüncü derecede
aracılarla umumi mukadderata tesir edecek temas ve teşebbüsleri mahzurlu görürüm.
Ecnebilerle dahi yapılacak her türlü temas ve îtilaflarda son söz ve son karar buraya ta’lik
olunmalıdır.” (age.sayfa 216-217)
Paşa mektubunda, Tükiye’deki faaliyetin tarihi mesuliyetinin kendisine ait olduğunu, dolayısıyla
rey ve mütaalası haricindeki teşebbüslere muarız kalacağını, Türkiye dışındaki faaliyetlerin
de kendi bakış açısı ve mütalaaları çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini, ancak mütaala
ve tasavvurlarında mutaasıb olmadığını açıklar. Bu arada, “Bir seneden beri Avrupa’daki
mesainiz şayan-ı memnuniyettir. Aynı tarzda sarf-ı mesaîye devam daha faideli netayiç (netice)
verecektir.” ifadesiyle, Talat Paşa’nın Avrupa’da yürüttüğü faaliyetleri memnuniyetlekarşıladığını beyan etmiştir. (age.sayfa 217)
Mustafa Kemal Paşa 1. Dünya harbine girilmesinden İttihatçıların sorumlu tutulmasına da
karşı çıkar. Mektubunda “Ben müdafaa ettiğim hedefler beyanında Harb-i Umumî’ye duhulün
zaruri olduğunu ve harbe duhul ettikten sonra grubuna dahil bulunmanın yine zarurî olduğunu
ve bundan dolayı harb mes’ûlü aramanın mantıksız olduğunu, alel’ıtlak Kânun-u Esasî
ahkâmına mugayir olarak hareket edilmiş ise bu suretle hareket eden kabineleri meydana
çıkarmak ve haklarında ahkâm-ı kanuniye tatbik etmek için mütarekeden evvel Balkan Harbi’nden
itibaren ve mütarekeden bugüne kadar mevki-i iktidara geçen kabineleri nazar-ı dikkate
almak lâzım geldiğini ifade ediyorum.” der. (age.sayfa 217)
Bu değerlendirme son derece önemlidir. Zira, daha sonraki dönemlerde neredeyse resmi bir
tez olarak dillendirilen, ittihatçıların ülkeyi zorla ve cahilce tasarruflarla Almanların yanında
savaşa soktuğu iddialarıyla örtüşmemektedir.
Mustafa Kemal Paşa, mektubun son kısmında, Bolşeviklerle hafi (gizli) bir anlaşma yapılarak,
Azerbaycan ve Dağıstan’ın tamamiyet ve istiklallerinin Bolşevikler tarafından tasdik edildiğinden
bahseder. “Azerbaycan ve Dağıstan havalisindeki adamlarımız Bolşeviklerle ve
Türkistan’la irtibat ve münasebetlerinde devam etmektedirler” diyerek, Kafkasya’da yürütülen
faaliyetler hakkında bilgi verir.
Mustafa Kemal Paşa, Talat Paşa’ya gönderdiği 25 Ekim 1920 tarihli bir diğer mektupta, “Gerek
mekâtib-i mezkure mefâdından ve gerek Câmi Beyefendi’nin ifadatından müsteban olacağı
üzere, zât-ı âlinizin garp âleminde, bizim anavatanda ve diğer rüfekayı mesainin de
memâlik-i şarkiyede (şark memleketlerinde) mütevâziyen hareket ve müttefikan bezli mesai
ve gayret etmeleri halâs-ı memleket(memleketin kurtuluşu) ve selâmet-i millet için âzamî
derecede istifadenin şartı mukaddemidir (ilk şartıdır).
Bu cihetle garpta vukubulacak mesaî ve ve icraatı devletlerinden buraya peyderpey itayı malumat
edildiği takdirde, mukarrerat ve icraatta ahengi tam husul bularak maksada vusul kesbi
suhulet eder.” diyerek, üçlü bir görev taksimatından bahseder. Anadolu’da Mustafa Kemal
Paşa, Avrupa’da Talat Paşa ve Şark Memleketlerinde başta Enver Paşa olmak üzere diğer
ittihatçılar milletin kurtuluş ve selameti için birlikte mücadele edeceklerdir. (age.sayfa.220)
Mustafa Kemal Paşa tarafından Talat Paşa’ya yazılan 29 Şubat 1920 tarihli cevabi mektup,
Talat, Enver ve Cemal Paşalar ile hariçte faaliyet gösteren diğer ittihatçılar tarafından bir mutabakat
metni olarak görülmüştür. Nitekim Cemal Paşa, Mustafa Kemal Kemal Paşa’ya
Moskova’dan, gönderdiği 03 Haziran 1920 tarihli mektubunda, “Talât Paşa ile sebk eden muhaberatınız
neticesinde takarrür etmiş olduğu üzere Bolşevik Rusya Hükümeti ile Türkiye
arasında bir ittifak esaslarını müzakere etmek ve Rusya’nın Türkiye’ye muavenetini
(yardımını) temin eylemek ve alelhusus İran ve Hindistan dahilinde ihtilâller ika ederek İngilizleri
son derece müşkilâta uğratmak mesailini kararlaştırmak üzere Moskova’ya geldim.”(İstiklâl
Harbimizde Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Erkânı, Kâzım Karabekir, s.10-
13.) diyerek, faaliyeti hakkında bilgi vermiş, Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Şubat 1920 tarihli
mektubundan müşterek mücadeleye ait bir karar metni olarak bahsetmiştir.
Bütün bu karşılıklı yazışmalar, Batı Avrupa’da ve Şarkta faaliyet gösteren İttihatçı liderler ile
Mustafa Kemal Paşa arasında gerek düşman algılaması, gerekse mücadele sahaları ve yöntemleri
hususunda bir mutabakat bulunduğunu ortaya koymaktadır. Yazışmalarda, emperyalizm
ve kapitalizmin temsilcisi olan, amansız düşman İngiltere’yle mücadele etmek üzere,
üçlü bir alan paylaşımı yapıldığı görülmektedir. Buna göre, Mustafa Kemal Paşa hem Anadolu Hareketini yönetecek hem de Arap dünyası ile ilişkileri koordine edecektir.
Talat Paşa Berlin’de, Şark Kulübü (Orient Klub) bünyesinde, batılı devletlerinin işgali altındaki
bütün doğu devletleri temsilcilerini bir araya getirecek ve bu ülkelerde direniş örgütleyecektir.
Enver Paşa Moskova’da İslâm İhtilal Cemiyetleri İttihadı kurarak, işgal altındaki İslâm ülkelerini
Batı müstemlekeciliğine karşı isyana (kıyama) hazırlayacaktır.
Cemal Paşa Türkistan ve Afganistan’da ordu teşkil ederek, Hindistan’da İngilizler aleyhine
isyanlar teşvik edecektir.
Sivas’ta gerçekleştirilen İslâm Kongresinden sonra, 1920 Mayıs’ında Berlin yakınlarında,
Strausberg’de, ikinci bir İslâm Kongresi toplanmış ve bir faaliyet programı benimsenmişti.
Toplantıya katılanlar şunlardı: Mısır; Şeyh es Seyid Abdülmecid el-Bekr, Madjub Sabit Bey,
Abdülaziz Çaviş, eş-Şeyh Mehmed Necid Efendi, Türkiye; Küçük Talat Bey, Hasan Fehmi
Efendi, Fevzi Efendi, Bahattin Şakir, Tunus; Şeyh Salih et-Tunusi, es-Seyid Mehmed Ganimi,
Mustafa Şefik Bey, Rusya; Reşid Efendi, Mehmed Begof, Cafer Bey, Emin Kekirof, Hacı
Mecdi Efendi, Suriye; Mehmed İhsan Bey, Bulgaristan; Hafız Sadık Bey, İran; Mirza Hüseyin
Daniş Bey, Hacı Musib Efendi, Seyid Abdüsselam.
Ne var ki, 1921 yılı ortalarına kadar devam eden işbirliği ve dayanışma dönemi, bu tarihten
sonra bozulacaktır…
1957 senesinde Batı Almanya, Fransa, Italya, Benelüks ülkeleri Belçika, Hollanda ve Lüksemburg
Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu oluşturdular. Bu kuruluş üyeliğini
ve işbirliğini genişleterek zamanla bugünkü açık sınırlardan oluşan Avrupa Merkezi
Devlet Birliği’ne (AB'ye) dönüştü.
1985 senesinde Türkiye, rahmetli Turgut Özal’ın başbakanlık döneminde (1983-1989), İran
ve Pakistan ile anlaşıp bir alternatif Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) (Economic Cooperation
Organization - ECO) kurdu.
1992 yılında, rahmetli Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlık döneminde (1989-1993), Afganistan,
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan'ın da katılmasıyla
10 üyeli bir bölgesel ekonomik işbirliği örgütü haline geldi.
10-11 Mart 2009 tarihlerinde, Tahran Sadabat Sarayı'ndaki zirveye, Özbekistan ve Kazakistan
dışında bütün ülkeler cumhurbaşkanı veya devlet başkanı düzeyinde katıldılar. Özbekistan
meclis başkanı, Kazakistan ise başbakan düzeyinde zirvede yer aldı. Zirveye Irak, Katar ve
Suriye de davet edildi.
Bu tarihi zirve medya’ya fazla yansımamış olsada, tarihcilere ve tarih sevenlere Mustafa Kemal
Atatürk’ün Türkiye, İran, İrak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937’de Tahran’da
Sadabat Sarayı’nda imzalanan dörtlü paktı hatırlattı. (Sadabat Paktı)
Mustafa Kemal Atatürk’den 47 sene sonra, Türkiye’nin yeniden Selçuklu ve Osmanlı
bölgelerinde açıktan etkin olması, 1992 senesinde devletimizin dış politikasını ilk kez
“Yeni Osmanlı“ olarak adlandırılmasına vesile oldu.
Bu gelişme zaman zaman yavaşlasada 2000 tarihi sonrası yeniden hız kazanarak, 1000 senelik
mazisi olan Bati Türk Devleti'ni gerçek hedefine doğru ilerletti. Bu tarih yazan açılımı
herhangi bir siyasi partiye veyat sivil toplum kuruluşuna mal etmek yanlış olur.
Bu Türkiye'nin B-Planı olarak bilinen hedefi, Avrasya Merkezi Devletler Birliği.
Bu yeni oluşuma istiyenler siyasi görüşlerine göre, Büyük Türk Birliği veyat Yeni Selçuklu
Birliği de diyebilirler, çünkü bu yeni birliği içeren devletlerin sınırları Büyük Selçuklu
İmparatorluğun toprakları üstünde buluşuyor.
Aynı zaman bu birlik bir Şii-Sünni Birliği olduğundan dolayı, herkezin sevdiği Ali ismini
kullanarak bu birliğe "Hazreti Ali Nişanı" da diyebiliriz. Bu Yeni Selçuklu Projesi Türkiye
Cumhuriyeti'nin Hicri 90ıncı doğum gününe yani 22 Şubat 2011 tarihine kadar tamamlanmış
olması bekleniyor.
Devletimizin yeni oluşumlar peşinde koşması ve bu yolda ciddi bir mesafe kat etmiş olması,
Müslüman olmıyan tüm devletleri ve milletleri korkutuyor. Hele hele Yeni Bizans veyat
Büyük İsrael hayalı kuranlar, bu Yeni Selçuklu oluşumunu engellemek için ilk aşamada
Türkiye ile Irak’ı, sonra Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirmek istediler. Bu mümkün olmadı.
Şimdi Yeni Selçuklu birliği oluşturan ülkelerde iç çatışma çıkarıp, birlik ve istikrarı zedelemeye
çalışıyorlar. İran’da uzun yıllar sonrası iç çatışmalar görünmeye başladı. Buna karşı
Avrasya devletleri ortak akıl ile beraber çalışıp, her ihtimal’e karşı hazır bulunmaları gerekiyor.
Aynı güçler bir yandan yıllardır aşırı dinci kesime Atatürk düşmanlığı aşılayıp, böylece
devlet-i ebed müddet fikrini öldürmeye çalışırken, öbür yandanda Müslüman Türkiye’de bazi
kesimlere sahte Atatürkcülük yaptırıp, Alevi-Sünni tartışması oluşturup, milletimizi ve dinimizi
yıpratmak istiyorlar.
Başka taraftanda aşırı milliyetcilik ve ırkcılıp besleniyor ki, hedeflenen birlikler gerçekleşmesin.
Bu bazen öyle garip hal alıyorki, bir aşırı ırkcı Türk ve aşırı ırkcı İsrael'li, arap düşmanlığı
fikrinde birleşip işbirliği yapabiliyor. Burda kim kimi kandırıyor veya kim kimi kullanıyor,
bunu iyi bilmek gerek. Gençlerimiz artık bu tuzakları iyi tanıyıp, sağlam temeller üzerinde
yürümelidir ki, ne Türkiye'de nede İran'da 1979 dönemi yeniden yaşansın.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde ziyaret ettiği Cezayir’de
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika, Gül`e, “Osmanlı Milletler Topluluğu” kurulmasını
önermiştir. Hatta demiştir ki, “Osmanlı’nın Ortadoğu`ya hükmettiği zamanlardaki
(1920 öncesi yıllarda) barış ve huzuru hasretle arıyoruz. Osmanlı Devleti`nin bıraktığı boşluk
doldurulamamıştır. Güçlü ve hoşgörülü Osmanlı düzenine her zamankinden daha çok ihtiyacımız
vardır. Osmanlı Düzeni yeniden kurulmalıdır.”
Bekir Sami Bey 11 Kasım 1919 açılış konuşmasında İslam toplantısının gayesini açıklar: “…
Peygamberimizin talimatları doğrultusunda tüm Müslümanlar arasında ittihadı ve kardeşliği
tesis etmek durumunda olduğumuzu, Müslümanların emniyeti için başka bir yol bulunmadığını…“
11 Kasım 2011 günü Bilinmiyen Sivas İslam Kongresi 92. yıldönümünü bitirecek, Müslüman
gönüller bir olup yeniden Büyük OSMANLI BİRLİĞİ diyecek inşallah…
Yeni Osmanlılar, 23 Nisan 2010 http://www.YeniOsmanlilar.com
Kaynak: http://www.haber10.com/makale/17357/
Sinan Tavukçu
Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine-I
22 Ekim 2009 Perşembe 20:55
1919 Kasım-Aralık aylarında, Sivas’ta üç oturum halinde bir İslam Kongresi düzenlenir. İlk
oturumu 11 Kasım 1919 tarihinde, Sivas’ın Zara ilçesinde yapılan ve icra heyetine Mustafa
Kemal Paşa’nın da seçildiği bu İslam Kongresi hakkında maalesef yerel kaynaklarda çok
fazla bilgi bulunmamaktadır. İngiliz istihbaratı tarafından yakından izlenen bu konferansın
raporları İngiliz devlet arşivlerinde araştırmacıların incelemesine açılmıştır.
Prof.Dr. Metin Hülagu, Timaş yayınlarında çıkan “İslam Birliği ve Mustafa Kemal” adlı kitabında, Sivas İslam Kongresi hakkındaki İngiliz Devlet arşivi belgelerini yayımlamıştır.
Sayın Hülagu söz konusu kitabında, kongreye katılanları ve alınan kararları anlatmış, İslam
Kongresi’ni tertip eden Muvahhidin Cemiyeti hakkında bilgiler vermiş, bu konudaki İngiliz
istihbarat raporlarını kitabına eklemiştir.
Sivas İslam Kongresi’ni düzenleyen Muvahhidin Cemiyeti, 1.Dünya Savaşı’nın galibi İtilaf
Devletlerinin sömürgesi altında bulunan Müslüman ülkeleri istiklallerine kavuşturmak için,
bu ülkelerde İslam ihtilali organize etmeyi planlayan örgütlerden birisiydi. Kitapta suretine
yer verilen, [Foreign Office (F.O) 141.433/10770-181931] numaralı İngiliz devlet arşivi
belgesinde, Sivas’ta İslam Kongresi düzenleyen Muvahhidin Cemiyeti’nin 18 maddelik
Nizamnamesi yer almıştır. Gizli olarak kurulan ve katı bir disiplini olduğu anlaşılan bu
cemiyetin nizamnamesi aşağıda özetlenmiştir.
Nizamnamenin ilk maddesinde, medeniyetin gelişmesine rağmen fanatizmin hala dünyada
hüküm sürdüğü, bu nedenle dinin yönlendirdiği her türlü saldırıya karşı koymak için dinden
istifade edilmesi gerektiği belirtildikten sonra Cemiyetin gayesi; tüm dünya Müslümanlarını
Hilafet’in etrafında toplamak ve otonomilerini, bölgesel ve kültürel bağımsızlıklarını nazar-ı
dikkate almak kaydıyla, aralarında dayanışma birliği sağlamak olarak açıklanmıştır.
Muvahhidin Cemiyeti batılı devletlerin İslam ülkelerini işgal etmesini Hıristiyan fanatizminin
sonucu olarak görüyordu. Bu bakış açısı o sırada milli mücadeleyi yürütmekte olan kadro
tarafından da benimsenmişti. Nitekim, 11 Kasım 1919 tarihinde gerçekleştirilen ilk
toplantının açılış konuşmasını yapan Bekir Sami Bey konuşmasında, Hıristiyanlık’ın fanatik
saldırılarına karşı koyabilmek için İslam’a sarılmak zorunda olduğumuzu, bundan dolayıdır ki
programını okumuş olduğu Cemiyetin kurulmuş olduğunu ifade etmiştir.
Nizamnameye göre, Kur’an-ı Kerim’in muayyen ayetlerine uygun olarak tüm Müslümanlar
prensip olarak kardeşlerini kurtarmaya ve onlara yardım etmeye koşacaklardır. Bu sebeple her
Müslüman, Cemiyetin tabii üyesidir. Cemiyet prensiplerine muhalefette bulunmayan gayr-i
Müslimler cemiyetin koruması altında tam bir emniyet içerisinde olacaklardır.
Cemiyet vakit kaybetmeden faaliyete koyulacaktır. Zira İslam dini, İslam ülkelerinde yaşayan
insanların hürriyet ve dini bütünlüklerine, can ve şereflerine saygı duyulmasını emreder.
Cemiyet hedeflerini uygun bir lisanla anlatmak üzere, Türkistan’a, Kafkasya’ya, Rusya’nın
Asya’da kalan kısımlarına, Hindistan’a, Afganistan’a, Belucistan’a, İran’a, Cava’ya,
Muskat’a, Suriye’ye, Sumatra’ya, Irak’a, Kuzey ve Orta Afrika’ya özel temsilciler
gönderecektir.
Nizamnamede, fiilen bağımsız bulunmayan veya yabancı kuvvetlerin sömürgesi yahut
otoritesi altında bulunan Müslüman halkların, Avrupa devletlerince de benimsenmiş olan milli
prensiplere uygun olarak, bağımsızlıklarını elde etmelerine gayret etmek cemiyetin başta
gelen vazifesi olarak açıklanmıştır. Bu ülkelerin bağımsızlığının elde edilmesini müteakip her
ülkeden gelecek temsilcilerin katılımı ile oluşacak ve hilafet merkezinde veya ona yakın
herhangi bir beldede toplanacak olan Muvahhidin Cemiyeti Meclisi’nce varılan kararlara
uygun olarak “ittihad-ı İslam” (Batılıların adlandırmasıyla Panislamizm) uygulamaya
konulacaktır.
Cemiyet İngilizlerin tartışmaya açtığı, hilafetin kime ait olduğu meselesinde tavrını net olarak
ortaya koymuştur. Nizamnamenin 3’üncü maddesine göre Hilafet makamı, Osmanlı
İmparatorluğu’nun hak ve fazilet bakımından yöneticisi olmasının yanında Osmanlı
Hanedanının en yaşlı üyesi bulunan kimsenin hakkıdır. Bu yüce makam hiçbir tereddüde
mahal bırakmayacak şekilde tüm Müslüman dünyasını murakabe etme ve kontrolde bulunma
hakkına sahiptir.
Nizamnamede, İslam Ülkeleri Konfederasyonu örgütlenmesi anlamına gelen bir de model
tasarlanmıştır. Nizamnamenin 17’inci maddesine göre; birliğe katılan her ülke bu birlik
içerisinde serbest ve bağımsız bir bölüm oluşturacaktır. Bu ülkeler Hilafet makamının kutsi
koruması altında sadece iktisadi, askeri ve dış politikalarda birlik oluşturacaklardır. Her
bağımsız ülkenin kendi başkanı, üst mahkemesi ve bir bakanlığa ait kabinesi olacaktır. Ayrıca
Hilafet makamının bulunduğu beldede, içerisinde bütün Müslüman ülkelerin temsil edileceği
Muvahhidin Cemiyeti Genel Merkezi oluşturulacaktır.
Nizamnamede, gizli olarak faaliyet gösteren Cemiyetin örgütlenme biçimi de anlatılmakta,
her üyenin hayatına da mal olsa cemiyetin emirlerine kesin olarak itaat etmesi gerektiği,
emirlere itaat etmeyenlerin ihanetle suçlanarak yargılanacağı açıklanmıştır.
Yukarıda nizamnamesini özetlediğimiz Muvahhidin Cemiyeti Suriye, Mısır ve Irak halkı
arasında büyük destek görmüştür. İngiliz kaynaklarına göre Cemiyet, Şam, Humus, Baalbek,
Kahire, Tanta, Reşid, Hayfa, Halep, Zor, Bağdat, Necef ve Kuveyt’te merkezler oluşturmuş,
Mısır ve Bombay’da şubeler açmıştır. Kuruluşundan sonra Milli Mücadele Hareketi ve
Suriye’de faaliyet gösteren Naidü’l-Arabi Cemiyetleri ile birleşmiş, Mısır şubesi vasıtasıyla
Hizbu’l-Vatani Cemiyeti ile birleşme görüşmeleri yapmıştır. Cemiyete 120 Mısırlı subay katılmış, Kasım ayında yaptığı toplantılara 50-60 bin kişinin iştirakiyle Mısır’ın bağımsızlığı
ve Hilafete bağlılık gösterileri yapılmıştır.
Cemiyet ilk genel kongresini 37 delegenin katılımıyla, 11 Kasım 1919 tarihinde Sivas’ın Zara
ilçesinde, Rüştü Koleji’nde gerçekleştirmiştir. Mısır, Suriye, Arabistan, Güney Kafkasya ve
Kırım’dan delegeler gelmiştir. Kongre Mısır temsilcisi Akkaz Efendi Hardun’un okuduğu aşır
ile açılmıştır. Kongrenin başkanlığını Hasipzade Vecihi Efendi, Sekreterliği Rauf Bey ve
İsmail Bey yürütür. Açılış konuşmasını Bekir Sami Bey yapar ve toplantının gayesini açıklar.
Bekir Sami Bey konuşmasında; Mısır, Hindistan, Fas, Cezayir, Tunus ve Afrika’yı örnek
göstererek bütün İslam âleminin İngiliz, Fransız ve İtalyan boyunduruğu altında olduğunu,
despoitizm altında inleyen bu halkların Müslüman olmaktan başka suçu olmadığını, Hristiyan
azınlıklara tanınan hakların bile bu milletlere tanınmadığını, bağımsızlığımıza ve
mevcudiyetimize karşı ittifak içinde bulunan Hristiyanlık’ın fanatik saldırılarına karşı
koyabilmek için İslam’a sarılmak zorunda olduğumuzu, Peygamberimizin talimatları
doğrultusunda tüm Müslümanlar arasında ittihadı ve kardeşliği tesis etmek durumunda
olduğumuzu, Müslümanların emniyeti için başka bir yol bulunmadığını, bundan dolayıdır ki
programını okumuş olduğu Cemiyetin kurulmuş olduğunu ifade eder.
Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, Ahmed Bey Attar (Suriye temsilcisi), Cilanizade Necip
(Suriye temsilcisi), Ahmed Zafer el-Nebai (Necid ve Hassa Kabilesi temsilcisi), Yahya
Tehmasab (Güney Kafkasya temsilcisi), Rauf Peşdili, Cevherizade Ahmed Nimet, altı ay
süreyle Cemiyetin yürütme kurulu üyeliğine seçilirler.
Kongre on maddeden oluşan karar metnini ittifakla kabul eder. Kongreye katılan üyeler,
Hilafet’e ve İslam’a bağlı kalacaklarına, Cemiyetin gayelerine sadık kalacaklarına yemin
ederler. Bir hafta içinde tekrar toplanma kararı alan Muvahhidin Cemiyeti, üçüncü toplantısını
10 Aralık 1919 tarihinde Sivas’ta İdadi Mektebi’nde yapar.
Sivas’taki toplantıda 9 maddelik kararlar alınır. Alınan kararların 1. Maddesine göre, Avrupa
devletlerinin Hilafet ve Osmanlı devletini yok etmeyi, Türkleri İstanbul, İzmir, Edirne ve
Adana’dan çıkarıp atmayı veya Hilafetin saygınlığını gidermeyi ve İmparatorluğun
bağımsızlığını tehlikeye düşürmeyi hedef alan bir siyaseti uygulamaya koymaları halinde,
evvela Osmanlı milleti böyle bir karar boyun eğmeyi reddedecek, ikinci etapta ise
Muvahhidin Cemiyeti şubeleri vasıtasıyla dünya Müslümanlarını isyana teşvik edecektir.
Diğer alınan kararlar, Muvahhidin Cemiyeti Yürütme Kurulu’nun Milli Mücadele Kuvvetleri
Temsilci Kurulu ile ortak hareket etmesine ve Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in önderliğinde bir askeri kurul oluşturulması ve faaliyetine ilişkin kararlardır.
10 Haziran 1920 tarihli Times Gazetesi, Sivas’ta gerçekleştirilen İslam Kongresi’ni haber
yapar. Gazetenin haberinde, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İİCİ)’nın Doğu Komitesi’nin
Şubat 1920 başında Sivas’ta Mustafa Kemal’in başkanlığında toplandığını yazar. Times’a
göre o sıralarda Sivas’ta hemen hemen tüm İslam örgütlerinin temsilcisi bulunmaktadır.
Mustafa Kemal’in Alman askeri danışmanı Albay von Straub, Tatar ve Azerbayacan
temsilcisi Hüseyin Agabekof, Vladikafkas temsilcisi Ahmed, Mustafa Kemal nezdinde
Bolşevik Rusya temsilcisi İvan Perepeloff’da kongreye katılmıştır.
Kongrede Osmanlının bütünlüğü, panislamik silahlı hareket ve Bolşeviklerle Müslümanların
ilişkileri gündeme getirilmiş, Sovyet hükümeti nezdinde görev alan İvan Perepeloff her
ulusun kendi ulusal kültürünü geliştirebileceği ve tüm Müslümanlar için İslam birliğini
simgeleyen bir Osmanlı birliğinden yana olduğunu vurgular. Perepeloff, Osmanlı
topraklarında bulunan işgal ordularına karşı askeri harekâta geçilmesi önerisini de
getirir.(Bolşevik ittihatçılar ve İslam Komitesi, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İttihad-ı
Selamet-i İslam), Zafer Toprak, shf.12)
İngiliz istihbaratının yanı sıra İngiliz basını da, en başta kendilerine yönelik tehdit olarak
aldıkları İttihad-ı İslam faaliyetlerini yakından izliyordu. İngiltere’de yayımlanan Islamıc
News’in haberinde ”Yine haber aldığımıza göre, bu ayın başında Sivas’ta bir Panislam
konferansı Ahmet Şerif’in başkanlığında toplanmıştır. Kendisi aynı zamanda Türk temsilcisi
olarak hareket ediyordu. Konferansa katılanlar arasında Faysal’ın kardeşi Emir Abdullah,
Kerbela’dan bir Emir, İmam Yahya’nın temsilcisi olarak Sana’dan bir Emir bulunuyordu.
Konferansın amacı, İslam Birliği’ni kurabilmek için Müslüman devletlerin ve toplulukların
çabalarını koordine etmekti.” diye yazıyordu. (Mustafa Kemal’in Yanında İki Libya’lı Lider,
Ahmed Şerif-Süleyman Baruni, Dr.Orhan Koloğlu, shf.127)
Bu dönemde milli mücadele kadroları arasında İslam Ülkeleri Federasyonu kurulması fikri
yaygındır. Nitekim XIII. Kolordu Komutanı Cevat Paşa, Batı Trakya dahil olmak üzere
Osmanlı sınırları içerisinde bulunan ülkelerin, padişahın yönetimi altında kalmasını, Irak,
Suriye, Hicaz ve Diğer Arap Ülkelerinin ise kendi hükümetlerinin yönetimi altında olmasını,
fakat aynı zamanda hilafetle bağlarının bir konfederasyonla sağlanmış olmasını ve Osmanlı
sancağının, Amerikan bayrağındaki yıldızlar gibi, federasyona dahil olan İslam ülkelerinin
sayısınca hilal taşımasını vs. teklif etmiştir. (Türk Kurtuluş savaşı ve Dış Politika, Salahi
R.Sonyel, C.1, Ankara-1987, Sayfa 152)
Mustafa Kemal Paşa’da, Talat Paşa’ya yazdığı 29.2.1920 tarihli mektubunda, İslam İttihadı
hususundaki görüşünü şu ifadelerle açıklamıştır. “Araplara karşı bidayetten beri ifade
ettiğimiz siyasi formül şudur: her millet kendi dahilinde istiklalini kurtardıktan sonra
(konfederasyon) halinde birleşmek. Bu esas Araplarca maalmemnuniyet kabul edilmiştir.”
(İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları, Hüseyin Cahit Yalçın, Sayfa 211)
Sivas İslam Kongresi’nde alınan kararlardan sonra, Mustafa Kemal Paşa İttihad-ı İslam
politikasına uygun olarak Cemaat’ül-İslam teşkilatını harekete geçirir. Prof.Dr. Metin
Hülagu’nun yayınladığı İngiliz belgelerine göre [Foreign Office (F.O) 371/8967.181777],
İttihad-ı İslam’ı sağlamak üzere, Türkiye’nin koordine ettiği Cemaat’ül-İslam Teşkilatı, Sıratı
Müstakim’in baş editörü ve Burdur Mebusu Mehmed Akif Bey’in başkanlığı altında yeniden
faaliyete geçirilmişti. Teşkilata ulema ve muhafazakârların da bulunduğu çok sayıda mebus
ve yazar katılmıştı. Teşkilat daha ziyade Arap ülkelerinde faaliyet gösteriyordu. Bu teşkilatın
amacı, her bir İslam ülkesinin kendi bağımsızlığını kazanması ya da hürriyetini muhafazası
mücadelesi vermesini, bu devletlerin İttihadı İslam çerçevesinde, hilafetin himayesi altında
birleştirilmesini sağlamaktı.
Cemaat’ül-İslam, Mustafa Kemal’in talebi üzerine, en yakın zamanda tüm İslam ülkeleri
temsilcilerinin davet edileceği Ankara’da büyük bir İslam Kongresi düzenleme kararını
almıştır. Bu kongreyi gerçekleştirmek üzere teşkil edilen heyet, Mustafa Kemal’in talebiyle
Şer’iye Vekili Bursalı Mustafa Fehmi Gerçeker, Meclis Başkatibi Recep Peker, yazar Eşref
Edip Bey ve şair Mehmed Akif Bey’den müteşekkildi.
Kongrede görüşülmesi kararlaştırılan maddeler şu hususlardan oluşmaktaydı:
1)Müslümanları alakadar eden İslami konuların tartışılması,
2)Hilafet meselesinin ele alınması,
3)Avrupa Milletler Birliği teşkilatına karşı, Türkiye’nin başrolü oynayacağı, İslam Milletler
Birliği’nin tesis edilmesi.
Bu projeye göre, bütün İslam ülkelerini temsil eden delegelerden oluşan bir “Nihai Hilâfet
Komitesi” teşkil edilecek, her İslam ülkesi halife emrine özel bir temsilci gönderecek, buna
karşılık olarak, Halife de her ülkeye hususi temsilci gönderecekti. Komite, Müslüman
dünyasını ilgilendiren konularda çalışmalar yaparak Halifeye siyasi tavsiyelerde bulunacak,
ayrıca İslam dünyasının ahlaki, dini ve maddi menfaatlerini ilgilendiren hususlarla alakadar
olacak, İslam dünyasının gelişmesi ve kalkınması için raporlar hazırlayacaktı. Bu gayeyle
birçok İslam ülkesi ileri geleni Ankara’ya davet edilmiş ve hususi bir komite oluşturulmuştu.
Ancak yapılan çalışmalara rağmen, Eskişehir mağlubiyeti ve yaşanan iç sıkıntılar dolayısıyla,
1921’de Ankara’da bir İslam Kongresinin toplanması sağlanamamıştır.
Yine Nizamnameye uygun olarak, Sivas İslam Kongresi’nden sonra, 1920 yılında, Dr.Rıza
Nur, M.Şevket Esendal, Saffet Bey ve Ali Fuad Paşa ‘dan müteşekkil bir heyet, Yakın ve
Ortadoğu Müslümanlarını Batı sömürgesinden muhafaza etmek ve İslam Devletleri ile
Türkiye arasında bir ittifak sağlamak üzere, İran, Sovyet Rusya, Azerbaycan, Kuzey
Kafkasya, Dağıstan, Hive, Buhara, Türkistan Cumhuriyeti üzerinde girişimde bulunmak üzere
görevlendirilmiştir.
Sivas İslam Kongresini düzenleyen Muvahhidin Cemiyeti Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu
bir örgüt değildi. Kendisinin Anadolu’ya geçtikten sonra dâhil olduğu bu cemiyet, “İslam
İttihadı” projesini gerçekleştirmek üzere kurulmuştu. Cemiyet gerek amaçları, gerekse
teşkilatlanma yapısı itibariyle Teşkilat-ı Mahsusa’nın yerine ikame edilen “Umum Alem-i İslâm İhtilâl Teşkilâtı” na paralellik arzediyordu. Bu teşkilatın kuruluş hikâyesini Teşkilât-ı
Mahsusa’nın son lideri olarak bilinen Hüsamettin Ertürk, Samih Nafiz’in İki Devrin Perde
Arkası kitabında anlatır. Enver Paşa İstanbul’u terk etmeden bir gün önce Kuruçeşme’de ki
yazlığında Teşkilat-ı Mahsusa’nın lideri Hüsamettin (Ertürk) Bey’e: ...Biz yakında bir
denizaltı ile ülkeden ayrılacağız, çünkü düşman ilk olarak bizleri tutmak isteyecektir. Yalnız
onlar teşkilatımızı, adamlarımızı ve hepsinin üstünde ideallerimizi (ülkülerimiz)
alamayacaklardır. Ben Kafkasya’ya sonra da Moskova’ya uğrayacağım, arkadaşlar Berlin’e
gideceklerdir. Mücadelemiz devam edecektir. Bolşeviklerden yardım umuyorum, onlar da
muzaffer kapitalist devletlere düşmandır. Erzurum ve Kafkasya’daki kıtalarımızın
dağıtılmaması, silah ve cephanelerinin teslim edilmemesi ve Ahmet İzzet Paşa’dan
(Sadrazam) gelecek emirlere itaat edilmemesi için Halil ve Nuri ve Yusuf İzzet Paşa’lara
gereken talimatı verdim... Kırım’da kurduğumuz İslâm Cumhuriyeti ve onun Başkanı Seyyit
Cafer Bey’e de talimat gönderdik... Teşkilat-ı Mahsusa’nın bundan sonra adı “Umum Alem-i
İslâm İhtilâl Teşkilâtı” olacaktır. Siz Türkiye’de onun İstanbul şubesi başkanısınız, bunu
kuran benim, sizi seçen benim, yakında onun Heyet-i Merkeziyesi Berlin’de toplanacaktır...
(Samih Nafiz, Albay Hüsamettin Ertürk Hatıratı: İki Devrin Perde Arkası, Sayfa 174-175)
Enver Paşa’nın yukarıda açıkladığı gayeye hizmet etmek üzere, İslam İhtilal Cemiyetleri
İttihadı (İİCİ) Moskova’da kurulmuştu. İslam ülkelerindeki milliyetçi hareketleri birleştirerek,
Bolşeviklerle ortak düşman olan Batı emperyalizmine karşı birlikte mücadele verilmesi
amaçlanıyordu. Yurtdışına kaçan ittihatçıların bir tür “İslam Komintern”i oluşturarak, İslam
dünyasında emperyalizme ve kapitalizme karşı kıyamı örgütlemeye çalıştıkları “İslam İhtilaCemiyetleri İttihadı” ya da “İttihad-ı Selamet-i İslam” teşkilatı III. Enternasyonal çizgisinde
faaliyet gösteriyordu.
İngiliz kaynakları İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İİCİ)’nin Bolşeviklerin Dışişleri
Komitesi’nin Şark Kolu’nun Müslüman Seksiyonunca 1919 Ağustosunda resmen
kurulduğunu ileri sürmektedir. Aynı kaynaklara göre “İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı”
(İİCİ), Mısır Milliyetçileri, Anadolu Hareketi, İttihad ve Terakki, Hint Milliyetçileri, Afgan
Yurtseverler Ligi, Kafkasya Müslümanları, Çerkezler, Dağıstanlılar Birliği, Rusya
Müslümanlar Kongresi, İran Milliyetçileri Ligi gibi örgütleri bir araya getiriyordu. Teşkilatın
Heyet-i Merkeziye’si Moskova’daydı. İlk genel merkez üyeleri, reis Enver Paşa, katip Ziya
Bey, veznedar İbrahim Tali Bey, Halil Paşa, Sami Bey, Azmi Bey, Seyfi Bey, Mısır adına
Dr.Fuad Bey, Suriye adına Emir Şekip Aslan Bey, Kuzey Afrika adına Muhammed Yasin
Hamza Bey, Hindistan adına Bereketullah Efendi ve Cemal Paşa’ydı. İngiliz kaynaklarına göre, İİCİ’nin heyet-i merkeziyesi dışında Şark’a ve Avrupa’ya yönelik iki heyet-i
merkeziyesi daha vardı. İran, Kafkasya, Anadolu, Türkistan, Afganistan ve Hindistan’a bakan
Şark heyet-i merkeziyesi Anadolu’da örgütlenmişti ve Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti aynı zamanda Şark heyet-i merkeziyesi görevini deruhte ediyordu. (Bolşevik
ittihatçılar ve İslam Komitesi, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı (İttihad-ı Selamet-i İslam),
Zafer Toprak, shf.10)
Milli mücadeleyi yürüten kadro, 1919-1920 yıllarında, nizamnamesi hakkında bilgi
verdiğimiz Muvahhidin Cemiyeti ile tam bir fikir ve hareket birliği içerisinde görülmektedir.
İslam İttihadını sağlamaya yönelik bu gayretlerin arka planında yer alan devlet mutabakatını
ve bu mutabakatın bozuluşunu bir sonraki yazımızda açıklamaya çalışacağız.
Yararlanılan kaynaklar:
Dr.Orhan Koloğlu; Mustafa Kemal’in Yanında İki Libyalı Lider Ahmet Şerif-Süleyman
Baruni, Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi Ankara Halk Bürosu Kültür Merkezi Yayını,
Ankara 1981, 168 Sayfa+F.
Hüseyin Cahit Yalçın (Haz. O.selim Kocahanoğlu); İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları,
Temel Yayınları, İstanbul, Ekim-2002, 461 Sayfa.
İlhan Tekeli-Selim İlkin; Kurtuluş Savaşında Talat Paşa ile Mustafa Kemal’in Mektuplaşması,
Belleten C:XLIV Nisan 1980 s.311.
Prof.Dr.Metin Hülagu;, İslam Birliği ve Mustafa Kemal, Timaş Yayınları, İstanbul-2008,
Sayfa 256.
Salahi R.Sonyel; Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Cilt.1, Ankara-1987, … Sayfa
Samih Nafiz; Albay Hüsamettin Ertürk Hatıratı: İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1964,
Sayfa
Zafer Toprak; "Bolşevik İttihatçılar ve İslam Kominterni, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı
(İttihad-ı Selamet-i İslam) " Toplumsal Tarih, Sayı 43, Temmuz 1997, Sayfa 6-13.
sinantavukcu@yahoo.com.tr
//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
Suriyenin yeniden Türk toprağı olmasına son anda engel olunmuş
https://www.habervaktim.com/haber/262918/suriyenin-yeniden-turk-topragi-olmasina-son-anda-engel-olunmus.html
Türkiye ile Suriye arasında yapılan, kamuoyunun bilmediği ilginç bir antlaşmaya dikkat çeken araştırmacı-yazar Selim Gürselgil, yaptığı araştırmada, 1919 yılında Sivas’ın Zara ilçesinde düzenlenen bir toplantıyla her iki ülkenin ortak bir devlet kurmak üzere anlaştığını belirtti. Türkiye ve Suriye halkının kaderinin ortak olduğunu ifade eden Gürselgil, “1. Cihan harbi sonrası yeniden birleşecektik fakat İngilizler ve Fransızlar Musul ve Kerkük’te yaptıkları gibi burada da engel oldular” dedi.
“KEMALİZMİN SANSÜRÜNDEN ZAR ZOR KURTULAN BİRKAÇ SATIR”
Kitabında yer alan Suriye – Türkiye Konfederasyon Antlaşması ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Selim Gürselgil, sorularımıza şöyle cevap verdi:
- Kitabınızda 11 Aralık 1919 tarihli Zara Konferansı’ndan söz ediyorsunuz. Kamuoyunda pek bilinmeyen bir konu bu değil mi?
- Aslında çok gizli bir bilgi değil, ben de buna bugüne kadar açılmamış gizli arşivlerde ulaşamadım. Yalnız bu tür bilgiler, kemalizmin korkunç sansüründen zar zor kurtulan bilgilerdir. Döneme ilişkin 100 kitap yazılmışsa, ancak birinde, ikisinde satır arası bilgisi olarak geçer. Ve kesinlikle üzerinde durulmaz, mahiyetinden söz edilmez, önemine değinilmez. Ben mesela bu konferansın olduğunu bir kitaptan, şu tarihte olduğunu başka kitaptan, kimler arasında olduğunu başka kitaptan, en son Sivas Zara Konferansı’nda olduğunu da başka kitaptan almışımdır. Sansürün çapına bakın ki, bunları bütünleştirerek yeni bir bilgiye ulaşabildim. O da yine ayrıntısına tam vakıf değilim: Bunu tarihçilerin araştırmasını dilerim...
- Hangi şartlarda oluşmuştu Zara Konferansı?
- Şimdi öncelikle konferansın yapıldığı tarihe bakalım. 11 Aralık 1919. Yani Damad Ferid hükümeti devrilmiş ve Ali Rıza Paşa hükümeti kurulmuş. Yeni hükümet, Anadolu hareketi ile Amasya Protokolü’nü imzalamış, Meclis-i Mebusan’ı yeniden açmış, Sivas Kongresi kararlarını Meclis kabul etmiş, Mustafa Kemal’e rütbelerini iade etmiş ve Heyet-i Temsiliye’ye resmi bir statü vermiş. Yani, Osmanlı Hükümeti, Milli Mücadelenin merkezi haline gelmiş. Heyet-i Temsiliye de onun silahlı gücü...
“BİRLEŞİK ARABİSTAN İSTENMİYOR AMAÇ İSRAİL’İ KURMAK”
Bu sırada Suriye’de Emir Faysal’ın İngilizlerle arası açılmış. İngilizler, Emir Faysal’a, babası Şerif Hüseyin’e, kardeşleri Abdullah ve Ali’ye verdikleri sözleri tutmamış, “Birleşik Arabistan” fikrinden vazgeçmişler. Onun yerine Arapları küçük küçük parçalara bölmek istiyorlar. Dahası, Lübnan ve Suriye’yi Fransızlara, Filistin’i de Yahudilere bırakmak eğilimindeler. Bu sırada Arap kamuoyunda güçlü bir Emir Faysal taraftarlığı ve hatta Osmanlı taraftarlığı başlıyor. Emir Faysal, Osmanlı’ya karşı birlikte savaştığı İngilizlerle, onların yerine bölgeye gelen Fransızlarla ve Filistin’i İsrail yapmaya çalışan Yahudilerle bir anda savaşın içinde buluyor kendini. 1919 Şubat’ında Kudüs’te “Siyonizm Karşıtı Müslüman Hıristiyan Derneği” de Faysal’ı destekliyor. Ürdün, Irak, Suriye, Arabistan keza Faysal’ın arkasında. Direniş başlıyor, ama işgalcilerin ilerlemesi engellenemiyor. Lübnan Fransızlara kaptırılıyor. Bunun üzerinde Arap kamuoyunda Türklerle tekrar birleşip, Osmanlı’yı bir federasyon veya konfederasyon olarak tekrar ayağa kaldırmak ve Batılıları bölgeden kovmak eğilimi güçleniyor. İstanbul işgal altında olduğu için, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyye’siyle ilişki kuruyorlar. Ve Zara Konferansı yapılıyor.
- Neydi sizce Zara’da yapılan bu konferansın önemi?
Kemalist tarihçiler neden onu saklama ve sansürleme gereği duydular?..
- Önemi ortada: Batılıların Birinci Dünya Savaşı’nı kazanmasının tek sebebi olan Türk - Arap kardeşliğinin dağıtılması politikası iflas edecek. Türk ve Arap kardeşliği yeniden tesis edilecek. Osmanlı İmparatorluğu, Araplara daha geniş haklar tanıyarak yeniden diriltilecek. Suriye-Türkiye Konfederasyon Antlaşması, bunun tamamı değil, sadece bir ayağı. İşgalciler buna karşılık, İstanbul’u dehşet gösterileri arasında resmen işgal ettiler. Osmanlı hükümetini ve Meclis-i Mebusan’ı dağıttılar. Bütün Osmanlı ileri gelenlerini tutuklayıp Malta adasına sürgün ettiler. Geri kalanlar ise Ankara’ya geçtiler ve orada Mustafa Kemal’in emrine girerek Büyük Millet Meclisi’ni kurdular.
Suriye’de ise Faysal önce bağımsızlığını ilan etti. Fransızlar Nusayrilere dayanarak Faysal karşıtı bir isyan başlattılar ve Suriye’yi ele geçirdiler. İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar orada kalıp, sonunda da Suriye’yi Nusayri yönetimine terk ettiler. Faysal Irak’ta problemli bir devlet kurabildi. Türkiye’nin önüne de bağımsızlık için üç şart koydular. 1. Osmanlı dirilmeyecek, 2. Ortadoğu’daki haklardan vazgeçilecek, 3. Lenin Rusya’sı ile ittifak yapılmayacak... Böylece Türkler ve Araplar, birbirinden ayrılmış oldu. Arapların da her mezhebine, her aşiretine küçük devletler kurup, birbirine düşman ettiler. İsrail bu düzen içinde ortaya çıktı.
“TÜRKİYE’NİN SURİYE’DE YARIM KALMIŞ BİR İŞİ VAR”
- Peki geçmişte yapılan bu konfederasyon antlaşmasının, günümüze ve bugünkü Türkiye - Suriye gerginliğine ne gibi bir etkisi olabilir?
- Hukuki olarak bir etkisi olabileceğini sanmıyorum; varsa da bilmiyorum. Fakat tarih eğer bir ibret levhası ise, tarih şuuru bize istikbali hedeflendirmek için gerekliyse, o zaman iki tarafa da çok şey söyleyebilir. İki taraf da bunu “gerçek kurtuluş”un bir rüya olarak kaldığının, ama gerçekleşmediğinin bir senedi olarak görebilirler. Çünkü Türk-Arap kardeşliği yeniden kurulamadı, Batı Ortadoğu’dan kovulamadı ve İsrail aramızdan sökülüp atılamadı. Hatta her iki taraf da değil, Ortadoğu’daki bütün aktörler. Araplar, Türkler, Sünniler, Aleviler, Şiiler ve Kürtler... Bütün aktörler, gerçek kurtuluşun ancak ve ancak Anadolu ile dayanışma ve bütünleşmeden geçtiğini bu sayede görebilirler. Bunun şekli, tıpkı Osmanlı’daki gibi herkesi mutlu edecek ve herkesin haklarını kefalet altına alacak bir şekildir. Konfederasyon olur, federasyon olur, ittifak olur, iltihak olur, her neyse... Ama mutlaka, Ortadoğu’daki bütün unsurlar, tek tek birbiriyle boğuşmak yerine, Anadolu ile bütünleşme yolunu seçmelidir.
Öte yandan Zara Konferansı, Türkiye için de Ortadoğu’ya başkasının gözleriyle bakmaması, sadece kendi gözleriyle bakması yolunda bir ihtar niteliğindedir. Türkiye’nin Ortadoğu’da yarım kalmış bir işi vardır, Türkiye’nin Suriye’de yarım kalmış bir işi vardır. Türkiye, beylik bir laf olarak söylenen “tarihi misyon”unu gerçekten kuşandığı takdirde, Ortadoğu’da yarım kalan bu işlerini de tek tek ve sıra ile tamamlayabilmenin olgunluğuna ermiş olacaktır. Yoksa Türkiye’nin işi midir Ortadoğu’ya laiklik bilmem ne ihraç etmek? Kendi bünyende oturmamış 100 yıldır bu senin; Ortadoğu ne yapsın laikliği... Ortadoğu laiklik değil, gerçek Türkiye’yi görmek istiyor!..
TÜRKİYE VE SURİYE’Yİ BATILILAR AYIRDI
Altay Siyasi Araştırmalar Merkezi Yakın Tarih Uzmanı Araştırmacı Yazar Selim Gürselgil, son kitabı “Altüst Oluşun Sebebleri”nde, kamuoyunda fazla bilinmeyen bir konuyu ortaya çıkardı. Buna göre, 1919 yılı Aralık ayında, Suriyeli ve Türkiyeli direnişçiler arasında bir “konfederasyon” antlaşması imzalanmıştı. Eğer antlaşma yürürlüğe girebilseydi, Türkiye ve Suriye tek bir devlet olarak hayata geçecekti. Selim Gürselgil, 1908 – 1923 arası siyasi olaylarını konu alan “Altüst Oluşun Sebebleri” adlı kitabında, çarpıcı bir iddia ortaya attı. Yazar, 11 Aralık 1919’da Sivas’ın Zara ilçesinde iki taraf arasında yapılan Zara Konferansı’nı ortaya çıkararak, “Bu konferansta bir konfederasyon antlaşması yapıldı. Eğer direnişi her iki taraf da başarıyla sonlandırsaydı, Suriye ve Türkiye tek devlet olacaktı. Ama Suriyeliler zafere ulaşamadı. Türkiye tarafını ise Batılılar bu konudan vazgeçirdi” şeklinde konuştu.
SURİYE DİRENİŞİNE SİLAH VE PARA YARDIMI
“KEMALİZMİN SANSÜRÜNDEN ZAR ZOR KURTULAN BİRKAÇ SATIR”
Kitabında yer alan Suriye – Türkiye Konfederasyon Antlaşması ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Selim Gürselgil, sorularımıza şöyle cevap verdi:
- Kitabınızda 11 Aralık 1919 tarihli Zara Konferansı’ndan söz ediyorsunuz. Kamuoyunda pek bilinmeyen bir konu bu değil mi?
- Aslında çok gizli bir bilgi değil, ben de buna bugüne kadar açılmamış gizli arşivlerde ulaşamadım. Yalnız bu tür bilgiler, kemalizmin korkunç sansüründen zar zor kurtulan bilgilerdir. Döneme ilişkin 100 kitap yazılmışsa, ancak birinde, ikisinde satır arası bilgisi olarak geçer. Ve kesinlikle üzerinde durulmaz, mahiyetinden söz edilmez, önemine değinilmez. Ben mesela bu konferansın olduğunu bir kitaptan, şu tarihte olduğunu başka kitaptan, kimler arasında olduğunu başka kitaptan, en son Sivas Zara Konferansı’nda olduğunu da başka kitaptan almışımdır. Sansürün çapına bakın ki, bunları bütünleştirerek yeni bir bilgiye ulaşabildim. O da yine ayrıntısına tam vakıf değilim: Bunu tarihçilerin araştırmasını dilerim...
- Hangi şartlarda oluşmuştu Zara Konferansı?
- Şimdi öncelikle konferansın yapıldığı tarihe bakalım. 11 Aralık 1919. Yani Damad Ferid hükümeti devrilmiş ve Ali Rıza Paşa hükümeti kurulmuş. Yeni hükümet, Anadolu hareketi ile Amasya Protokolü’nü imzalamış, Meclis-i Mebusan’ı yeniden açmış, Sivas Kongresi kararlarını Meclis kabul etmiş, Mustafa Kemal’e rütbelerini iade etmiş ve Heyet-i Temsiliye’ye resmi bir statü vermiş. Yani, Osmanlı Hükümeti, Milli Mücadelenin merkezi haline gelmiş. Heyet-i Temsiliye de onun silahlı gücü...
“BİRLEŞİK ARABİSTAN İSTENMİYOR AMAÇ İSRAİL’İ KURMAK”
Bu sırada Suriye’de Emir Faysal’ın İngilizlerle arası açılmış. İngilizler, Emir Faysal’a, babası Şerif Hüseyin’e, kardeşleri Abdullah ve Ali’ye verdikleri sözleri tutmamış, “Birleşik Arabistan” fikrinden vazgeçmişler. Onun yerine Arapları küçük küçük parçalara bölmek istiyorlar. Dahası, Lübnan ve Suriye’yi Fransızlara, Filistin’i de Yahudilere bırakmak eğilimindeler. Bu sırada Arap kamuoyunda güçlü bir Emir Faysal taraftarlığı ve hatta Osmanlı taraftarlığı başlıyor. Emir Faysal, Osmanlı’ya karşı birlikte savaştığı İngilizlerle, onların yerine bölgeye gelen Fransızlarla ve Filistin’i İsrail yapmaya çalışan Yahudilerle bir anda savaşın içinde buluyor kendini. 1919 Şubat’ında Kudüs’te “Siyonizm Karşıtı Müslüman Hıristiyan Derneği” de Faysal’ı destekliyor. Ürdün, Irak, Suriye, Arabistan keza Faysal’ın arkasında. Direniş başlıyor, ama işgalcilerin ilerlemesi engellenemiyor. Lübnan Fransızlara kaptırılıyor. Bunun üzerinde Arap kamuoyunda Türklerle tekrar birleşip, Osmanlı’yı bir federasyon veya konfederasyon olarak tekrar ayağa kaldırmak ve Batılıları bölgeden kovmak eğilimi güçleniyor. İstanbul işgal altında olduğu için, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyye’siyle ilişki kuruyorlar. Ve Zara Konferansı yapılıyor.
- Neydi sizce Zara’da yapılan bu konferansın önemi?
Kemalist tarihçiler neden onu saklama ve sansürleme gereği duydular?..
- Önemi ortada: Batılıların Birinci Dünya Savaşı’nı kazanmasının tek sebebi olan Türk - Arap kardeşliğinin dağıtılması politikası iflas edecek. Türk ve Arap kardeşliği yeniden tesis edilecek. Osmanlı İmparatorluğu, Araplara daha geniş haklar tanıyarak yeniden diriltilecek. Suriye-Türkiye Konfederasyon Antlaşması, bunun tamamı değil, sadece bir ayağı. İşgalciler buna karşılık, İstanbul’u dehşet gösterileri arasında resmen işgal ettiler. Osmanlı hükümetini ve Meclis-i Mebusan’ı dağıttılar. Bütün Osmanlı ileri gelenlerini tutuklayıp Malta adasına sürgün ettiler. Geri kalanlar ise Ankara’ya geçtiler ve orada Mustafa Kemal’in emrine girerek Büyük Millet Meclisi’ni kurdular.
Suriye’de ise Faysal önce bağımsızlığını ilan etti. Fransızlar Nusayrilere dayanarak Faysal karşıtı bir isyan başlattılar ve Suriye’yi ele geçirdiler. İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar orada kalıp, sonunda da Suriye’yi Nusayri yönetimine terk ettiler. Faysal Irak’ta problemli bir devlet kurabildi. Türkiye’nin önüne de bağımsızlık için üç şart koydular. 1. Osmanlı dirilmeyecek, 2. Ortadoğu’daki haklardan vazgeçilecek, 3. Lenin Rusya’sı ile ittifak yapılmayacak... Böylece Türkler ve Araplar, birbirinden ayrılmış oldu. Arapların da her mezhebine, her aşiretine küçük devletler kurup, birbirine düşman ettiler. İsrail bu düzen içinde ortaya çıktı.
“TÜRKİYE’NİN SURİYE’DE YARIM KALMIŞ BİR İŞİ VAR”
- Peki geçmişte yapılan bu konfederasyon antlaşmasının, günümüze ve bugünkü Türkiye - Suriye gerginliğine ne gibi bir etkisi olabilir?
- Hukuki olarak bir etkisi olabileceğini sanmıyorum; varsa da bilmiyorum. Fakat tarih eğer bir ibret levhası ise, tarih şuuru bize istikbali hedeflendirmek için gerekliyse, o zaman iki tarafa da çok şey söyleyebilir. İki taraf da bunu “gerçek kurtuluş”un bir rüya olarak kaldığının, ama gerçekleşmediğinin bir senedi olarak görebilirler. Çünkü Türk-Arap kardeşliği yeniden kurulamadı, Batı Ortadoğu’dan kovulamadı ve İsrail aramızdan sökülüp atılamadı. Hatta her iki taraf da değil, Ortadoğu’daki bütün aktörler. Araplar, Türkler, Sünniler, Aleviler, Şiiler ve Kürtler... Bütün aktörler, gerçek kurtuluşun ancak ve ancak Anadolu ile dayanışma ve bütünleşmeden geçtiğini bu sayede görebilirler. Bunun şekli, tıpkı Osmanlı’daki gibi herkesi mutlu edecek ve herkesin haklarını kefalet altına alacak bir şekildir. Konfederasyon olur, federasyon olur, ittifak olur, iltihak olur, her neyse... Ama mutlaka, Ortadoğu’daki bütün unsurlar, tek tek birbiriyle boğuşmak yerine, Anadolu ile bütünleşme yolunu seçmelidir.
Öte yandan Zara Konferansı, Türkiye için de Ortadoğu’ya başkasının gözleriyle bakmaması, sadece kendi gözleriyle bakması yolunda bir ihtar niteliğindedir. Türkiye’nin Ortadoğu’da yarım kalmış bir işi vardır, Türkiye’nin Suriye’de yarım kalmış bir işi vardır. Türkiye, beylik bir laf olarak söylenen “tarihi misyon”unu gerçekten kuşandığı takdirde, Ortadoğu’da yarım kalan bu işlerini de tek tek ve sıra ile tamamlayabilmenin olgunluğuna ermiş olacaktır. Yoksa Türkiye’nin işi midir Ortadoğu’ya laiklik bilmem ne ihraç etmek? Kendi bünyende oturmamış 100 yıldır bu senin; Ortadoğu ne yapsın laikliği... Ortadoğu laiklik değil, gerçek Türkiye’yi görmek istiyor!..
TÜRKİYE VE SURİYE’Yİ BATILILAR AYIRDI
Altay Siyasi Araştırmalar Merkezi Yakın Tarih Uzmanı Araştırmacı Yazar Selim Gürselgil, son kitabı “Altüst Oluşun Sebebleri”nde, kamuoyunda fazla bilinmeyen bir konuyu ortaya çıkardı. Buna göre, 1919 yılı Aralık ayında, Suriyeli ve Türkiyeli direnişçiler arasında bir “konfederasyon” antlaşması imzalanmıştı. Eğer antlaşma yürürlüğe girebilseydi, Türkiye ve Suriye tek bir devlet olarak hayata geçecekti. Selim Gürselgil, 1908 – 1923 arası siyasi olaylarını konu alan “Altüst Oluşun Sebebleri” adlı kitabında, çarpıcı bir iddia ortaya attı. Yazar, 11 Aralık 1919’da Sivas’ın Zara ilçesinde iki taraf arasında yapılan Zara Konferansı’nı ortaya çıkararak, “Bu konferansta bir konfederasyon antlaşması yapıldı. Eğer direnişi her iki taraf da başarıyla sonlandırsaydı, Suriye ve Türkiye tek devlet olacaktı. Ama Suriyeliler zafere ulaşamadı. Türkiye tarafını ise Batılılar bu konudan vazgeçirdi” şeklinde konuştu.
SURİYE DİRENİŞİNE SİLAH VE PARA YARDIMI
Zara Konferansı gereğince, Türk tarafının Suriyeli direnişçilere silah ve para yardımı yaptığını, Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinin Suriye’de direnişi örgütlediklerini de söyleyen Gürselgil, “Suriyeli direnişçiler de Antep müdafaasına yardıma gelmişlerdir. Ancak Batılılar bu işbirliğini kâbus gibi gördüler. Türk tarafını bu projeden vazgeçirmek için ona tavizler vermekten çekinmediler. Suriye’de ise bir Nusayri isyanı çıkarıp bölgeyi Fransızlara ve İngilizlere terk ettiler” dedi.
/////////////////////////////////
Bilinmeyen Sivas İslam Kongresi Üzerine-I
https://forum.memurlar.net/konu/796938/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder